Gol
atmadığı mesafe var mı? Hayır! Plase mi dediniz? Hiç sevmez! Hami Mandıralı
belki hiç gol kralı olmadı ama kaleleri döve döve attığı 219 golle lig tarihine
geçti
Sizin oynadığınız dönemde
Trabzonspor frikik kazandığında tribünler penaltı olmuşçasına sevinirdi…
Frikik bir
sanattır. Barajda kaç kişi var? Bu adamların boylarının uzunluğu ne? Top kaleye
kaç derecelik açıda bulunuyor? Topun neresine, hangi şiddette vurulursa ne
kadar falso alır? Bu işin her noktasında matematik var. Bu sadece frikik için değil,
bütün gol vuruşları için geçerli. İyi bir golcü aynı zamanda matematik
dehasıdır! Messi beş kişiyi çalımlayıp golünü atıyorsa bu zekâsının sahaya
yansımasıdır.
Santrfor olmaya kendiniz mi karar
verdiniz, yoksa zaman içinde kader sizi bu mevkiye mi sürükledi?
Çoğunlukla
orta sahada ya da forvet oynadım. Oyun kurma yeteneğim iyi olduğundan libero
oynadığım zamanlar da oldu. İki ayağımı iyi kullandığım için hocalarım beni bir
noktaya çivilemek yerine “sahada gezme” işini verdiler. Gezdikçe üretkenliğim
attı. Genç Milli Takım’da Aydın Yılmaz ve Caner Erkin de bu yetenekte oyuncular
olduklarından onlara da bu özgürlüğü tanımıştım. Çünkü her an oyunu
değiştirebilecek yetenekte oyuncular.
Oynayacağınız maçları kafanızda
önceden planlar mıydınız? Maç öncesi yaptığınız ilginç bir totem var mıydı?
İlkokulda
hoca ders anlatırken ben topu kafamda bir o köşeye bir bu köşeye atardım
(gülüyor). Adım “Frikikçi Hami”ye çıktı ama hareketli toplardan da çok gol
attım. “Hami’nin Dünyası”nda attığım bütün goller önceden yaşanırdı.
Birlikte oynamaktan en fazla keyif
aldığınız santrfor hangisiydi?
Yanında
Şota gibi bir adam varsa futbola doyum olmaz. En çok golü de onunla
birlikteyken attık. İkimiz de gezerdik. Golcü dediğin sabit olmamalı. Sabit
olmak rakibe “Gel beni tut” diye davetiye çıkartmaktır. Golcü dediğin ele avuca
sığmamalıdır. 219 gol attım ama gol kralı olamadım. 1995–96 sezonunda son maçta
kendim de atabilecek durumdayken Şota’ya üç gol attırmasaydım, gol kralı ben
olacaktım. Pişman değilim!
Şota ile birbirinizi bu kadar
sahiplenmenizin sırrı neydi?
Gürcü
olduğu halde bir ayda bizim gibi Türkçe konuşmaya başlamıştı. Hatta o kadar
iyiydi ki espri bile yapıyordu. Hocamız Urbain Braems, Şota evlendikten sonra
baktı ortada çocuk yok, “Çocuk yok mu çocuk?” diye sordu. Şota bu, altta kalır
mı! “Hocam hep kamptayız, ne zaman çocuk yapacağız?” dedi (gülüyor). Onunla 40
metreden paslaşsak ayağa oturturduk. Çünkü her idmandan sonra birlikte
çalışırdık.
Hangisi daha kolay: İçgüdülere
güvenip bir anda çekilen bir şut mu, yoksa bire bir pozisyonda düşünerek
kullanılan bir vuruş mu?
Bütün
gollerimi rakipte ikilem yaratarak attım. Sahanın neresinde olursam olayım
kaleye şut çekme ihtimalim olduğu için rakip olabilecek ihtimalleri düşünürken
ben yapacağımı yapardım. Düşünerek kullandığım vuruşlarda da ayrıcalığım iki
ayağımı kullanabilmemdi. Bu yüzden ikisi de benim için zor değildi.
Golcü futbolcu için işin mental yönü
ne kadar önem taşıyor?
Kafası
hazır olmayan oyuncunun başarılı olmasını bekleyemezsin. Rakibin kimse onu
kafanda bitireceksin. Ben öyle yapardım. Rakip Galatasaray’sa Bülent Korkmaz’ı
kafamda çözerdim. Yeni nesilden Manisasporlu Yiğit Gökoğlan’ı örnek
verebiliriz. Türkiye’nin en süratli futbolcularından biri ama mental olarak
hazır değil. Sahada ilerlemek istiyor, rakibe toslayıp geri dönüyor. Kendisinin
farkında değil. “Beni bunların hiçbiri tutamaz!” dese onu kimse tutamaz.
Sizin kuşaktan röportaj yaptığımız bütün
ofansif oyuncular mutlaka Bülent Korkmaz’ın adını anıyorlar. Siz ondan korunmak
için nasıl önlem alırdınız?
Bülent
kasıtlı olmadan çok sert oynayan bir oyuncuydu. Ben de ona yakından çalım
atmamaya özen gösteriyordum. Bir maçta dizime öyle bir vurdu ki, diz kapağımın
kemiğini gördüm, gözlerimden yaşlar aktı. Recep Çetin de ondan aşağı kalmazdı!
Recep’in olduğu tarafa gitmeyerek kendimi korurdum (gülüyor).
Ligde attığınız 219 golden ilkini
hatırlıyor musunuz? Aralarında en değerlisi hangisiydi?
Hangi
takımla oynadığımızı hatırlamıyorum ama Trabzonspor’la çıktığım ikinci maçta
orta sahanın gerisinden çektiğim şut gol olunca izleyenlerin şaşkınlıklarından
sevinemediler bile (gülüyor). O zamanlar rüzgârda uçacak kadar cılız, bacakları
kürdan gibi bir çocuktum. Trabzonspor’da oynarken Beşiktaş’a 85. dakikada 35
metreden attığım bir gol var ki unutmam mümkün değil. Maçı 2–1 kazanmıştık.
Oynadığınız dönemde kaleye çok yakın
da olsanız toplara abanarak vururdunuz. Plase vuruşlar daha mı zor?
Hiçbir
zaman plaseyi sevmedim. Plase risk almak gibi gelirdi bana. Döve döve atardım
gollerimi (gülüyor)! Penaltılarda da Allah ne verdiyse vururdum. Kaçırdığım
penaltılar sayılıdır ama kaçırınca da tam kaçırırdım (gülüyor). Trabzonspor’da
oynarken bir Konyaspor maçında penaltı kullanmak için topun başına geçtim. Topa
öyle bir vurdum ki üst direkte patlayan top orta saha çizgisinin de gerisine
gitti.
“Zubizarreta ile karşı karşıya
kalınca tutuldum!”
1990 Avrupa Kupa Galipleri Kupası ön
eleme maçında Barcelona’ya Nou Camp’ta attığınız bir gol var ki Bülent
Karpat’ın çığlıkları hâlâ kulaklarımızda…
Kendi
evimizdeki maçta Barcelona’yı 1–0 yenmiştik. Onları elersek bunun büyük bir olay
olacağını biliyorduk. Maçın daha ilk dakikalarında o zamanki sol açık
oyuncuları, şimdiki sportif direktörleri Txiki Begiristain bana doğru bir hamle
yaptı. Ben topu sol ayağımla ondan kurtarıp kaleye doğru sürmeye başladım.
Kalede o zamanların meşhur kalecisi Zubizarreta var. Karşımda onu görünce
tutuldum (gülüyor)! Birkaç saniye sonra kendime “Vursana oğlum!” dedim ve topu
sol ayağımla köşeye taktım. Takım olarak tam “Bu maçı da alırız” diye sevinmeye
başlarken peynir ekmek gibi gol yemeye başladık. Maç 7–2 bitti (gülüyor). İki
gün sonra Fenerbahçe ile yaptığımız maçtan önce taraftar bize “Hoş geldin
Avrupa fatihi” diye tezahürat yaparken maçı 5–3 almıştık.
FourFourTwo Dergisi Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder