2 Kasım 2012 Cuma

Hami Mandıralı


Gol atmadığı mesafe var mı? Hayır! Plase mi dediniz? Hiç sevmez! Hami Mandıralı belki hiç gol kralı olmadı ama kaleleri döve döve attığı 219 golle lig tarihine geçti

Sizin oynadığınız dönemde Trabzonspor frikik kazandığında tribünler penaltı olmuşçasına sevinirdi…
Frikik bir sanattır. Barajda kaç kişi var? Bu adamların boylarının uzunluğu ne? Top kaleye kaç derecelik açıda bulunuyor? Topun neresine, hangi şiddette vurulursa ne kadar falso alır? Bu işin her noktasında matematik var. Bu sadece frikik için değil, bütün gol vuruşları için geçerli. İyi bir golcü aynı zamanda matematik dehasıdır! Messi beş kişiyi çalımlayıp golünü atıyorsa bu zekâsının sahaya yansımasıdır.

Santrfor olmaya kendiniz mi karar verdiniz, yoksa zaman içinde kader sizi bu mevkiye mi sürükledi?
Çoğunlukla orta sahada ya da forvet oynadım. Oyun kurma yeteneğim iyi olduğundan libero oynadığım zamanlar da oldu. İki ayağımı iyi kullandığım için hocalarım beni bir noktaya çivilemek yerine “sahada gezme” işini verdiler. Gezdikçe üretkenliğim attı. Genç Milli Takım’da Aydın Yılmaz ve Caner Erkin de bu yetenekte oyuncular olduklarından onlara da bu özgürlüğü tanımıştım. Çünkü her an oyunu değiştirebilecek yetenekte oyuncular.

Oynayacağınız maçları kafanızda önceden planlar mıydınız? Maç öncesi yaptığınız ilginç bir totem var mıydı?
İlkokulda hoca ders anlatırken ben topu kafamda bir o köşeye bir bu köşeye atardım (gülüyor). Adım “Frikikçi Hami”ye çıktı ama hareketli toplardan da çok gol attım. “Hami’nin Dünyası”nda attığım bütün goller önceden yaşanırdı.

Birlikte oynamaktan en fazla keyif aldığınız santrfor hangisiydi?
Yanında Şota gibi bir adam varsa futbola doyum olmaz. En çok golü de onunla birlikteyken attık. İkimiz de gezerdik. Golcü dediğin sabit olmamalı. Sabit olmak rakibe “Gel beni tut” diye davetiye çıkartmaktır. Golcü dediğin ele avuca sığmamalıdır. 219 gol attım ama gol kralı olamadım. 1995–96 sezonunda son maçta kendim de atabilecek durumdayken Şota’ya üç gol attırmasaydım, gol kralı ben olacaktım. Pişman değilim!

Şota ile birbirinizi bu kadar sahiplenmenizin sırrı neydi?
Gürcü olduğu halde bir ayda bizim gibi Türkçe konuşmaya başlamıştı. Hatta o kadar iyiydi ki espri bile yapıyordu. Hocamız Urbain Braems, Şota evlendikten sonra baktı ortada çocuk yok, “Çocuk yok mu çocuk?” diye sordu. Şota bu, altta kalır mı! “Hocam hep kamptayız, ne zaman çocuk yapacağız?” dedi (gülüyor). Onunla 40 metreden paslaşsak ayağa oturturduk. Çünkü her idmandan sonra birlikte çalışırdık.

Hangisi daha kolay: İçgüdülere güvenip bir anda çekilen bir şut mu, yoksa bire bir pozisyonda düşünerek kullanılan bir vuruş mu?
Bütün gollerimi rakipte ikilem yaratarak attım. Sahanın neresinde olursam olayım kaleye şut çekme ihtimalim olduğu için rakip olabilecek ihtimalleri düşünürken ben yapacağımı yapardım. Düşünerek kullandığım vuruşlarda da ayrıcalığım iki ayağımı kullanabilmemdi. Bu yüzden ikisi de benim için zor değildi.

Golcü futbolcu için işin mental yönü ne kadar önem taşıyor?
Kafası hazır olmayan oyuncunun başarılı olmasını bekleyemezsin. Rakibin kimse onu kafanda bitireceksin. Ben öyle yapardım. Rakip Galatasaray’sa Bülent Korkmaz’ı kafamda çözerdim. Yeni nesilden Manisasporlu Yiğit Gökoğlan’ı örnek verebiliriz. Türkiye’nin en süratli futbolcularından biri ama mental olarak hazır değil. Sahada ilerlemek istiyor, rakibe toslayıp geri dönüyor. Kendisinin farkında değil. “Beni bunların hiçbiri tutamaz!” dese onu kimse tutamaz.

Sizin kuşaktan röportaj yaptığımız bütün ofansif oyuncular mutlaka Bülent Korkmaz’ın adını anıyorlar. Siz ondan korunmak için nasıl önlem alırdınız?
Bülent kasıtlı olmadan çok sert oynayan bir oyuncuydu. Ben de ona yakından çalım atmamaya özen gösteriyordum. Bir maçta dizime öyle bir vurdu ki, diz kapağımın kemiğini gördüm, gözlerimden yaşlar aktı. Recep Çetin de ondan aşağı kalmazdı! Recep’in olduğu tarafa gitmeyerek kendimi korurdum (gülüyor).

Ligde attığınız 219 golden ilkini hatırlıyor musunuz? Aralarında en değerlisi hangisiydi?
Hangi takımla oynadığımızı hatırlamıyorum ama Trabzonspor’la çıktığım ikinci maçta orta sahanın gerisinden çektiğim şut gol olunca izleyenlerin şaşkınlıklarından sevinemediler bile (gülüyor). O zamanlar rüzgârda uçacak kadar cılız, bacakları kürdan gibi bir çocuktum. Trabzonspor’da oynarken Beşiktaş’a 85. dakikada 35 metreden attığım bir gol var ki unutmam mümkün değil. Maçı 2–1 kazanmıştık.

Oynadığınız dönemde kaleye çok yakın da olsanız toplara abanarak vururdunuz. Plase vuruşlar daha mı zor?
Hiçbir zaman plaseyi sevmedim. Plase risk almak gibi gelirdi bana. Döve döve atardım gollerimi (gülüyor)! Penaltılarda da Allah ne verdiyse vururdum. Kaçırdığım penaltılar sayılıdır ama kaçırınca da tam kaçırırdım (gülüyor). Trabzonspor’da oynarken bir Konyaspor maçında penaltı kullanmak için topun başına geçtim. Topa öyle bir vurdum ki üst direkte patlayan top orta saha çizgisinin de gerisine gitti.

“Zubizarreta ile karşı karşıya kalınca tutuldum!”

1990 Avrupa Kupa Galipleri Kupası ön eleme maçında Barcelona’ya Nou Camp’ta attığınız bir gol var ki Bülent Karpat’ın çığlıkları hâlâ kulaklarımızda…
Kendi evimizdeki maçta Barcelona’yı 1–0 yenmiştik. Onları elersek bunun büyük bir olay olacağını biliyorduk. Maçın daha ilk dakikalarında o zamanki sol açık oyuncuları, şimdiki sportif direktörleri Txiki Begiristain bana doğru bir hamle yaptı. Ben topu sol ayağımla ondan kurtarıp kaleye doğru sürmeye başladım. Kalede o zamanların meşhur kalecisi Zubizarreta var. Karşımda onu görünce tutuldum (gülüyor)! Birkaç saniye sonra kendime “Vursana oğlum!” dedim ve topu sol ayağımla köşeye taktım. Takım olarak tam “Bu maçı da alırız” diye sevinmeye başlarken peynir ekmek gibi gol yemeye başladık. Maç 7–2 bitti (gülüyor). İki gün sonra Fenerbahçe ile yaptığımız maçtan önce taraftar bize “Hoş geldin Avrupa fatihi” diye tezahürat yaparken maçı 5–3 almıştık.

FourFourTwo Dergisi Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder