2 Kasım 2012 Cuma

Nihat Sırdar


RADYODA FANATİK VAR!

Trafiğin yoğun olduğu saatlerde radyonun vazgeçilmez seslerinden Nihat Sırdar ilk gittiği Fenerbahçe maçını, uğurlu hırkasını, Sevilla’da çektiklerini ve Hırvatların arasında kaldığı anları unutamıyor 

Nihat Sırdar deyince radyo dinleyicilerinin aklına ilk gelen sizin trafikte kendisini uyanık zannedenlerle verdiğiniz mücadele geliyor. Futbol konusunda da mücadele ettiğiniz bir konu var mı?
Avrupa liglerinde oynanan futbolun kalitesinin Türkiye’de de olması için bir mücadele vermek isterdim. Futbola bu kadar kafa yorup, bu kadar para harcayan bir memlekette bu işin böyle olması kanıma dokunuyor. Okullarda hâlâ futbolla ilgili bir birim yok. Yetenekli çocukları çekip çıkartmak “beden eğitimi” başlığı altında futbolsever öğretmenlerin insafına kalmış.

Profesyonel anlamda futbol oynadınız mı?
Lisanslı atlettim, lisanslı hentbolcuydum ama lisanslı futbolcu olamadım. Okulda ve mahalle arasında her fırsatta futbol oynardım. Çok da kötü oynardım (gülüyor)! Kafam çalışmaya başlayıp, nasıl oynamam gerektiğini kavradığımda 25 yaşıma gelmiştim. “Kol bacak kıran cinsten” defans oynardım. Çim ya da toprak saha bulamadığımızdan beton üzerinde oynardık. Bu da işi kolaylaştırıyordu (gülüyor). Bizim çocukluğumuzda her mahallenin bir halı sahası yoktu. Halı sahalar ilk açıldığında bütün mahalleli, göbekli amcaların oynadığı maçları bile tezahürat yapıp çekirdek çitleyerek izlerdi.

Fenerbahçelilik sizin için ne ifade ediyor?
Babam Galatasaraylı olmasına rağmen Fenerbahçeli dayılarım baskın çıkmışlardı. 1894–85 sezonunda ilk gittiğim Fenerbahçe maçında Trabzonspor’la oynamıştık. 0–0 bitmişti. Maç için vapurla Kadıköy’e gittiğimizde orası bana ayrı bir dünya gibi gelmişti. “Burası leş gibi hamsi kokuyor” diye diye bütün taraftarlar stada gidiyordu. Sekiz yaşımda olmama rağmen o güne dair bütün anıları hafızama kaydetmişim. Orada yediğim sandviçin bile tadı hâlâ damağımdadır.

Fenerbahçe maçlarını nasıl takip ediyorsunuz?
Locada tribündeki kadar coşku olmuyor ama Ali Koç’la birlikte izlediğim maçların tadı başkadır. Koltuktan kalkıp, merdivenlere oturup totem yapar. Bazen maçı bırakıp onu izliyorum. Zico ile çeyrek final oynadığımız sezon Fenerbahçe’nin bütün maçlarını izledim. Yurt dışındaki bütün maçlarda aynı hırkayı giydim. Maç için kaç gün, nerede kalıyorsak üzerimde o vardı. Chelsea maçında giyemedim, o maçta elendik.

Sivrisinek’le birlikte gittiğiniz Sevilla maçında Ümit Aktan’ı arayıp, “Ağabey şu anda Sevilla çarşının ortasındayım! Fenerbahçe formasını çıkarırsam çıplak kalacağım! Soğuktan donuyorum. Helalleşelim!” demişsiniz...
Sevilla maçına gitmeden önce biletleri ayarlamıştık. Oraya gittiğimizde biletler yok olmuştu. Dört beş kişi açıkta kaldık. Mecbur kalıp Sevilla tarafına girdik. Üç arkadaş Sevilla tribününde yer bulduk. Arkadaşlarımdan biri Galatasaraylı diğeri Beşiktaşlı… Ben yine içime Fenerbahçe formamı giymiş, üzerine uğurlu hırkamı çekmiştim. Hava buz gibiydi ve biz o hengâmede ne yaptığımızı anlamamıştık. Kendimizi Sevilla’nın delilerinin arasında bulduk. Adamlar gol atıyor, biz atıyoruz ama gıkımız çıkmıyor. En fazla gol attığımızda üzülmüş gibi “Aaa” diyorum. Arkadaşlarım gayet rahat, Sevilla gol attığında ayağa kalkıp seviniyorlar falan. Bir de İspanyollar çok enteresan, gol kaçırdıklarında stattan “Uuyyy” diye bir ses yükseliyor. Gülemiyorum da! Penaltılar atılırken Volkan kurtardıkça ben ne yapacağımı şaşırıyorum. O esnada benim forma görünüyormuş, adamlarımdan biri fark etmiş. Beni gösterip sinirlenmiş. İspanyollardan biri beni dürtmeye başladı. Arkadaşım devreye girip, “Biz dostuz” diyerek araya girdi. Üzerime bir şey giymem lazım, donuyorum ama forma görünecek diye değiştiremiyorum. Tabii bunlar yenilince stat dışında olaylar çıktı. Baktım karşı kaldırımdan Beyazıt Öztürk ve Acun Ilıcalı’yı kovalıyorlar. Biz bir restorana sığındık. Nasılsa canımızı kurtardık diyerek ben formayla oturmaya başladım. O arada Sevilla’lı bir taraftar bana uçan tekme savurmuş, yine arkadaşlar kurtardılar.

Dinleyicilerinizi alındırmadan Fenerbahçeliliğinizi yaşamak biz radyocu olarak zor olmuyor mu? Diğer takımların taraftarlarından tepki alıyor musunuz?
Diyelim Fenerbahçe–Galatasaray maçı oynandı ve Galatasaray yendi. Gerçi örnek yanlış, böyle bir maç olmayalı yıllar oluyor! Mesela Büyükşehir Belediye, Fenerbahçe’yi yendiğinde bana mesajlar gelir, hepsini programımda okurum. Bu yüzden kimsenin bana alındığını sanmıyorum. Trafik haberlerini sunan Murat Kazanasmaz koyu Galatasaraylıdır. Onunla her maçta iddiaya gireriz. Galatasaray’ı yendiğimiz bir maçta o trafik haberlerini verirken fonda “Mor menekşe” çalmaya başlamıştım (gülüyor). Anlatamamıştı.

2010 Dünya Kupası’nda sizce neler olacak? Favoriniz kim?
Brezilya’nın zorlanmadan kupayı kazanacağını düşünüyorum. Ancak itiraf etmek gerekirse maçları içim acıyarak izleyeceğim. Fatih Terim’e de elimizdeki bu malzemeyle Dünya Kupası’na gidemediğimiz için çok kızgınım. Ben onun yerinde olsam herkesin bu olayı unutması için birkaç yıl hiç göz önünde olmam. Türkiye’yi Dünya Kupası’nda üçüncü yapmış Şenol Güneş’i üç pula harcayanların da geçmişlerini düşünmeleri gerekir.

Vuvuzelalarla aranız nasıl?
Ah bir de onlar var değil mi! Ne yapacağız bilemiyorum. Bizim de milli maçlar için yaptığımız tezahüratlar da “Lay lay lay ooo Türkiye!”den ibarettir ama en azından zurna çalmıyoruz. 

CANLI YAYIN FACİASI

Semih Şentürk’ün, Hırvatistan’a son saniye golünü atması Türk radyo tarihinin skandallarından birini beraberinde getirdi!

Hırvatistan–Türkiye maçı da benim için unutulmazdır. Bütün Türkler maç bitmeden stadı boşaltmışlardı. Hırvatlar maçı kazanmış gibi seviniyorlardı. Hatta bazıları hareket çektikleri için bizimkilerden dayak yediler! Semih golü attığında hepimiz uçuyorduk. Viyana’da otele gitmek için bindiğimiz metro silme Hırvat doluydu. Bizim ekipten bir ben oturuyorum. Biz sessiz sessiz sevinirken beni arayıp telefonla Lig Radyo’ya bağladılar. Beni tutabilene aşk olsun tabii. Hararetle olan biteni anlatmaya başlamıştım ki Hırvatlardan biri ayağa kalkıp “F*** you” dedi. Öyle bir bağırdı ki, canlı yayından bütün Türkiye duydu. Ben o dakikadan sonra duramazdım: “I f*** you” dedim. O arada beni yayına alan arkadaşım Barış, “Teknik bir aksaklık oldu” diyerek durumu düzeltmeye çalışıyor (gülüyor). Adamlar bana dalacak ama arkadaşlarım etrafımı çevrelemiş. Barış beni yayından alana kadar canı çıkmıştı.

FourFourTwo Dergisi Haziran 2010 sayısında yayınlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder