2 Kasım 2012 Cuma

Saffet Sancaklı


Oyuncusunu kaçıran uçak korsanlarını nasıl yola getirdi? Hangi teknik direktöre Türkçe küfürler öğretti? Nasıl milli binici oldu?

Futbol oynadığınız dönemde kampları en ağır geçen hocanız hangisiydi? Çalıştığınız birçok teknik adamdan hangisi aklınızda katı disipliniyle kaldı?
Galatasaray’a Souness geldiğinde ben fıtık ameliyatı olmuştum. Takımın en az on gün gerisinden gidiyordum. Souness ısrarla beni yetiştirmeye çalışıyordu ve yardımcısı yanımdan ayrılmıyordu. Kampta takım normal hazırlanırken ben günde üç idman yapıyordum. Sabah altıda kalkıp kilometrelerce koşuyorum, öğlen vakti içi kurşun dolu yelekle saatlerce yüzüp, litrelerce havuz suyu yutuyorum, akşam yine beni dağlara vuruyorlardı! Birkaç gün sonra yürüyemez hale gelmiştim. Ben de adam Türkçe bilmiyor diye “Nasılsın?” dedikçe Türkçe ana avrat küfür ediyordum. Rahatlamanın başka yolu yoktu! Alp Yalman o zaman kulüp başkanı, kampa ziyarete geldi. Başkan hocaya beni sordu. O da başladı beni methetmeye. “Adamı öldürüyorum, gıkı çıkmıyor” dedi. Gece gündüz beraber olduğumuzdan hocaya “Saffet sana Türkçe öğretsin” deyince o da benim küfürleri saymaya başlamasın mı! Başkan bana bakınca “Kusura bakma başkanım bu p.zevenkten başka türlü hıncımı alamıyorum” dedim. O turnuvanın sonunda Köln’deki turnuvada gol kralı olmuştum.

Futbolculuğunuzda teknik direktörlerinizden soyunma odasında duyduğunuz en garip taktik, istek hangisiydi?
Mustafa Denizli, istersen “Messi’yle nasıl baş edebilirim?” de “Ne Messi’si ya!” der. Kocaelispor’da Mustafa Denizli teknik direktörken bir cuma günü, ligin sonlarına doğru ondan üç günlük izin istedim. “Bu hafta Galatasaray’a gol atarsan gidersin” dedi. İlk yarı Galatasaray’ı 1–0 yeniyoruz ve hiç pozisyon vermiyoruz. Soyunma odasında attığım golü kutlarken Mustafa Hoca geldi. Her zamanki ağırlığıyla “Neyi kutluyorsunuz ulan, çıkın dört beş tane atın bunlara canımı sıkmayın!” diye bir bağırdı. Maç 4–0 bitti. Tatilin her günü için bir gol attım.

15 yıl profesyonel futbol oynayan birisi için aynı odayı paylaştığı arkadaşlarının sayısı hesaplanmaz ama kimlerle oda arkadaşlığı yaptınız? Unutulmaz bir anınız var mı?
Ben odamı başkasıyla paylaşmaktan nefret ederdim. Yahu adam horluyor, kızlarla sabaha kadar sohbet ediyor. Kocaelispor’da bir Faruk vardı, uyuyunca aslan gibi kükrerdi. Golf sopasıyla dürte dürte uyandırırdım. Fenerbahçe’de Boliç’le kaldım, Galatasaray’da Hakan Şükür. Beşiktaş’ta herkese sataştığımdan beni takımın ağabeyleri yanlarına alırdı. İstanbulspor’da bütün oyuncularıma ayrı oda kiralardım. Çünkü zaten akşama kadar futbolcularla birliktesin, değil yanına takım arkadaşını Claudia Schiffer’ı verseler bıkarsın!

11 kulüp değiştirmiş biri olarak transferlerde sizi en çok şaşırtan şeyler nelerdi? Yeni gelen futbolculara şaka yapmak adettendir. Size de şaka yaptılar mı?
Beşiktaş’a gittiğimde başkan Süleyman Seba’ydı. Altıma BMW’yi çekip, cebime parayı koyunca kendimi çok önemli adam sanmaya başlamıştım. Birkaç gece kulübü dağıtınca başkan beni acilen ligin sonundaki Eskişehirspor’a gönderdi. Baktı isyanım sürüyor bir de Konya seferi yaptım ama adam oldum. Eskiden takımın ağabeyleri idmanlardan sonra sigaralarını yakar, çay içerdi. Çömezler de onlardan önce duşa giremediğinden öyle bir saat beklerdi. Kocaelispor’dan arkadaşım Faruk, devre arasında Fenerbahçe’ye transfer oldu, ilk antrenmana çıktık. Hoca da Otto Bariç. Onun da bir huyu var. Canım derken bile adamı döver gibi konuşur. Bir baktım Faruk’a Hırvatça bağırıyor. Hoca Faruk’a “Çok iyi yaptın gelmekle, seni çok beğeniyorum” diyor. Bana da gel çevir dediler. Faruk’a dedim ki “Ne diye geldin buraya? Yarın saç sakal kazınacak! Hadi defol git!” Faruk bitti (gülüyor)! Eğer Bariç uyanıp tercümanı aracılığıyla Faruk’a “Yüzün neden asıldı?” demese, şaka tamam olacak, saçları kazıyınca Faruk’un bütün havası bitecekti. Hocanın beni “Saffet!” diye çağırmasını duymalıydın! Ben de “Hırvatçam bu kadar” diyerek kaçmıştım.

Bunca kulüp değiştirip, taraftardan tepki almamayı nasıl başardınız?
Benim hiçbir büyük kulübe ait olma gibi bir derdim olmadı. Kocaelispor’dan Galatasaray’a transfer olduğumda Adnan Polat Galatasaray’ın Futbol Şube Sorumlusu’ydu. “Kaç para istiyorsun?” dedi. Ben de ona “Yusuf, Papen Mustafa ve Cengiz’i istiyorum, bir de Kocaelispor’a şu kadar para istiyorum” dediğimde “Sen kendi parana baksana!” demişti. Anlaşamadık. Daha sonra Alp Yalman’a “Siz geçmişini satan adam mı arıyorsunuz?” dediğimde istediğim oldu. Ben kimseyi satmadığım için transferlerimin hiçbirinde taraftardan küfür yemedim.

Pivot santrfor dönemi bitti mi?
Hangi sistemle oynanırsa oynansın sahada mutlaka bir pivot santrfor olmasından yanayım. Türkiye’de pivot santrfor dönemi Hakan Şükür’le bitti. Pivot santrforun uzun boylu ve hafif olması lazım, gol vuruşunun mükemmel olması lazım, birebirde adam geçmesi lazım… Bu adamlardan dünyada az sayıda var.

Menejerlik işine girdiğinizde kimse ne yaptığınızı anlayamamıştı. Bu işe girmeniz nasıl oldu?
Benim başladığım dönemde menejerlere “futbolcu simsarı” deniliyordu. Ben menejerlik lisansı aldığımda arkadaşlarım “Yakışıyor mu Saffet sana!” demişlerdi. Lisansa bakılmadığından şimdi herkes menejer oldu. Çünkü kulüplerin işine geliyor. Kulüpler federasyona futbolcu ücretlerini eksik gösteriyor. Oysa menejerler de sözleşmelere imza atsa bütün sorun çözülecek. Biz Türk halkı olarak sorunları seviyoruz. Her şey nizami olduğunda canımız sıkılıyor.

Menejeri olduğunuz futbolcuların sizden garip istekleri oluyor mu?
Menejerlik sadece kulüp ve futbolcuya aracılık etmekle olmuyor. Yılın her günü futbolcu ile ilgilenmek gerekiyor. Ben menejeri olduğum futbolcuların aynı zamanda ağabeyleriyim. Onları her konuda uyarırım. Çünkü futbolun her yerinde var oldum ve bir futbol tesisinin içine girdiğimde beş dakikada orada ne dönüyorsa çıkartacak kadar deneyimim var. Örneğin İlhan Mansız’a “Transparan tişört giyip, gece kulüplerine gitme; burası Türkiye” diye defalarca söyledim. Küstü beyefendi! Şimdi yok. Ben söyleyince onları kıskandığımı bile düşünenler oluyor. Öbür taraftan bu futbolcuların etrafında dolaşan gençlerden biri “Ağabey tişörtün ne güzel olmuş” deyince hoşuna gidiyor, onunla gezip tozuyor, “Menejerim sen ol!” diyor. Çünkü yalandan güzel dost yoktur. Ben oyuncuma “Kazandığın parayla arabadan önce ev alacaksın” diyorum. Maddi durumu iyi olan adamın üst düzey futbolcu olma ihtimali yok. Maddi durumu iyi olmayan adam da parayı görünce sapıtıyor.

Kocaelispor’un Güvenç Kurtar’la şampiyonluğa oynadığı dönemde siz de oradaydınız. Neler yaşadınız? Şampiyonluk için eksik olan neydi?
O zaman Anadolu takımları şampiyon olmayı bilmiyordu. Bir Anadolu takımı iyi gidiyorsa büyük takımlar ona hemen tuzaklar hazırlar. En iyi oyuncularına adam gönderir. Bursaspor’lu Sercan’a teklif gittiğinde Sercan idmana çıktığında bir bakıyor yanında Ali, Veli; diyor ki “Şimdi ben Galatasaray’da oynasam yanımda Kewell, Baros, Arda…” Bursa’da bunu yapamadılar. Çünkü İbrahim Yazıcı yılların kurdu! Ertuğrul Sağlam bu filmi daha önce defalarca gördü. Bizim zamanımızda Kocaeli şampiyonluğun bir numaralı adayıyken Bülent Uygun’un Adnan Polat’ın ofisinden çıkarken fotoğrafları çekilip gazetelere verilmişti. Çünkü Adnan Polat onu “kabak gibi” Mecidiyeköy’deki ofisine çağırmıştı. Bülent de o zaman daha toy, geliyor gazeteleri dolabına asıyor. Doğal olarak bizim takımda kadro dışı kalıyor, takım sarsılıyor. Bir de sağ olsun Beşiktaşlı Alpay maçta benim bileğimi koparınca şampiyonluk suya düştü!

Jenerasyonunuzdan Tolunay Kafkas, Bülent Uygun gibi siz de teknik direktörlük yapmayı hiç düşündünüz mü? Şenes Erzik’in teklifini neden kabul etmediniz?
Futbolcunun hayatı o magazin programlarındaki gibi geçmiyor. Futbolcu dediğin kazandığı parayı harcayamayan adamlar. Ben artık çok sıkılmıştım. Özellikle büyük takımların maçları, idmanları hiç bitmiyordu. Futbolu bırakacağımı söyleyince Şenes Erzik bana “Seni Avrupa’ya eğitime gönderelim, milli takımın senin gibi adamlara ihtiyacı var” demişti. Kabul etmeyince menejerlik fikrini verdi. Teknik direktör olmadığıma da çok seviniyorum çünkü gittiğim her takımdan kovulurdum!

Attığınız gollere hiç aşırı sevindiğinizi görmemiştik…
Zaten maçta kilometrelerce koşuyorsun. Bir de golden sonra millete 70 metre depar attırmanın hiç âlemi yok! Sen röportaj yaptıktan sonra kutlama yapıyor musun? Ayda yılda bir gol atsam beni de tutamazlardı ama benim için gol atmak bir yerden sonra sıradandı.

Hakan Şükür ile beraber Galatasaray'da çift santrfor oynadığınız zamanlarda Hakan Şükür gol attığı her maç sonrası “Saffet ağabey yandan çok güzel ortaladı, bana sadece dokunmak kaldı” derdi…
Hazır sen bunu söylemişken bir yanlışlığı düzelteyim. Birçok insan benim Hakan’la tartıştığım için Galatasaray’dan ayrıldığımı sanıyor. Öyle bir şey yok! Ben Hakan’la hiçbir zaman tartışmadım. Biz Hakan’la Galatasaray’da da milli takımda da ayrılmazdık, ayrılamazdık. Hakan topları toplar getirirdi, ben golü atardım. Biz birbirimizle var oluyorken rakip olamazdık. Herkes benden gol beklerken ben topu Hakan’ın ayağına indirirdim. Bir bakışlarımızla anlaşırdık.

İstanbulspor’un menajerliğini yaptığınız dönemde futbolcunuz Kenan Özer’in korsanlar tarafından kaçırılma hikâyesi doğru mu?
Beşiktaş’tan Kenan’ı aldığımda büyük miktarda bir para ödemiştim. Sezon açılışından üç gün önce “Başkanım ailem Kıbrıs’ta onları görüp gelmek istiyorum” diye izin istemişti. Ben de vermiştim. Sabah saat sekizde haberlere bakarken uçak kaçırıldığını duydum ama Kenan’ın o uçakta olduğunu bilmiyordum. Ofisime geldiğimde beni Kenan’ın dayısı aradı. “Uçakta Kenan da var” deyince “Eyvah” dedim, “Gitti bizim paralar!” Korsanlar uçağı Antalya’ya indirdi. Ofiste haberleri izlerken yolcuları bıraktıklarını gördüm. Ben tam sevinirken, haberlerde “İçeride sadece beş kişi kaldı” dedi. “Bu adam futbolcu, bir takla atmış, kaçmıştır” diyorum. Sonra bir baktım o beş kişiden biri bizim Kenan! “Biz bu salağa boşuna para vermişiz, 150 kişi kaçtı bu kaldı” dedim. Şeytan dürttü, Kenan’ın cebini aradım. “Başkanım korsan ağabeyler beni bırakmıyorlar” dedi. “Nasıl anlaşıyorsun onlarla?” diye sordum. “Biri Türk” deyince, telefona onu istedim. “Kolay gelsin, ben Saffet Sancaklı” dedim. “Sağ ol ağabey, buyur!” deyince baktım genç biri. “Ne yapıyorsunuz oğlum siz? Bula bula benim futbolcumu mu buldunuz?” dedim. “Bilmiyorduk ağabey” dedi. “Çocuğu beş dakika sonra bırakın!” dedim. “Ben bilmem patronuma sorayım, sizi ararım” dedi. Bu arada Antalya emniyeti özel harekâta hazırlanıyor. Biz de kulüpteki hocalarla toplantı yapıyoruz. Telefonum çaldı dedim “Beyler bir dakika, korsan arıyor.” “Tamam, bırakıyoruz” dedi. “Kenan’a bu sezon 20 gol atmazsa seni yeniden kaçırırız de; eylemi de bırakın artık, pilotunuz bile kaçmış” dedim. Emniyeti arayıp, “Beş dakika sonra biri çıkacak, sakın vurmayın, birazdan korsanlar da teslim olacak” dedim. Gerçekten de öyle oldu. Bana kalsa kimse inanmaz diye bu hikâyeyi anlatmayacaktım ama polis korsanların telefon dokümanlarını çıkarınca gazeteler çarşaf çarşaf bu olayı yazdı. Dünyada korsanla konuşan ilk sivil ben olmuşum.

İstanbulspor’a başkan olmanız nasıl oldu? Bugün olsa yine alır mısınız? Sattığınıza pişman mısınız?
Valla hayalimde hep bir kulübün başkanı olmak vardı (gülüyor). İstanbulspor’a talip olmam, başkan olmaktan daha önceydi. Öncelikle tesisleşme ve altyapı için çalıştım. Aldım ama istediklerimi yapamadım. Şimdi olsa yine alırım; satmam gerekiyordu, yine satarım. İstanbulspor maddi olarak bana pahalıya patladı ama manevi olarak kesinlikle istediğimi aldım.

Kulüplerin kişiler tarafından satın alınmasının artıları ve eksileri nelerdir?
Türkiye’de, profesyonel kulüplerde ve Futbol Federasyonu’nda yönetimde görevli bir tane eski futbolcu görebiliyor musun? Tamam, benden kültür bakanı olmaz ama eski futbolcudan neden spor bakanı olmasın? Kulüp başkanları aynı zamanda kulüplerin sahibi olsa böyle hoyratça transfer yapamazlar. Ben başkanken kılı kırk yarıyordum. Şimdi kulüp başkanlarına bir bakın. Kendi şirketlerini o kadar zarar ettiriyorlar mı?

Can Bartu’dan sonra iki dalda milli olan futbolcu siz oldunuz. Milli binicilik hikâyeniz nasıl başladı?
Atları her zaman çok severdim. Kızım ve oğlum lisanslı binici. Ben bir gün onları izlerken hocalarından biri benim binemeyeceğimi düşünerek “Sen de binsene” dedi. Hoca uzun uzun ne yapacağımı anlatırken “Yahu sen bana şunun gazını ve frenini göster” dedim. Deli bir atla dağlara çıktım çünkü frenini tutturamadım, iki saat sonra kendiliğinden durdu. En deli atlara bindim, tek becerdiğim düşmemekti. Sonra bu iş beni oldukça sardı, yarışları kazandım, milli takıma seçildim. 60 km yarışına dokuz kişi katıldı, 50. km’sinde herkes döküldü, bir ben kaldım. Bitiş çizgisini elimde puroyla geçmiştim. Nasıl geçtiğimi sorarsan, ben de bilmiyorum (gülüyor). Geçtiğimiz nisan ayında 50 km yarışında yine rekor kırdım. Can Bartu’yu geçmek için milli olabileceğim üçüncü bir dal arıyorum.

Türkiye’de büyük kulüpler Balkanlarda oynayan oyuncuları dönem dönem yakın takibe alıyor. Balkan kökenli oyuncuları başarılı buluyor musunuz?
Türkiye’ye gelip de uyum sorunu yaşayan Balkan kökenli bir oyuncu göremezsiniz çünkü birbirimize çok benzeriz. Yugoslavya’yı yediye böldüler, beşi Dünya Kupası’nda var oldu. Balkanlardan çıkan futbolcular ve basketbolcular dünyanın her yerinde en değerli oyunculardır. Türkiye’ye gelip saçma sapan işler yapan oyuncular olduğundan onlara karşı önyargı oluşmuş olabilir ama yüzdeye vurduğunuzda çok başarılılar.

FourFourTwo Dergisi Ağustos 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder