“Totem
yapmam ama ‘Alacağız bu maçı’ dediğim maçı da alırız”
Yerden
Yüksek’in futbol gönüllüsü Ziya Yüksek Tamyol’u ile Şen Yuva’nın top katili
Kalender Şenyuva’yı ancak onun gibi bir futbol aşığı. Kadıköy’de bir Beşiktaşlı
olmak da bir ona yakışırdı!
Kadıköy doğumlusunuz, Kadıköy Maarif
Koleji’nden mezunusunuz ama Beşiktaşlısınız. Beşiktaşlı olma yolunda aile
büyükleri ve mahalle ağabeyleri ile mücadele ettiniz mi?
Yer siyah,
gök beyaz! En büyük Beşiktaş! Evet, annem ve babam Fenerbahçe taraftarıydı.
Okulumdaki hemen herkes Fenerbahçeliydi. Kadıköy’de Beşiktaşlı olmak o zaman bugün
olduğu kadar zor değildi. Beşiktaş’tan vapurla karşıya geçerdik. Bir gün
önceden Kadıköy’e gelen, stat çevresinde sabahlayan taraftarlar olurdu. Gazete
kâğıtlarından kafamıza amele şapkaları yapardık. Maçlardan sonra Fenerbahçe ve
Beşiktaş taraftarı bir arada Beşiktaş’a geçerdi. Biz birbirimizi kabul
etmiştik. Ağabeyim Beşiktaşlıydı. Ben de ondan etkilenmiştim. Babam beni
Fenerbahçe’ye transfer etmek için çok uğraşmıştı, çok büyük paralar vermişti
(gülüyor). Koskoca adamcağızın bana çok yalvardığını bilirim ama Beşiktaş’tan
vazgeçmedim. Yaşlandığında hâlâ inatla bir Fenerbahçe maçını birlikte izlemek
istediğini, benim de Fenerbahçe’yi desteklememi istedi ama yapamadım. Anadolu’nun
çeşitli yerlerinde turnelerde uzun zamanlar geçirdim ve Beşiktaş’a olan sevgimi
hiç eksiltmedim.
Her yere göğsünüzün üzerinde bir BJK
rozeti ile birlikte gidiyorsunuz. Göz önünde olan biri olarak nasıl tepkiler
alıyorsunuz?
O rozeti
takmak benim için çok önemli. Bütün takım elbiselerimde BJK rozeti vardır. Bir
gün beni FB TV’ye davet ettiler. “Rozetimi çıkartmam” dedim. Kabul ettiler ve
gittim. Rozet bana eski bir yaşam biçimini çağrıştırıyor. Beşiktaş’la yaşadığım
anıları da unutmuyorum. Gordon Milne’le beraber üç yıl üst üste şampiyon
olduğumuz, estetik futbol oynadığımız, Fenerbahçelileri “Arkayı dörtleyelim
beyler” diye kızdırdığımız yılları; Amokachi’yi, Metin-Ali-Feyyaz’ı özlüyorum.
Rahmetli Vedat Okyar’ı, Yusuf Tunaoğlu’nu, Süleyman Seba’yı özlüyorum. Mezarının
yerini bile bilemediğimiz Sabri Dino’yu özlüyorum.
Beşiktaş için sevinçten ya da
üzüntüden ağladığınız ya da kendinizi kaybettiğiniz bir an oldu mu?
Hüngür
hüngür ağladığım maçlar o kadar çok ki, hangi birini sayayım! Rıza Çalımbay’la
beraber Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 4–3 yendiğimiz maçta eşim ve küçük oğlum beni
izleyip “Babam bu kadar nasıl yükseğe zıplayabiliyor” demişlerdi. Bir ara rol
yaptığımı bile düşünmüşler; hem ağlıyordum, hem havalara uçuyordum. Bir de
Sabri Sarıalioğlu’nun Romanya’daki Steagul Roşu maçında son üç dakikada üç gol
yememize sebep olarak bizi Avrupa yolundan ettiği günü unutamıyorum. Takım
kaptanıydı. Maçın bitmesine iki dakika var. Koşa koşa topu santraya getiriyor.
Gol yiyoruz. Yine koşup, topu santraya getiriyor, bir gol daha yiyoruz (Altan ağabeyin
maçı ilk izlediği anda da aynı tepkileri verdiğine eminim). Bu kadar işgüzarlık
olamaz! Hepimiz çıldırmıştık.
Beşiktaş maçlarını nerede ve nasıl
izlersiniz? Büyüsü bozulur diye yıkamadığınız bir formanız var mı?
Beş yıl
önce Çarşı grubuyla üç maç izledim. Her maçtan sonra günlerce kendime
gelemedim. Oradaki müthiş heyecanı kaldıramadım. O vücut dili, o ses… Maçlardan
sonra ringden inmiş gibi oluyordum. Sonra Çarşı’dan ayrı kaldığıma üzülerek
numaralıya geçtim. Çünkü maçlardan sonra sesim kısıldığından ve yorgunluktan
çalışamıyordum. Maçı izleyemediğimde kahroluyorum ama skoru bir şekilde dakika
dakika takip ediyorum. Totem yapmam ama “Alacağız bu maçı” dediğim maçı da
alırız.
Mahallenin boş alanlarında futbol
oynarken siz hangi futbolcu olurdunuz?
Çok oynadım
ama ne yazık ki çok genç yaşta belimdeki disk kayması nedeniyle oyundan
vazgeçmem gerekti. Ben de beton zeminin üzerine kale kurmak için taş
arayanlardanım. Yalnızca para kazanmak için değil, bu işin emek vererek
estetiğini yakalamak için peşinden koşanlara sonsuz saygı duyuyorum.
Mahalledeki arkadaşlarımla o zamanın modası minicik şortlarımız ve lastik ayakkabılarımız
vardı. Profesyonel maçları izleyebilmek için büyük mücadeleler vermemiz
gerekirdi. Beşiktaş’ta oynayan Güven Ağabey vardı. Necmi, Yavuz, Fehmi,
Süreyya, Kaya, Küçük Ahmet… Onlar gibi olmak isterdim.
Bir yandan Şen Yuva dizisinde
futbola karşı bir babayı canlandırırken bir yandan Yerden Yüksek’te eski bir
futbolcuyu oynuyorsunuz. Setler arası gidip gelmek zor olmuyor mu?
Şen Yuva’da
“Keseyim mi topunuzu!” diye torunlarının peşinden koşarak futbol düşmanlığı
yapan bir dededen; futbol aşkıyla mahalledeki gençleri futbolun estetiğine,
dayanışmasına getirmeye çalışan Ziya Fikret Tamyol arasında gidip geliyorum.
Ziya hoca tam olarak benim karakterim. Yüreği açık, cebi açık bir adam. Sevdiği
işi sonuna kadar yapmaya çalışan, idealist bir baba. Kalender Şenyuva’yı daha
çok eleştirerek oynuyorum. Kalender de kötü bir adam değil aslında, eşini erken
yaşta kaybetmiş, kendisini müziğe vermiş ve başka hiçbir şeye tahammülü
kalmamış bir adam.
Dizinin senaryosunu gördüğünüzde
heyecanlandınız mı?
Örnek olmak
açısından bu projeyi çok olumlu buldum. 12 saattir setteyim ve mutluyum. Bugün
sete konuk oyuncu olarak Metin Tekin geldi. Pascal Nouma’yı, Güvenç Kurtar ağabeyimizi
burada misafir ettik. Eksiklerimiz elbette vardır ama biz “mış”
yapmıyoruz.
Beşiktaş’ı canlı olarak izlediğiniz
ilk günü hatırlıyor musunuz?
İlk
gittiğim maçta dayak yemekten son anda kurtulmuştum. Emniyet güçleri Beşiktaşlı
bir arkadaşımızı dövmüştü. Arkadaşımız da dayak yedikten sonra yanımıza gelip,
“Şahit var mı?” demişti. Ben de o zaman daha lise öğrencisiyim. “Ben varım!”
dedim. Polisler tam beni alıp götürecekken yanımda oturan yaşlı bir amca “Yok
yok şahit değil, o benim yanımda oturuyor” dedi. Böylece kurtuldum.
FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder