28 Aralık 2012 Cuma

RAZUNDARA TJİKUZU

“Beşiktaş’a bomba transfer diye getirilen Ernst, W. Bremen’de benim yedeğimdi.”

Türkiye’deki ilk ve tek Namibya’lı futbolcusun. Nasıl bir yerde doğup büyüdün?
Namibya çok güzel bir ülke. Safarileri ünlüdür. Çok sıcakkanlı insanları var. Bundan 19 yıl öncesine kadar Güney Afrika’ya bağlı bir ülkeydik. Güney Afrika pasaportlarımız vardı. Daha sonra Güney Afrika’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etti. Çok küçük bir ülke ve kuruluşundan bu yana sadece 19 yıl geçti. Bunun sadece futbol örgütlenmesinde değil, her konuda zorlukları var. Afrika’nın bu kadar genç oyuncuyu organize etmesi kolay olmuyor. Namibya’da çok yetenekli gençler sokak arasında futbol oynayarak yaşlanıyorlar.

Namibya Milli Takımında forma giyiyorsun. Bize takımını anlatabilir misin?
Bir dönem milli takımımla da sorunlarım oldu. Teknik direktörümle anlaşamadığım için bir yıllık bir ara vermek zorunda kaldım. O zaman İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da oynuyordum ve bütün dikkatimi takımıma vermiştim. Şimdi yeniden milli takımdayım. Milli formayı giymekle gurur duyuyorum. Gelecekte bütün dünya Namibya Milli Takımı ile ülkemi tanıyacak.

Türkiye’ye gelişin Rizespor’la oldu. Transferin nasıl gerçekleşti? Rize’de umduğunu buldun mu?
Çok karışık bir zamandı. O dönem Almanya’da Galatasaraylı yetkililerle görüşmüştüm. Galatasaray’a gitmem söz konusuydu fakat o esnada Galatasaray’ın yabancı kontenjanı doluydu ve transferden vazgeçtiler. Rizespor’la anlaştık. Bundesliga’dan Rize’ye gitmek tahmin ettiğimden daha zor oldu. Bahsettiğim para ile ilgili bir sorun değil, iyi de bir sözleşmem vardı. Rize’nin sağladığı imkânlar beni tatmin etmedi. Dört ay sonra ayrıldım zaten. Rize’deyken üç defa milli takıma gittim. Gittiğim zaman gelmem biraz gecikebiliyordu. Buradaki oyuncuların aileleri, anneleri, babaları yanlarındalar. Benim annem, babam, kardeşlerim Namibya’da. Bütün ailem burada olsa benim için de her şey çok kolay olacaktı. Beni anlamadıkları için sorun çıkıyordu.

Almanya’da üç takım değiştirdikten sonra Türkiye’ye geldin ve Trabzon buradaki üçüncü durağın. Türkiye mi Almanya mı seni daha mutlu etti?
Bu çok zor bir soru çünkü Almanya’da büyüdüm diyebilirim. Küçük yaşta Bremen’e gittim ve birçok şeyi orada öğrendim. Almanya benim evim gibi diyebilirim. Ama burada da mutluyum. Benim futbol dışındaki hayatımla ilgili ne kadar az haber çıkarsa da o kadar mutlu oluyorum. Yaptığım bazı hatalar olmasaydı şu anda daha iyi yerlerde olurdum.

29 yaşına gelmene rağmen, yaşının sana sorun olmamasını Afrikalı genlerine mi borçlusun? Gerçek yaşın 29 mu?
Evet, gerçek yaşım 29. Daha genç olduğumu düşünüyorsanız buna gerçekten sevinirim. Ben pasaport değiştirip Avrupa’ya giden oyunculardan değilim. Werder Bremen’le Afrika Futbol Federasyonu arasında bir irtibat kuruldu ve Namibya Futbol Federasyonu bir oyuncu seçip Werder Bremen’e gönderecekti. Beni seçtiklerinde 13 yaşımdaydım. Yaşadığım mutluluğu ve heyecanı size anlatmam mümkün değil. Büyük kurumlar aracılığıyla geçiş yaptığım için öyle pasaportla, yaş büyütme işlemleriyle falan uğraşmadım. Ben oraya bir seneliğine gönderildim. Ancak benden memnun kaldıkları için geri dönmemi istemediler. Oradaki durumum sürekli hale geldi. Ben de seve seve kabul ettim.

Türkiye’ye başka ülkelerden gelen futbolcular genellikle futbolun sert oynanmasından yakınırlar. Sen bu konuda neler düşünüyorsun?
Sert bir lig olduğu doğru ama alışmak çok da zor değil. Türkiye’de oynanan futbolu seviyorum. Çok tekme yedim. Benim de tempoya kendimi kaptırıp sert oynadığım zamanlar oluyor. Futbolun içinde bunların olması normal. Tenis değil ki oynadığımız, futbolda temas var, ikili mücadele var. 

Pizzaro, Ailton ve Frings gibi isimlerle aynı takımda oynadın. Birlikte oynadığın arkadaşlarından en çok hangisini beğeniyorsun?
En iyi arkadaşım Pizzaro’ydu. Aynı zamanda oda arkadaşımdı. Bence en iyi oyuncu da oydu. Onunla ilgili birçok anım var ama anlatırsam buraya gelip, intikamını almasından korkuyorum. Beşiktaş’a bomba transfer denilerek getirilen Ernst, Werder Bremen’de benim yedeğimdi. Ailton fiziğinden dolayı çok eleştiri almıştı ama hakkında kötü konuşanları oyunuyla susturdu. Tam bir Bremen aşığıdır. Frings de ne kadar ters bir adam gibi görünse de iyi bir adamdır. Alman basını en az benim kadar onunla da uğraşmıştı.

30-35 metreden attığın hızlı ve dikey toplarla takımını atağa kaldırıp rakibi boş yakalıyorsun. Bu sezon için başka ne gibi planların var? Takıma katkın ne olacak?
Bu sezon bizim için gerçekten çok önemli. Şampiyon olabilmemiz için önümüzde çok büyük bir şans var. Uzun zamandır şampiyonluk yaşayamayan bir kulüpteyim. İyi bir takım oluşturduk. Hiçbir şey için geç değil. Benim performansımı sorarsan, izle ve gör derim. Ben de merak ediyorum.

Werder Bremen’de A takımına yükselmişken neden ikinci takıma gönderildin? UEFA Kupası finali oynanırken neler hissettin?
Ben Werder Bremen’de büyüdüm. Bütün yaptıklarım da abartılarak anlatıldığından takımımla sorun yaşadım. Sürekli disiplin cezaları alıp ikinci takıma gönderiliyordum. Affediliyordum, ceza alıyordum. İlginç bir deneyimdi. UEFA Kupası finalini izlemedim çünkü kendime çok kızgındım. Orada olamamak beni çok üzdü.

 “Kariyerimin başında yaptığım hatalar hâlâ başıma dert oluyor” demiştin. Neydi bu hatalar? Gençlere ne önerirsin?
Herkesin tahmin edebileceği şeyler bunlar, dışarıya çıkmak, âlem yapmak gibi. Sekiz- dokuz yıl önce yaşadığım şeyler hâlâ peşimden geliyor. Benimle ilgili en ufak bir olay olduğunda bunları ısıtıp ısıtıp önüme koyuyorlar. Yanımda ailemden kimse yoktu. Yalnız ve genç bir erkek ne yaparsa ben de bunları yaptım. Tek sorun eğlenmeyi sevmemdi. Alman basını futbolculuğumla beni göklere çıkartıyordu, benden star olarak bahsediyorlardı. Dikkatleri üzerime çektiğimden futbol dışında attığım her adımı da abartarak yazıyorlardı. Ne buluyorlardı bunda anlamıyorum. Bu uyumsuzluğum normaldi. Geriye dönüp baktığımda kendimi asıp kesmem gerektiğini düşünmüyorum. Arkadaşlarım yemek yemeye çıksam “Tjikuzu âlem yaparken yakalandı!” yazıyorlardı. Arada bir eğleniyordum yalan söylemiyorlar ama her zaman değil. Benimle ilgili iyi şeyler yazdıklarında kutlama yapıyordum. Zaten ben o sayfayı artık kapattım. İstanbul’da gittiğimde de Trabzon’da da dışarı çıkmıyorum. Sen İstanbul’da beni hiç dışarıda gördün mü? Fazla ısrarcı değilim sorumda. 

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır. 

TURGAY BAHADIR


“Macera ve polisiye romanları okurken her şeyi unutuyorum. Ne kaçırdığım goller, ne zorlu maçlar… Hiçbiri aklıma gelmiyor!”

Onu sadece kulüpler değil, milli takımlar bile paylaşamıyor! Avusturya doğumlu Turgay Bahadır, Kayseri’de başladığı Türkiye serüvenine Bursa’da tam gaz devam ederken arzuladığı kırmızı-beyazlı formaya da kavuşmanın sevincini yaşıyor

Avusturya’dan Türkiye’ye transfer olmanı sağlayan Tolunay Kafkas orada orta saha oynamana rağmen seni forvet hattına aldı. Avusturya’dan Türkiye’ye geldiğinde ve mevkii değişikliğinde zorlandın mı?
İkisi de benim isteğimle yapılan değişikliklerdi. İlk sene Kayserispor’da orta sahada oynadım. İkinci sene daha fazla santrfor olarak oynamaya başladım. Santrfor olarak oynadığımda orta sahaya nazaran daha mutlu olduğumu anladım. Avusturya, Viyana doğumluyum. Futbola orada başladım. Türkçeyi biliyordum, bu konuda rahattım. Türkiye’de futbol Avusturya’dakinden daha hızlı ve daha sert. Oyuna ayak uydurmak bir yılımı aldı.

2010 Dünya Kupası grup maçlarında Bosna Hersek ve Estonya müsabakalarının kadrosuna dâhil edilmene rağmen Avusturya Milli Takımı’nda forma giydiğin için FIFA tarafından kadrodan çıkartıldın. Bu gelişmeler yaşanırken neler hissettin?
Avusturya’nın ümit milli takımında oynadım ama A takımında hiç sahaya çıkmadım. Oynadığım ümit milli maçlar nedeniyle Türk Milli Takımı kadrosundan çıkarttılar. İdmanlara da gitmişken geri çevrilmek beni gerçekten yıktı. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi ortada kalmıştım.

Avusturya Milli Takımı’nda oynadığın için pişman mısın?
Çok pişmanım. Avusturya’da oynamamın başıma böyle bir iş açacağını bilsem asla oynamazdım. Milli takımla ilgili büyük hayallerim vardı ama sonu hüsran oldu. Ümit millide 21 yaşımda oynamış olsam hiçbir sorun olmayacaktı; neyse ki Fatih Terim’in UEFA ve FIFA ile yaptığı yazışmalardan sonra karar değişti. Fatih Terim sağ olsun bu iş için çok uğraştı. Şu anda Türk Milli Takımı’nda oynayabilmem için izin verilmiş durumda. 

Avusturya’da dört ayrı takımda oynadın ama Rapid Wien, Avusturya Wien gibi takımlar tecrübe yaşamadın. Çılgın Bursaspor taraftarı önünde oynamaktan çekiniyor musun?
Daha önce oynadığım takımlarda en fazla 7 bin taraftar takımı ateşlemeye çalışıyordu. Kayserispor taraftarına da haksızlık etmemek gerek, onlar da iyilerdi ama Bursaspor taraftarıysa benim için bulunmaz bir nimet. Taraftarları Bursa’ya transfer olmadan önce de hayranlıkla izliyordum. Onların da beni severek izlemeleri için elimden geleni yapıyorum. Bir takıma transfer olduktan sonra ilk sene kupa kaldırmak çok güzel bir duygudur. Ben de bunu yaşadım. İki sezon önce Gençlerbirliği’ne karşı Bursa’da oynadık ve Türkiye Kupası’nı kaldırdık. Tribünleri dolduranların en az yarısı Bursasporlulardı. O zamandan Bursasporlu taraftarları gözüme kestirmiştim. Bursaspor’dan teklif geldiğinde hiç düşünmeden kabul ettim.

İstanbul’un üç büyüklerinden ve Hoffenheim’dan aynı anda teklif alsan hangisini tercih edersin? Kariyer planın ne?
Yurt dışında futbol oynamak isterim ancak Türkiye’de oynanan futbol da Avrupa’da oynanandan aşağı değil. Ama Barcelona’da oynamayı kim istemez ki? 

Kuzenlerin Cem ve Cemil Tosun’u nasıl buluyorsun?
İkisi de iyi futbolcular. Kısa zamanda iyi yerlere geleceklerine inanıyorum. Avustuya’da biri ikinci ligde, diğeri üçüncü ligde oynuyor. Onlara Türkiye’ye gelmelerini tavsiye ediyorum. Burada daha çok tecrübe kazanacaklarını ve geldiklerinde pişman olmayacaklarını söylüyorum.

Son zamanlarda Avusturya’daki Türklerden önemli isimler çıkmaya başladı. Ekrem Dağ, Veli Kavlak, Ümit Korkmaz… Bu futbolcular hakkında neler söyleyebilirsin? Bizim bilmediğimiz isimler var mı?
Avusturya’da altyapı çok değerlidir ama altyapıdan oyuncuyu yükseltme konusunda sıkıntı yaşanıyor. Çıkmayı başaran isimler eğitimlerinden dolayı oldukça başarılılar. Veli Kavlak ve Ekrem Dağ kendilerini ispatladılar.

Anadolu takımlarında oynayan bazı futbolcuların naklen yayınlanan maçlarda naklen yayınlanmayan maçlara göre çok daha iyi oynadıklarını düşünen yorumcular var. Sence bu doğru mu?
Bütün Türkiye’de izlendiğini bilmek futbolcunun maça daha iyi motive olmasını sağlar. Bunun baskı yarattığını da iddia edenler var ancak ben buna katılmıyorum. Baskıyı kaldıramayan oyuncu profesyonel değildir. Ben de naklen yayınlanan maçlarda daha iyi olduğum konusunda eleştiriler aldım. Çok da haksız değiller! Bu sezon her maçta iyi olmak için elimden geleni yapıyorum. 

Küçükken Türkiye’de hangi takımı tutuyordun?
Babam Trabzonlu olduğu için Trabzonspor’u destekliyordum. Hami Mandıralı’nın benim için yeri hep ayrıdır. Sergen Yalçın’ı da çok beğeniyordum. Hakan Şükür de hayranlıkla izlediğim bir oyuncuydu.

Futboldan artan vaktinde nelerle ilgilenirsin?
Futbol hayatımın her anında var olsa sıkılmam. Bu yüzden en büyük zevklerimden biri Play Station oynamak. Çok yorucu bir eğlence. Oynadıktan sonra beynimin çok yorulduğunu hissediyorum. Dinlenmek için daha çok film izlemeyi tercih ediyorum. Kitap okumayı çok seviyorum. Macera ve polisiye romanları okurken her şeyi unutuyorum. Ne kaçırdığım goller, ne zorlu maçlar… Hiçbiri aklıma gelmiyor!

Kendinde eksik gördüğün yönlerin neler? 
Bu özelliğimi hiç sevmiyorum ama kaybettiğimiz maçlardan sonra bir iki gün kendimi toparlayamıyorum. Sahada kazanmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Maç bittiğindeyse yapacak bir şeyimin olmamasını sindiremiyorum. Her pozisyonu tekrar tekrar yaşayıp, kendimi eleştiriyorum. Oyunda kafa toplarında daha iyi olmak için her gün çalışıyorum.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır. 
      

SEZER ÖZTÜRK


“Boks yapmamın futbolda çok faydasını görüyorum”

Geçtiğimiz sezon Bank Asya 1. Lig’in en değerli futbolcusu seçildi, transfer döneminde adı Galatasaray’la sıkça anıldı. Şimdilerde Süper Lig’in altını üstünü getirmeye başlayan Sezer Öztürk’le Leverkusen’den Rocky Bilboa’ya dair…

Almanya doğumlu bir Türk olarak futbola başlaman nasıl oldu?
Futbola 10 yaşımda başladım, dokuz yıl Bayer Leverkusen’in altyapısında oynadım. Almanya’daki altyapı eğitiminin buradakinden farkı, daha çok yatırım yapılması. Burada altyapıya harcanan paralar kulüplere yük gibi gelirken, orada altyapıda çok ciddi paralar dönüyor. Bizden çok daha sabırlılar. Başarılarını sadece disiplinle açıklayamazsınız. Türkiye’de de disiplin var, hatta oradaki disiplinden çok daha fazlası. Futbolcunun oyuna odaklanabilmesi için her şey düşünülüyor. Bütün çocuklar futboldan başka bir spora yönlendiriliyor. Bu bazen yüzme, bezen tenis oluyor. Fizik gelişimi bu şekilde dengelenmiş oluyor.  

Başka takımların maçları izlerken “Bu topa da böyle vurulur mu!” dediğin hiç oluyor mu?
Oluyor ama o lafı ettikten bir gün sonra da aynı hatayı sen de yapabiliyorsun! unu maçın heyecanına bağlamak lazım. Heyecan mantığı alıp götürüyor, sağlıklı düşünemiyorsunuz. Profesyonel futbolcu olmak farklı bir bakışı da beraberinde getiriyor. Dışardan göründüğü kadar kolay olmadığını bilerek izliyorsunuz. Futbol izleyerek öğrenilmez.

2004 yılında UEFA 19 yaş altı şampiyonasında milli takımla final oynadın. Milli takımda neler yaptın?
Yaklaşık 75 maçta genç milli takımlarda forma giydim. U-19’da finalde İspanya’dan 94. dakikada gol yiyip Avrupa ikincisi olmak bizi gerçekten üzmüştü. Turnuvanın en iyi 11’ine seçilmiştim. Hocamız rahmetli Gündüz Tekin Onay’dı. O turnuvada beni sakat olduğum için yedek kulübesinde oturtmuştu. İsviçre maçından önce yürüyemez durumdaydım. İğneyle ikinci yarıda kendimi iyi hissetim. İsviçre bizden çok üstün oynuyordu. Oyuna girdim, iki tane frikik golü attım ve yarı finale çıktık. Bir sene sonra U-20’lerde Ukrayna’ya attığım iki golle gruptan çıkmıştık, çeyrek finalde yine İspanya’ya elenmiştik. Geçen sene milli takıma çok yaklaşmıştım. Bunda Bank Asya 1. Ligde olmamın da etkisi vardı. Almanya bu böyle değil. İkinci ligdeki bir oyuncu rahatlıkla A milli takımda oynuyor. Türkiye’de bunun örneği var mı bilmiyorum.

Bayer Leverkusen ve Nürnberg deneyimlerinden bize biraz bahseder misin?
Leverkusen’de oynadığım dokuz yılın yedisinde kaptanlık yaptım. Her zaman benden büyüklerle birlikte oynadım. Kendimden büyüklere kaptanlık yapmak bana çok şey kattı. Nürnberg’e altı aylığına kiralık gitmiştim. Altı ay da Belçika’da K.F.C. Germinal Beerschot takımında oynadım. UEFA Kupası’nda Marsilya’ya karşı oynadığım maçı unutamam. İki maçta da maçın adamı seçilmiştim. O maçlardan sonra Manisaspor’dan teklif aldım. 17 yaşımda Leverkusen’de oynarken Şampiyonlar Ligi’nde Bernabeu Stadı’nda karşımda Zidane vardı, Ronaldo vardı. Futbolu bilen insanlarla birlikte oynamak daha kolay. Herkes daha rahat ve sakin. Takım arkadaşların işi biliyor. Büyük takımda oynamanın daha kolay olduğunu düşünüyorum.

Transfer sezonunda adın büyük kulüplerle anıldı. Transferin gerçekleşmiş gibi haberler çıktı. Taraftarlar seni paylaşamadılar.
Büyük kulüplerden aldığım transfer haberleri yalan değil. O takımlarla ben de bizzat görüşmüştüm. Bazı konularda anlaşamadık ama önümüzdeki günlerde bu haberler gerçek olabilir. Forum sitelerinden takip ettim. Taraftarların beni istediklerini gördüğümde çok mutlu oldum.

Gösterdiğin üstün performansla geçtiğimiz sezon Bank Asya 1. Lig’de yılın futbolcusu seçildin. Manisaspor’un 1. Lig’den çıkış serüvenini senden dinleyebilir miyiz?
Süper Lig’den 1. Lig’e düşmüşsünüz, yöneticisinden aşçısına kulüpte herkeste bir kırgınlık var. Bu havayı üzerimizden atmak hiç kolay olmadı. Takım iyi gittiği zaman herkes iyidir. Ne zaman ki işler kötü gitmeye başlar o zaman dedikodular ve gruplaşmalar başlar. Son on yılda düşüp, hemen ertesi yıl çıkan iki takım var: Biri Antalyaspor biri de Manisaspor. Geçen yıl biz bu koşulları egale etmeyi başardık, 34 haftanın 32 haftasını lider götürdük. Bank Asya’nın mücadelesi ve baskısı Süper Lig’den daha yüksektir. Maçlardan sonra her tarafınıza buzları sarınca ancak kendinize gelebilirsiniz.
 
Üzerindeki Rocky Bilboa tişörtünden boksa ilgili olduğunu çıkartabilir miyiz? 
Sylvester Stallone’nin bütün filmlerini ezbere bilirim. Fırsat buldukça ben de boks yapıyorum. Profesyonel boksör değilim ama kendi çapımda boks yapmak da bana yetiyor. Almanya’ya tatile gittiğimde profesyonel arkadaşlarla ringe çıkma fırsatım oluyor. Boks yapmamın futbolda çok faydasını görüyorum. Sadece futbol oynayarak vücudunuzun alt kısmını geliştirebilirsiniz.

Maçlarda sinirlendiğin bir pozisyon olduğunda içinden boks yapmak geldiği oldu mu?
Bazen maçlarda çıldırma noktasına gelsem de boks yapmak aklıma hiç gelmedi. Burada da takım arkadaşlarımı sahaya yatırdığım oluyor. Sahada boks yapmaya kalkarsam başıma gelecekleri düşünmek bile istemiyorum!

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır.

MICHAEL STEWART


BİR NEVİ CESURYÜREK
“İskoç teknik adamların Ada’da başarılı olmalarının ardında her şeye sıfırdan başlamaları bulunuyor”

Bizler Ankara’nın kışlarının soğuk ve karlı olduğunu düşünürken Gençlerbirliği’nin İskoçu kendine güle oynaya kısa kollu kıyafetler alıyor. Michael Stewart, Man Utd altyapısından öğrendikleriyle Süper Lig’e kalite katacak

Manchester United altyapısına girmen nasıl oldu? Kimlerle birlikte oynadın? Kimlerden neler öğrendin?
İskoçya’da futbola amatör bir takımda oynayarak başladım. 12 yaşımda Manchester United takımından bir teklif aldım. Orada oynayabilmem için İskoçya’dan ayrılıp, İngiltere’ye yerleşmem gerekiyordu. Sırf bu yüzden teklifi reddettim. 16 yaşıma kadar Rangers’ta oynadım. Manchester United benden vazgeçmemişti ve Rangers’tan istedi. Okulumun bitmesine altı ay vardı. Bu yüzden karar vermem zor oldu ama sonunda gittim.

Braveheart Türkiye’de de çok popüler… İskoç olduğunu söylediğinde filmden bahsedenler oldu mu?
İskoçya için Brevhart bir dönüm noktası gibi. Bir filmin bir ülke için bu derece önemli olabileceğini asla tahmin edemezdim. Tüm dünyada tekrar tekrar yayınlanması ve sevilmesi İskoçlar için bir gurur kaynağı.

Aralarında Fenerbahçe - Galatasaray gibi bir rekabet olan Hearts ve Hibernian kulüplerinin her ikisinde birden oynamak nasıldı? Nasıl tepkiler aldın?
Galatasaray–Fenerbahçe rekabetindense Rangers ve Celtic gibi düşünebiliriz. Manchester United’a gittim ve orada iki yıllık kontratım varken ülkeme dönmek istedim. Celtic ya da Rangers’ta oynayacağımı düşünüyordum. Hearts takımına bir yıllık kiralık gittim. Ancak paramı alamadım. Bunun üstüne bir de sakatlık geçirdim. Hearts’taki sözleşmem bittiğinde İngiltere’ye dönmek istemedim. Hearts’ta da mutlu değildim ve Hibernian’a gittim. Orada bir süre oynadıktan sonra zorlanacağımı ve kariyerim açısından yanlış bir karar olduğunu bile bile Hearts’a geri döndüm. Bu arada kendimle ve geleceğimle meşgul olduğumdan taraftarların çekişmesi pek de umurumda değildi. İskoçya’da yaşamak adına verdiğim kararlardan vazgeçip, bir an önce ülkemden ayrılmam gerektiğini düşünerek Gençlerbirliği’nden gelen teklifi kabul ettim.

Sana üç dileğinin kabul olacağını söyleseydim ne dilerdin?
Harcamakla bitmeyecek bir meblağda para isteyeceğimi düşünüyorsun değil mi? Yanlış! 29 yaşımdayım ve paranın mutluluk getirmediğini biliyorum. Ailem ve kendim için sağlık ve mutluluk dilerdim. Benim mutlu olmam ailemin mutluluğuna bağlı. İskoçya’da yaşadığım Edinburgh şehri bugüne kadar benim için çok güzel şeyler yaptı. Ben de onun için dileklerimden birini harcayabilirim. Dünyanın en güzel şehri olması için tek eksiği olan iklimini yumuşatırdım.

Türkiye’yi gezme imkânın oldu mu?
İskoç arkadaşlarım Türkiye’ye tatile geldiklerinde Antalya’yı, Bodrum’u anlata anlata bitiremezlerdi. Türklerin sıcakkanlı insanlar olduğunu defalarca duydum. Bana Ankara’nın kışlarının ağır geçtiğini, Sivasspor, Kayserispor gibi deplasmanlarda kış aylarında zorlanabileceğimi söylediklerinde çok güldüm. Çünkü benim ülkemden kar ve buz hiç eksik olmaz (Bu arada telefonuyla çektiği buz kaplı evleri gösteriyor). Ankara’da eşimle birlikte gitmeyi en çok sevdiğimiz yerlerden biri de manavlar. Bu kadar sebze ve meyveyi bir arada görmemiştik. Güneşi bu kadar uzun süre görmek muhteşem! Kendimize kısa kollu giyecekler alırken çok eğlendik.

Alex Ferguson, Bill Shankly, Kenny Dalglish… Ada’nın efsane hocaları hep İskoçya’dan çıkıyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Bu saydığın isimler ve diğerleri, hepsi sıfırdan gelen insanlar. Yaşamak için başarmak zorunda olmaları onları herkesten çok mücadele eder hale getirdi. Her birinin hayat hikâyesini dinlemeye değer. Hepsi de kimseden destek görmeden, kendi imkânlarıyla bir yerlere geldiler. Başarılarının arkasında bence bir de İngiliz ve İskoçların aksanlarının birbirinden farklı olması yatıyor. Bir İskoç teknik direktör İngiltere’de bir takımda göreve başladığında futbolculara kendisini kolaylıkla dinletebiliyor. Futbolcular onun ne söylediğini anlamak için çok daha dikkatli dinliyor.

Bunca gözlemden sonra sen de teknik direktör olmayı düşünüyor musun?
Zaman zaman düşünmüyor değilim. Futbolun içinde iyi insanlar olduğu kadar kötü insanlar da var. Futbolculuğu bıraktıktan sonra da futbolun içindeki kötü insanlarla bir arada olmak ister miyim bilmiyorum. Şu an için planım futbolculuk hayatım bittiğinde özgür olmak. Artık futbolun can damarı para. İnsanlar da bu futbolun içinde olanlara insan olarak değil, para olarak bakıyorlar. Futbol oynarken büyük paralar kazanıyoruz ve etrafımızda bizimle paramız için vakit geçirmek isteyen insanlar barındırıyoruz. Futbol kariyerimiz bittiğinde yalnız kalma olasılığımız herkesten daha yüksek. Bu sahte bir yaşam! Ve bir de futbolcuysan kendini halka arz etmiş oluyorsun. Herkes senin hakkında bir şeyler söyleme hatta küfür etme hakkına otomatik olarak sahip oluyor.

Türkiye ile İskoçya futbolunu karşılaştırırsan neler söylersin? Gençlerbirliği’ni hangi takıma benzetiyorsun?
Zor soru. İskoçya, Türkiye ile kıyaslandığında çok küçük bir ülke. Türkiye’de lig kurulduğundan beri şampiyon olan sayılı takım var. Anadolu takımları ise yine benzer özellikler taşıyor. Gençlerbirliği ise yıllardan beri ortalarda bir takım. İskoçya’da böyle bir durum yok. Takımların yerleri asla durağan olamaz. Lig sürekli değişken.
Galatasaray’ın eski teknik direktörü Souness’in Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda sahaya bayrak dikme anını izledin mi?
Biliyorum. Sahaya bayrağı diktiği an İskoç televizyonlarında günlerce tekrar tekrar yayınlandı. İzleyen herkesin çok güldüğünü hatırlıyorum. Çok yadırgadığımızı söyleyemem çünkü İskoçya çılgın insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir ülke. Ben de bunu seviyorum.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi'nin Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır. 




ENGİN İPEKOĞLU


İyi bir golcü olduğu doğru mu? Türkiye’nin en iyi kalecisi kim? Tanju mu, Recep mi daha iyi röveşata atıyor? Renkli kazakları neden giyiyordu? O küfrü neden etti?

Avusturya’da futbola başlamanız nasıl oldu? Siz de mi birçok kaleci gibi tesadüfen kaleye geçtiniz?
Avusturya’ya göç ettiğimizde babam yalnız kalmamam için beni Prater SV’nin altyapısına yazdırdı. 17 yaşıma geldiğimde Avusturya üçüncü liginde en genç oyuncu unvanını aldım. İlk başladığımda iyi bir santrfordum ama gözüm hep kaledeydi. Hocalarım A takımın kaleciliğini yaparken beni ümit takımında forvet oynatıyorlardı. İki gol krallığı kupam var! Bu oyunumla Avusturya birinci lig takımlarından teklifler aldım ama kulüp bırakmadı. Benden alacakları parayla üç yıllık bütçeyi kurtarmayı planlıyorlardı. Sakaryaspor’un teklifi onları tatmin etti ve transfer oldum.

Avusturya’dan geldiğinizde Sakarya’daki şartlar sizi zorlamadı mı?
Şehre gelir gelmez bir “Eyvah!” dedim. Sonra günlerce her gördüğüm şeye yeniden ve yeniden şaşırdım (gülüyor). Tarlada idman yapıyorduk. Hatta sabit bir tarlamız da yoktu! Önce otlayan inekleri kovalayıp kendimize yer açmamız gerekiyordu! Ben de kulüpten ödeyemeyecekleri bir ücret isteyerek Avusturya’ya kaçtım. Üç ay sonra bir baktım, Sakaryaspor yöneticileri istediğim parayı hazırlayıp bana haber göndermişler. “Nihayetinde gideceğim yer Türkiye” diyerek Sakarya’ya döndüm.

Sakaryaspor’un bütün cevherlerini Fenerbahçe’ye verdiği dönemde siz neden bir yıl sonra Beşiktaş’a gittiniz?
Arkadaşlarım gittiğinde benim bir yıl daha sözleşmem vardı. O dönemde büyük takımların kalesi yabancıların tekelindeydi. Benim hedefim Beşiktaş kalesiydi çünkü en zayıf halka Jurkoviç’ti. O sırada milli takımın da kalesini koruduğumdan Fenerbahçe’den çok ciddi bir teklif aldım ama Schumacher dururken oynamam söz konusu olamazdı. Ben de Beşiktaş’ın teklifini değerlendirdim. Beşiktaş’la birlikteyken rüya gibi günler geçirdim. Ezbere sayılan bir kadromuz vardı. İki sene sonra Schumacher’in jübilesiyle birlikte Fenerbahçe’ye imzayı attım.

İki büyük kulüp iki büyük deneyim... Aklınızda neler kaldı?
Beşiktaş ve Fenerbahçe’de oynamak benim için birbirinden çok farklı deneyimlerdi. En önemli başarılarımı da Beşiktaş’ta kazandım. Fenerbahçe’de attığınız adım gazetelere haber olur. Taraftarından futbolcusuna Fenerbahçe camiası ortası olmayan bir kulüp. Durgun bir Fenerbahçe kimsenin kabul edemediği bir durum. Berabere kaldığımız maçlardan sonra tesislerin basıldığını hatırlıyorum. Sonra bir Çanakkale Dardanelspor maceram var. Oradan kovulmuştum. Sonra Rıdvan’ın teknik direktör olduğu Fenerbahçe’ye döndüm.

Yaşınızdan dolayı aldığınız eleştirilerin canınıza tak ettiği oldu mu?
Euro 2000 elemelerinde Bursa’da oynadığımız play off maçında oyuna sonradan girdim ve oynadığım 65–70 dakika hayatımın en zor dakikalarıydı. Tribünden inanılmaz tepkiler alıyordum. “Bu adam bu yaşında niye hâlâ oynuyor!” diyorlardı. Mustafa Denizli bütün eleştirilere rağmen benden vazgeçmedi ve alnımızın akıyla şampiyonaya gittik. Sezon bittiğinde futbolu bırakacağımı açıkladım. Mustafa hoca buna rağmen beni şampiyonaya götürmek istedi. Kabul etmedim. 37 yaşımdayken bir gece yarısı Fatih Terim beni aradı, “Seni Galatasaray’a alıyorum” dedi. Benden dolayı tepki alacağını  düşünerek kendime de güvenmeme rağmen bu teklifi kabul etmedim. Fatih Terim “Sana ne benim alacağım tepkilerden” diyerek beni istetti ama kulübüm beni vermedi. Sonra Galatasaray Taffarel’le anlaşıp UEFA Kupası’nı aldı.

Türkiye’nin sayılı kalecilerindensiniz. Size göre en iyi Türk kaleci kim?
Türkiye’nin sayılı kalecilerinden biri olarak aklımın yettiği en büyük kalecinin Rüştü Reçber olduğunu düşünüyorum. Barcelona’ya renk olsun diye gitmedi.

Fenerbahçe’deyken sakatlanıp kaleyi Rüştü Reçber’e kaptırmak sizin için zor oldu mu?
17 yaşımda profesyonel olarak oynamaya başladığımda takımımızın kalecisi Austria Wien takımından gelmişti ve 36 yaşındaydı. Bir gün beni kenara çekip, “Bu kulüpten senin oynayabilmen için gidiyorum” dedi. “Bir gün senin de başına aynı şey gelirse benim sana yaptıklarımı unutma.” Rüştü’nün benden iyi olduğunu kabul etmem bu yüzden benim için kolaydı. Ayağım kırıldığında Rüştü şans bulmasa en geç iki yıla onun yolunu kendi elimle açacaktım. Rüştü’yü Antalyaspor’a tavsiye eden de bendim. 1996 Avrupa Şampiyonası’na katılamam da bu sebeptendi. Rüştü en son sakatlandığında beni arayıp, “Abi senin ayağın kaç yaşında kırılmıştı?” dedi. 36 deyince güldük. O da 36 yaşındaydı. Şimdi benim rekoru kırmak için iddialaşıyor. 40 yaşına kadar oynayacak. İnşallah oynar.

Türkiye’deki ilk göz ağrınız Sakaryaspor’un şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sakaryaspor çok ciddi potansiyeli olan, kökleri çok derinde bir kulüp. Çok ciddi bir borçları olmamasına rağmen geçmişten gelen yönetimsel hataların altında eziliyorlar. Üzülüyorum. UEFA’nın getireceği yeni kriterleri bu yüzden sabırsızlıkla bekliyorum. Artık bütçeyi aşan başkan kulübü kendisine borçlandıramayacak. Gelir gider dengesizliği olan kulüpler küme düşürülecek.

Takım arkadaşından gol yemek her kalecinin kâbusudur herhalde? Kendi takım arkadaşlarınızdan yediğiniz golleri hatırlayıp gülüyor musunuz?
Recep’in Malmö maçında attığı gol anlatılacak gibi değil. Kanattan gelen bir topa savunma oyuncusu kendi kalesine doğru rövaşata yapar mı? Top “çat!” diye doksana girdi. Yerimden kımıldayamadım ve gülmeye başladım. Maç 2-2. Bu golle oldu 3-2. Soyunma odasında Gordon gelip, Recep’i tebrik etti. Eurosport bir ay boyunca Recep’in golünü jeneriklerinde çevirdi. Kendi kalesine attığının farkındalar mıydı bilmiyorum! Sakarya’da Selçuk diye bir arkadaşım vardı o da ceza sahamızdaki topları affetmezdi! Semih’ten yedim, Selçuk’tan yedim. Tabii hiç biri Recep’inki kadar güzel değildi. Tanju’nun rövaşataları o golün yanında halt etmişti.

Toplamda 32 kez milli takımın kalesini korudunuz. En unutulmaz maçınız hangisiydi?
Sakatlıklarım olmasaydı 70’i bulurdu. Tabii o zaman daha az maç oynanıyordu. 11 seneden fazla milli takımın kalesinde ben vardım. İlk milli maçımda, 1990 Dünya Kupası grup eleme maçında Doğu Almanya ile oynayacağımız maç için deplasmanda sahaya çıkarken çok heyecanlıydım. Rıdvan benim o halimi görünce “Sıkma canını 3 yer gideriz” dedi. 2–0 kazanmıştık. Bir penaltı kurtarmıştım.  

Penaltı kurtarma sanatınızın sırrı neydi?
Tesadüf, denk geliyordu (gülüyor). Çarpıyordu toplar! Milli takımda da, oynadığım takımlarda da çok penaltı çıkarttım. Eski bir forvet oyuncusu olmamın da bunda payı vardı. Penaltıyı kullanacak oyuncunun gelişinden ne yapacağını kestirebiliyordum. Penaltı atışını kurtarmak aslında fizik kurallarına aykırı. Örneğin direklerin yanına vurulan toplara yetişemezsin. Her takımda hangi futbolcunun penaltıları ne şekilde kullandığını spor programlarında incelerdim. Bu şekilde birkaç tane penaltı kurtardım.

Çocukluğum eldivenlerinize ne yazdığınızı çözmeye çalışmakla geçti. Neler yazardınız eldivenlerinize? Bir de rengârenk kaleci kazaklarınız meşhurdu. O renkleri rakibin gözünü yormak için mi seçerdiniz yoksa neşeli karakterinizi yansıtmak için mi?
Gol yediğim eldiven ve kaleci kazağını bir daha giymezdim. Sevdiğim bir arkadaşım kaleci malzemeleri üretiyordu ve benim sponsorumdu. Yoksa bana ne eldiven dayanırdı ne kazak! Renkli giyinmeyi severdim. Şimdilerde bununla ilgili bir tartışma var: Çok renkli kaleci kazakları kaleciyi hedef yapar diyorlar. Tabii o zamanlar benim bundan haberim yoktu!

Oyunculuk zamanlarınızda muhabirlerin hakları sınırsızdı. Canları istediğinde sahaya girebiliyorlardı. Siz de Fenerbahçe–Beşiktaş maçında bunun mağduru olmuştunuz…
O maçta top kale çizgisini geçti, geçmedi tartışması yapılıyordu. Ortalık karışmıştı. Yardımcı hakem bana ana avrat küfür etti. Yanlış mı duydum diye gazeteci arkadaşlara sordum. “Doğru” dediler. Ahmet Çakar’a gidip, “Yardımcın bana küfür ediyor” dedim. “Yanlış duymuşsundur” dedi. Muhabir de o sırada “Ne oldu?” diye sorunca bende film koptu.

Bursaspor’un başına geçtiğinizde fevkalade oynayan bir futbol takımı yaratmıştınız. Bursaspor’un her zaman başarıya müsait olduğu söylenebilir mi?
Raşit Çetiner’in ardından Levent Kızıl başkanımız bana bu görevi verdiğinde gazetecilere “Anadolu’dan yeni bir şampiyon çıkacaksa bu Bursaspor’dan başkası olamaz” demiştim. Türkiye’nin hiçbir yerinde göremeyeceğiniz bir taraftarı var. Süper Lig’de takımı olan birçok şehirde taraftarlar hem şehirlerinin takımını hem büyük takımlardan birini tutar ama Bursalı Bursasporludur. Şehirde sanayinin güçlü olması da kulubün avantajı. Benim kadromdaki Sercan, Eren, Volkan, Ömer, Bekir Ozan hâlâ takımdalar. Şartların müsait olduğunu söyleyerek Ertuğrul’un başarısını gölgelemek doğru olmaz. Ona çok şey borçluyuz. Artık lig çok daha keyifli.

Kaleciler hep yalnız ve biraz da Shumacher’in dediği gibi biraz deli midirler sizce?
Kalecilik yürek isteyen bir iş. Bunun için deli deniliyor belki. Sakatlanma olasılığınız herkesten çok daha fazla. Esasında kalecinin sahadaki herkesten çok daha akıllı olması gerek. Çünkü oyunu her açıdan görmeli ve her tehlikeyi sezebilmeli.

Hiddink’li milli takımdan bizim gibi sizin de beklentileriniz büyük mü? Hiddink’li milli takım yeni bir ekol yaratabilecek mi?
Hiddink’le anlaştıktan sonra Oğuz Çetin’le birlikte fikstür çekimi için Almanya’ya gittik. Bir salonun içinde dünyanın her yerinden milli takım yetkilileriyle bir aradaydık. Almanlarla sohbet ederken “Yaptığınıza inanamıyoruz, Hiddink’i nasıl ülkenize götürdünüz?” dediler. “Yaptığınız işin farkına daha sonra varacaksınız, onun çok faydasını göreceksiniz” dediler. Türk milli takımının bir iskelet kadrosu var. Gençler aradan sıyrılana kadar bu kadro değişmeyecek. Hiddink topu kaybedince on kişinin birden savunma yaptığı, topu kazanınca on kişinin birden golü düşündüğü bir takım yaratmak istiyor. Kendi aramızdaki konuşmalarımızda “Türk futbolcusu çok yetenekli, saha içinde bazı futbolcular tembellik yapmazsa dünya üzerinde bizi yenecek çok az sayıda takım var. Yeter ki futbolcularımız sahada koştukları on metrenin, yirmi metrenin hesabını yapmasınlar.” diyor. Milli takım kafilesindeki futbolcudan çaycısına kurduğu ilişkilerin çok iyi olması hepimizi mutlu ediyor. Saha dışında da dediğini futbolculara yaptırma konusunda hiç sıkıntı çekmiyor.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi'nin Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır.