2 Kasım 2012 Cuma

Altan Erkekli


“Totem yapmam ama ‘Alacağız bu maçı’ dediğim maçı da alırız”

Yerden Yüksek’in futbol gönüllüsü Ziya Yüksek Tamyol’u ile Şen Yuva’nın top katili Kalender Şenyuva’yı ancak onun gibi bir futbol aşığı. Kadıköy’de bir Beşiktaşlı olmak da bir ona yakışırdı!

Kadıköy doğumlusunuz, Kadıköy Maarif Koleji’nden mezunusunuz ama Beşiktaşlısınız. Beşiktaşlı olma yolunda aile büyükleri ve mahalle ağabeyleri ile mücadele ettiniz mi?
Yer siyah, gök beyaz! En büyük Beşiktaş! Evet, annem ve babam Fenerbahçe taraftarıydı. Okulumdaki hemen herkes Fenerbahçeliydi. Kadıköy’de Beşiktaşlı olmak o zaman bugün olduğu kadar zor değildi. Beşiktaş’tan vapurla karşıya geçerdik. Bir gün önceden Kadıköy’e gelen, stat çevresinde sabahlayan taraftarlar olurdu. Gazete kâğıtlarından kafamıza amele şapkaları yapardık. Maçlardan sonra Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarı bir arada Beşiktaş’a geçerdi. Biz birbirimizi kabul etmiştik. Ağabeyim Beşiktaşlıydı. Ben de ondan etkilenmiştim. Babam beni Fenerbahçe’ye transfer etmek için çok uğraşmıştı, çok büyük paralar vermişti (gülüyor). Koskoca adamcağızın bana çok yalvardığını bilirim ama Beşiktaş’tan vazgeçmedim. Yaşlandığında hâlâ inatla bir Fenerbahçe maçını birlikte izlemek istediğini, benim de Fenerbahçe’yi desteklememi istedi ama yapamadım. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde turnelerde uzun zamanlar geçirdim ve Beşiktaş’a olan sevgimi hiç eksiltmedim.

Her yere göğsünüzün üzerinde bir BJK rozeti ile birlikte gidiyorsunuz. Göz önünde olan biri olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?
O rozeti takmak benim için çok önemli. Bütün takım elbiselerimde BJK rozeti vardır. Bir gün beni FB TV’ye davet ettiler. “Rozetimi çıkartmam” dedim. Kabul ettiler ve gittim. Rozet bana eski bir yaşam biçimini çağrıştırıyor. Beşiktaş’la yaşadığım anıları da unutmuyorum. Gordon Milne’le beraber üç yıl üst üste şampiyon olduğumuz, estetik futbol oynadığımız, Fenerbahçelileri “Arkayı dörtleyelim beyler” diye kızdırdığımız yılları; Amokachi’yi, Metin-Ali-Feyyaz’ı özlüyorum. Rahmetli Vedat Okyar’ı, Yusuf Tunaoğlu’nu, Süleyman Seba’yı özlüyorum. Mezarının yerini bile bilemediğimiz Sabri Dino’yu özlüyorum.

Beşiktaş için sevinçten ya da üzüntüden ağladığınız ya da kendinizi kaybettiğiniz bir an oldu mu?
Hüngür hüngür ağladığım maçlar o kadar çok ki, hangi birini sayayım! Rıza Çalımbay’la beraber Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 4–3 yendiğimiz maçta eşim ve küçük oğlum beni izleyip “Babam bu kadar nasıl yükseğe zıplayabiliyor” demişlerdi. Bir ara rol yaptığımı bile düşünmüşler; hem ağlıyordum, hem havalara uçuyordum. Bir de Sabri Sarıalioğlu’nun Romanya’daki Steagul Roşu maçında son üç dakikada üç gol yememize sebep olarak bizi Avrupa yolundan ettiği günü unutamıyorum. Takım kaptanıydı. Maçın bitmesine iki dakika var. Koşa koşa topu santraya getiriyor. Gol yiyoruz. Yine koşup, topu santraya getiriyor, bir gol daha yiyoruz (Altan ağabeyin maçı ilk izlediği anda da aynı tepkileri verdiğine eminim). Bu kadar işgüzarlık olamaz! Hepimiz çıldırmıştık.

Beşiktaş maçlarını nerede ve nasıl izlersiniz? Büyüsü bozulur diye yıkamadığınız bir formanız var mı? 
Beş yıl önce Çarşı grubuyla üç maç izledim. Her maçtan sonra günlerce kendime gelemedim. Oradaki müthiş heyecanı kaldıramadım. O vücut dili, o ses… Maçlardan sonra ringden inmiş gibi oluyordum. Sonra Çarşı’dan ayrı kaldığıma üzülerek numaralıya geçtim. Çünkü maçlardan sonra sesim kısıldığından ve yorgunluktan çalışamıyordum. Maçı izleyemediğimde kahroluyorum ama skoru bir şekilde dakika dakika takip ediyorum. Totem yapmam ama “Alacağız bu maçı” dediğim maçı da alırız.

Mahallenin boş alanlarında futbol oynarken siz hangi futbolcu olurdunuz?
Çok oynadım ama ne yazık ki çok genç yaşta belimdeki disk kayması nedeniyle oyundan vazgeçmem gerekti. Ben de beton zeminin üzerine kale kurmak için taş arayanlardanım. Yalnızca para kazanmak için değil, bu işin emek vererek estetiğini yakalamak için peşinden koşanlara sonsuz saygı duyuyorum. Mahalledeki arkadaşlarımla o zamanın modası minicik şortlarımız ve lastik ayakkabılarımız vardı. Profesyonel maçları izleyebilmek için büyük mücadeleler vermemiz gerekirdi. Beşiktaş’ta oynayan Güven Ağabey vardı. Necmi, Yavuz, Fehmi, Süreyya, Kaya, Küçük Ahmet… Onlar gibi olmak isterdim.

Bir yandan Şen Yuva dizisinde futbola karşı bir babayı canlandırırken bir yandan Yerden Yüksek’te eski bir futbolcuyu oynuyorsunuz. Setler arası gidip gelmek zor olmuyor mu?
Şen Yuva’da “Keseyim mi topunuzu!” diye torunlarının peşinden koşarak futbol düşmanlığı yapan bir dededen; futbol aşkıyla mahalledeki gençleri futbolun estetiğine, dayanışmasına getirmeye çalışan Ziya Fikret Tamyol arasında gidip geliyorum. Ziya hoca tam olarak benim karakterim. Yüreği açık, cebi açık bir adam. Sevdiği işi sonuna kadar yapmaya çalışan, idealist bir baba. Kalender Şenyuva’yı daha çok eleştirerek oynuyorum. Kalender de kötü bir adam değil aslında, eşini erken yaşta kaybetmiş, kendisini müziğe vermiş ve başka hiçbir şeye tahammülü kalmamış bir adam.

Dizinin senaryosunu gördüğünüzde heyecanlandınız mı?
Örnek olmak açısından bu projeyi çok olumlu buldum. 12 saattir setteyim ve mutluyum. Bugün sete konuk oyuncu olarak Metin Tekin geldi. Pascal Nouma’yı, Güvenç Kurtar ağabeyimizi burada misafir ettik. Eksiklerimiz elbette vardır ama biz “mış” yapmıyoruz. 

Beşiktaş’ı canlı olarak izlediğiniz ilk günü hatırlıyor musunuz?
İlk gittiğim maçta dayak yemekten son anda kurtulmuştum. Emniyet güçleri Beşiktaşlı bir arkadaşımızı dövmüştü. Arkadaşımız da dayak yedikten sonra yanımıza gelip, “Şahit var mı?” demişti. Ben de o zaman daha lise öğrencisiyim. “Ben varım!” dedim. Polisler tam beni alıp götürecekken yanımda oturan yaşlı bir amca “Yok yok şahit değil, o benim yanımda oturuyor” dedi. Böylece kurtuldum.

FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder