Oyuncusunu kaçıran
uçak korsanlarını nasıl yola getirdi? Hangi teknik direktöre Türkçe küfürler
öğretti? Nasıl milli binici oldu?
Futbol oynadığınız
dönemde kampları en ağır geçen hocanız hangisiydi? Çalıştığınız birçok teknik
adamdan hangisi aklınızda katı disipliniyle kaldı?
Galatasaray’a
Souness geldiğinde ben fıtık ameliyatı olmuştum. Takımın en az on gün
gerisinden gidiyordum. Souness ısrarla beni yetiştirmeye çalışıyordu ve
yardımcısı yanımdan ayrılmıyordu. Kampta takım normal hazırlanırken ben günde
üç idman yapıyordum. Sabah altıda kalkıp kilometrelerce koşuyorum, öğlen vakti
içi kurşun dolu yelekle saatlerce yüzüp, litrelerce havuz suyu yutuyorum, akşam
yine beni dağlara vuruyorlardı! Birkaç gün sonra yürüyemez hale gelmiştim. Ben
de adam Türkçe bilmiyor diye “Nasılsın?” dedikçe Türkçe ana avrat küfür ediyordum.
Rahatlamanın başka yolu yoktu! Alp Yalman o zaman kulüp başkanı, kampa ziyarete
geldi. Başkan hocaya beni sordu. O da başladı beni methetmeye. “Adamı
öldürüyorum, gıkı çıkmıyor” dedi. Gece gündüz beraber olduğumuzdan hocaya
“Saffet sana Türkçe öğretsin” deyince o da benim küfürleri saymaya başlamasın
mı! Başkan bana bakınca “Kusura bakma başkanım bu p.zevenkten başka türlü hıncımı
alamıyorum” dedim. O turnuvanın sonunda Köln’deki turnuvada gol kralı olmuştum.
Futbolculuğunuzda
teknik direktörlerinizden soyunma odasında duyduğunuz en garip taktik, istek
hangisiydi?
Mustafa
Denizli, istersen “Messi’yle nasıl baş edebilirim?” de “Ne Messi’si ya!” der. Kocaelispor’da
Mustafa Denizli teknik direktörken bir cuma günü, ligin sonlarına doğru ondan
üç günlük izin istedim. “Bu hafta Galatasaray’a gol atarsan gidersin” dedi. İlk
yarı Galatasaray’ı 1–0 yeniyoruz ve hiç pozisyon vermiyoruz. Soyunma odasında attığım
golü kutlarken Mustafa Hoca geldi. Her zamanki ağırlığıyla “Neyi kutluyorsunuz
ulan, çıkın dört beş tane atın bunlara canımı sıkmayın!” diye bir bağırdı. Maç
4–0 bitti. Tatilin her günü için bir gol attım.
15 yıl profesyonel
futbol oynayan birisi için aynı odayı paylaştığı arkadaşlarının sayısı
hesaplanmaz ama kimlerle oda arkadaşlığı yaptınız? Unutulmaz bir anınız var mı?
Ben
odamı başkasıyla paylaşmaktan nefret ederdim. Yahu adam horluyor, kızlarla
sabaha kadar sohbet ediyor. Kocaelispor’da bir Faruk vardı, uyuyunca aslan gibi
kükrerdi. Golf sopasıyla dürte dürte uyandırırdım. Fenerbahçe’de Boliç’le
kaldım, Galatasaray’da Hakan Şükür. Beşiktaş’ta herkese sataştığımdan beni
takımın ağabeyleri yanlarına alırdı. İstanbulspor’da bütün oyuncularıma ayrı
oda kiralardım. Çünkü zaten akşama kadar futbolcularla birliktesin, değil
yanına takım arkadaşını Claudia Schiffer’ı verseler bıkarsın!
11 kulüp
değiştirmiş biri olarak transferlerde sizi en çok şaşırtan şeyler nelerdi? Yeni
gelen futbolculara şaka yapmak adettendir. Size de şaka yaptılar mı?
Beşiktaş’a
gittiğimde başkan Süleyman Seba’ydı. Altıma BMW’yi çekip, cebime parayı koyunca
kendimi çok önemli adam sanmaya başlamıştım. Birkaç gece kulübü dağıtınca
başkan beni acilen ligin sonundaki Eskişehirspor’a gönderdi. Baktı isyanım
sürüyor bir de Konya seferi yaptım ama adam oldum. Eskiden takımın ağabeyleri
idmanlardan sonra sigaralarını yakar, çay içerdi. Çömezler de onlardan önce
duşa giremediğinden öyle bir saat beklerdi. Kocaelispor’dan arkadaşım Faruk,
devre arasında Fenerbahçe’ye transfer oldu, ilk antrenmana çıktık. Hoca da Otto
Bariç. Onun da bir huyu var. Canım derken bile adamı döver gibi konuşur. Bir
baktım Faruk’a Hırvatça bağırıyor. Hoca Faruk’a “Çok iyi yaptın gelmekle, seni
çok beğeniyorum” diyor. Bana da gel çevir dediler. Faruk’a dedim ki “Ne diye
geldin buraya? Yarın saç sakal kazınacak! Hadi defol git!” Faruk bitti
(gülüyor)! Eğer Bariç uyanıp tercümanı aracılığıyla Faruk’a “Yüzün neden
asıldı?” demese, şaka tamam olacak, saçları kazıyınca Faruk’un bütün havası
bitecekti. Hocanın beni “Saffet!” diye çağırmasını duymalıydın! Ben de
“Hırvatçam bu kadar” diyerek kaçmıştım.
Bunca kulüp
değiştirip, taraftardan tepki almamayı nasıl başardınız?
Benim
hiçbir büyük kulübe ait olma gibi bir derdim olmadı. Kocaelispor’dan
Galatasaray’a transfer olduğumda Adnan Polat Galatasaray’ın Futbol Şube Sorumlusu’ydu.
“Kaç para istiyorsun?” dedi. Ben de ona “Yusuf, Papen Mustafa ve Cengiz’i
istiyorum, bir de Kocaelispor’a şu kadar para istiyorum” dediğimde “Sen kendi
parana baksana!” demişti. Anlaşamadık. Daha sonra Alp Yalman’a “Siz geçmişini
satan adam mı arıyorsunuz?” dediğimde istediğim oldu. Ben kimseyi satmadığım
için transferlerimin hiçbirinde taraftardan küfür yemedim.
Pivot santrfor
dönemi bitti mi?
Hangi
sistemle oynanırsa oynansın sahada mutlaka bir pivot santrfor olmasından
yanayım. Türkiye’de pivot santrfor dönemi Hakan Şükür’le bitti. Pivot
santrforun uzun boylu ve hafif olması lazım, gol vuruşunun mükemmel olması
lazım, birebirde adam geçmesi lazım… Bu adamlardan dünyada az sayıda var.
Menejerlik işine
girdiğinizde kimse ne yaptığınızı anlayamamıştı. Bu işe girmeniz nasıl oldu?
Benim
başladığım dönemde menejerlere “futbolcu simsarı” deniliyordu. Ben menejerlik
lisansı aldığımda arkadaşlarım “Yakışıyor mu Saffet sana!” demişlerdi. Lisansa
bakılmadığından şimdi herkes menejer oldu. Çünkü kulüplerin işine geliyor.
Kulüpler federasyona futbolcu ücretlerini eksik gösteriyor. Oysa menejerler de
sözleşmelere imza atsa bütün sorun çözülecek. Biz Türk halkı olarak sorunları
seviyoruz. Her şey nizami olduğunda canımız sıkılıyor.
Menejeri olduğunuz
futbolcuların sizden garip istekleri oluyor mu?
Menejerlik
sadece kulüp ve futbolcuya aracılık etmekle olmuyor. Yılın her günü futbolcu ile
ilgilenmek gerekiyor. Ben menejeri olduğum futbolcuların aynı zamanda
ağabeyleriyim. Onları her konuda uyarırım. Çünkü futbolun her yerinde var oldum
ve bir futbol tesisinin içine girdiğimde beş dakikada orada ne dönüyorsa çıkartacak
kadar deneyimim var. Örneğin İlhan Mansız’a “Transparan tişört giyip, gece
kulüplerine gitme; burası Türkiye” diye defalarca söyledim. Küstü beyefendi!
Şimdi yok. Ben söyleyince onları kıskandığımı bile düşünenler oluyor. Öbür
taraftan bu futbolcuların etrafında dolaşan gençlerden biri “Ağabey tişörtün ne
güzel olmuş” deyince hoşuna gidiyor, onunla gezip tozuyor, “Menejerim sen ol!”
diyor. Çünkü yalandan güzel dost yoktur. Ben oyuncuma “Kazandığın parayla
arabadan önce ev alacaksın” diyorum. Maddi durumu iyi olan adamın üst düzey
futbolcu olma ihtimali yok. Maddi durumu iyi olmayan adam da parayı görünce
sapıtıyor.
Kocaelispor’un Güvenç
Kurtar’la şampiyonluğa oynadığı dönemde siz de oradaydınız. Neler yaşadınız? Şampiyonluk
için eksik olan neydi?
O
zaman Anadolu takımları şampiyon olmayı bilmiyordu. Bir Anadolu takımı iyi
gidiyorsa büyük takımlar ona hemen tuzaklar hazırlar. En iyi oyuncularına adam
gönderir. Bursaspor’lu Sercan’a teklif gittiğinde Sercan idmana çıktığında bir
bakıyor yanında Ali, Veli; diyor ki “Şimdi ben Galatasaray’da oynasam yanımda
Kewell, Baros, Arda…” Bursa’da bunu yapamadılar. Çünkü İbrahim Yazıcı yılların
kurdu! Ertuğrul Sağlam bu filmi daha önce defalarca gördü. Bizim zamanımızda
Kocaeli şampiyonluğun bir numaralı adayıyken Bülent Uygun’un Adnan Polat’ın
ofisinden çıkarken fotoğrafları çekilip gazetelere verilmişti. Çünkü Adnan
Polat onu “kabak gibi” Mecidiyeköy’deki ofisine çağırmıştı. Bülent de o zaman
daha toy, geliyor gazeteleri dolabına asıyor. Doğal olarak bizim takımda kadro
dışı kalıyor, takım sarsılıyor. Bir de sağ olsun Beşiktaşlı Alpay maçta benim
bileğimi koparınca şampiyonluk suya düştü!
Jenerasyonunuzdan
Tolunay Kafkas, Bülent Uygun gibi siz de teknik direktörlük yapmayı hiç
düşündünüz mü? Şenes Erzik’in teklifini neden kabul etmediniz?
Futbolcunun
hayatı o magazin programlarındaki gibi geçmiyor. Futbolcu dediğin kazandığı
parayı harcayamayan adamlar. Ben artık çok sıkılmıştım. Özellikle büyük
takımların maçları, idmanları hiç bitmiyordu. Futbolu bırakacağımı söyleyince
Şenes Erzik bana “Seni Avrupa’ya eğitime gönderelim, milli takımın senin gibi
adamlara ihtiyacı var” demişti. Kabul etmeyince menejerlik fikrini verdi. Teknik
direktör olmadığıma da çok seviniyorum çünkü gittiğim her takımdan kovulurdum!
Attığınız gollere hiç
aşırı sevindiğinizi görmemiştik…
Zaten
maçta kilometrelerce koşuyorsun. Bir de golden sonra millete 70 metre depar attırmanın
hiç âlemi yok! Sen röportaj yaptıktan sonra kutlama yapıyor musun? Ayda yılda
bir gol atsam beni de tutamazlardı ama benim için gol atmak bir yerden sonra
sıradandı.
Hakan Şükür ile beraber Galatasaray'da
çift santrfor oynadığınız zamanlarda Hakan Şükür gol attığı her maç sonrası
“Saffet ağabey yandan çok güzel ortaladı, bana sadece dokunmak kaldı” derdi…
Hazır sen bunu söylemişken bir yanlışlığı düzelteyim. Birçok insan benim Hakan’la tartıştığım için Galatasaray’dan ayrıldığımı sanıyor. Öyle bir şey yok! Ben Hakan’la hiçbir zaman tartışmadım. Biz Hakan’la Galatasaray ’da da
milli takımda da ayrılmazdık, ayrılamazdık. Hakan topları toplar getirirdi, ben
golü atardım. Biz birbirimizle var oluyorken rakip olamazdık. Herkes benden gol
beklerken ben topu Hakan’ın ayağına indirirdim. Bir bakışlarımızla anlaşırdık.
Hazır sen bunu söylemişken bir yanlışlığı düzelteyim. Birçok insan benim Hakan’la tartıştığım için Galatasaray’dan ayrıldığımı sanıyor. Öyle bir şey yok! Ben Hakan’la hiçbir zaman tartışmadım. Biz Hakan’
İstanbulspor’un
menajerliğini yaptığınız dönemde futbolcunuz Kenan Özer’in korsanlar tarafından
kaçırılma hikâyesi doğru mu?
Beşiktaş’tan
Kenan’ı aldığımda büyük miktarda bir para ödemiştim. Sezon açılışından üç gün
önce “Başkanım ailem Kıbrıs’ta onları görüp gelmek istiyorum” diye izin
istemişti. Ben de vermiştim. Sabah saat sekizde haberlere bakarken uçak
kaçırıldığını duydum ama Kenan’ın o uçakta olduğunu bilmiyordum. Ofisime
geldiğimde beni Kenan’ın dayısı aradı. “Uçakta Kenan da var” deyince “Eyvah”
dedim, “Gitti bizim paralar!” Korsanlar uçağı Antalya’ya indirdi. Ofiste
haberleri izlerken yolcuları bıraktıklarını gördüm. Ben tam sevinirken,
haberlerde “İçeride sadece beş kişi kaldı” dedi. “Bu adam futbolcu, bir takla
atmış, kaçmıştır” diyorum. Sonra bir baktım o beş kişiden biri bizim Kenan!
“Biz bu salağa boşuna para vermişiz, 150 kişi kaçtı bu kaldı” dedim. Şeytan
dürttü, Kenan’ın cebini aradım. “Başkanım korsan ağabeyler beni bırakmıyorlar”
dedi. “Nasıl anlaşıyorsun onlarla?” diye sordum. “Biri Türk” deyince, telefona
onu istedim. “Kolay gelsin, ben Saffet Sancaklı” dedim. “Sağ ol ağabey, buyur!”
deyince baktım genç biri. “Ne yapıyorsunuz oğlum siz? Bula bula benim
futbolcumu mu buldunuz?” dedim. “Bilmiyorduk ağabey” dedi. “Çocuğu beş dakika
sonra bırakın!” dedim. “Ben bilmem patronuma sorayım, sizi ararım” dedi. Bu
arada Antalya emniyeti özel harekâta hazırlanıyor. Biz de kulüpteki hocalarla
toplantı yapıyoruz. Telefonum çaldı dedim “Beyler bir dakika, korsan arıyor.” “Tamam,
bırakıyoruz” dedi. “Kenan’a bu sezon 20 gol atmazsa seni yeniden kaçırırız de;
eylemi de bırakın artık, pilotunuz bile kaçmış” dedim. Emniyeti arayıp, “Beş
dakika sonra biri çıkacak, sakın vurmayın, birazdan korsanlar da teslim olacak”
dedim. Gerçekten de öyle oldu. Bana kalsa kimse inanmaz diye bu hikâyeyi
anlatmayacaktım ama polis korsanların telefon dokümanlarını çıkarınca gazeteler
çarşaf çarşaf bu olayı yazdı. Dünyada korsanla konuşan ilk sivil ben olmuşum.
İstanbulspor’a
başkan olmanız nasıl oldu? Bugün olsa yine alır mısınız? Sattığınıza pişman
mısınız?
Valla
hayalimde hep bir kulübün başkanı olmak vardı (gülüyor). İstanbulspor’a talip
olmam, başkan olmaktan daha önceydi. Öncelikle tesisleşme ve altyapı için
çalıştım. Aldım ama istediklerimi yapamadım. Şimdi olsa yine alırım; satmam
gerekiyordu, yine satarım. İstanbulspor maddi olarak bana pahalıya patladı ama
manevi olarak kesinlikle istediğimi aldım.
Kulüplerin kişiler
tarafından satın alınmasının artıları ve eksileri nelerdir?
Türkiye’de,
profesyonel kulüplerde ve Futbol Federasyonu’nda yönetimde görevli bir tane
eski futbolcu görebiliyor musun? Tamam, benden kültür bakanı olmaz ama eski
futbolcudan neden spor bakanı olmasın? Kulüp başkanları aynı zamanda kulüplerin
sahibi olsa böyle hoyratça transfer yapamazlar. Ben başkanken kılı kırk
yarıyordum. Şimdi kulüp başkanlarına bir bakın. Kendi şirketlerini o kadar
zarar ettiriyorlar mı?
Can Bartu’dan sonra
iki dalda milli olan futbolcu siz oldunuz. Milli binicilik hikâyeniz nasıl
başladı?
Atları
her zaman çok severdim. Kızım ve oğlum lisanslı binici. Ben bir gün onları
izlerken hocalarından biri benim binemeyeceğimi düşünerek “Sen de binsene”
dedi. Hoca uzun uzun ne yapacağımı anlatırken “Yahu sen bana şunun gazını ve
frenini göster” dedim. Deli bir atla dağlara çıktım çünkü frenini tutturamadım,
iki saat sonra kendiliğinden durdu. En deli atlara bindim, tek becerdiğim
düşmemekti. Sonra bu iş beni oldukça sardı, yarışları kazandım, milli takıma
seçildim. 60 km
yarışına dokuz kişi katıldı, 50. km’sinde herkes döküldü, bir ben kaldım. Bitiş
çizgisini elimde puroyla geçmiştim. Nasıl geçtiğimi sorarsan, ben de bilmiyorum
(gülüyor). Geçtiğimiz nisan ayında 50 km yarışında yine rekor kırdım. Can Bartu’yu
geçmek için milli olabileceğim üçüncü bir dal arıyorum.
Türkiye’de büyük
kulüpler Balkanlarda oynayan oyuncuları dönem dönem yakın takibe alıyor. Balkan
kökenli oyuncuları başarılı buluyor musunuz?
Türkiye’ye
gelip de uyum sorunu yaşayan Balkan kökenli bir oyuncu göremezsiniz çünkü
birbirimize çok benzeriz. Yugoslavya’yı yediye böldüler, beşi Dünya Kupası’nda
var oldu. Balkanlardan çıkan futbolcular ve basketbolcular dünyanın her yerinde
en değerli oyunculardır. Türkiye’ye gelip saçma sapan işler yapan oyuncular
olduğundan onlara karşı önyargı oluşmuş olabilir ama yüzdeye vurduğunuzda çok
başarılılar.
FourFourTwo Dergisi Ağustos 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder