28 Aralık 2012 Cuma

RAZUNDARA TJİKUZU

“Beşiktaş’a bomba transfer diye getirilen Ernst, W. Bremen’de benim yedeğimdi.”

Türkiye’deki ilk ve tek Namibya’lı futbolcusun. Nasıl bir yerde doğup büyüdün?
Namibya çok güzel bir ülke. Safarileri ünlüdür. Çok sıcakkanlı insanları var. Bundan 19 yıl öncesine kadar Güney Afrika’ya bağlı bir ülkeydik. Güney Afrika pasaportlarımız vardı. Daha sonra Güney Afrika’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan etti. Çok küçük bir ülke ve kuruluşundan bu yana sadece 19 yıl geçti. Bunun sadece futbol örgütlenmesinde değil, her konuda zorlukları var. Afrika’nın bu kadar genç oyuncuyu organize etmesi kolay olmuyor. Namibya’da çok yetenekli gençler sokak arasında futbol oynayarak yaşlanıyorlar.

Namibya Milli Takımında forma giyiyorsun. Bize takımını anlatabilir misin?
Bir dönem milli takımımla da sorunlarım oldu. Teknik direktörümle anlaşamadığım için bir yıllık bir ara vermek zorunda kaldım. O zaman İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da oynuyordum ve bütün dikkatimi takımıma vermiştim. Şimdi yeniden milli takımdayım. Milli formayı giymekle gurur duyuyorum. Gelecekte bütün dünya Namibya Milli Takımı ile ülkemi tanıyacak.

Türkiye’ye gelişin Rizespor’la oldu. Transferin nasıl gerçekleşti? Rize’de umduğunu buldun mu?
Çok karışık bir zamandı. O dönem Almanya’da Galatasaraylı yetkililerle görüşmüştüm. Galatasaray’a gitmem söz konusuydu fakat o esnada Galatasaray’ın yabancı kontenjanı doluydu ve transferden vazgeçtiler. Rizespor’la anlaştık. Bundesliga’dan Rize’ye gitmek tahmin ettiğimden daha zor oldu. Bahsettiğim para ile ilgili bir sorun değil, iyi de bir sözleşmem vardı. Rize’nin sağladığı imkânlar beni tatmin etmedi. Dört ay sonra ayrıldım zaten. Rize’deyken üç defa milli takıma gittim. Gittiğim zaman gelmem biraz gecikebiliyordu. Buradaki oyuncuların aileleri, anneleri, babaları yanlarındalar. Benim annem, babam, kardeşlerim Namibya’da. Bütün ailem burada olsa benim için de her şey çok kolay olacaktı. Beni anlamadıkları için sorun çıkıyordu.

Almanya’da üç takım değiştirdikten sonra Türkiye’ye geldin ve Trabzon buradaki üçüncü durağın. Türkiye mi Almanya mı seni daha mutlu etti?
Bu çok zor bir soru çünkü Almanya’da büyüdüm diyebilirim. Küçük yaşta Bremen’e gittim ve birçok şeyi orada öğrendim. Almanya benim evim gibi diyebilirim. Ama burada da mutluyum. Benim futbol dışındaki hayatımla ilgili ne kadar az haber çıkarsa da o kadar mutlu oluyorum. Yaptığım bazı hatalar olmasaydı şu anda daha iyi yerlerde olurdum.

29 yaşına gelmene rağmen, yaşının sana sorun olmamasını Afrikalı genlerine mi borçlusun? Gerçek yaşın 29 mu?
Evet, gerçek yaşım 29. Daha genç olduğumu düşünüyorsanız buna gerçekten sevinirim. Ben pasaport değiştirip Avrupa’ya giden oyunculardan değilim. Werder Bremen’le Afrika Futbol Federasyonu arasında bir irtibat kuruldu ve Namibya Futbol Federasyonu bir oyuncu seçip Werder Bremen’e gönderecekti. Beni seçtiklerinde 13 yaşımdaydım. Yaşadığım mutluluğu ve heyecanı size anlatmam mümkün değil. Büyük kurumlar aracılığıyla geçiş yaptığım için öyle pasaportla, yaş büyütme işlemleriyle falan uğraşmadım. Ben oraya bir seneliğine gönderildim. Ancak benden memnun kaldıkları için geri dönmemi istemediler. Oradaki durumum sürekli hale geldi. Ben de seve seve kabul ettim.

Türkiye’ye başka ülkelerden gelen futbolcular genellikle futbolun sert oynanmasından yakınırlar. Sen bu konuda neler düşünüyorsun?
Sert bir lig olduğu doğru ama alışmak çok da zor değil. Türkiye’de oynanan futbolu seviyorum. Çok tekme yedim. Benim de tempoya kendimi kaptırıp sert oynadığım zamanlar oluyor. Futbolun içinde bunların olması normal. Tenis değil ki oynadığımız, futbolda temas var, ikili mücadele var. 

Pizzaro, Ailton ve Frings gibi isimlerle aynı takımda oynadın. Birlikte oynadığın arkadaşlarından en çok hangisini beğeniyorsun?
En iyi arkadaşım Pizzaro’ydu. Aynı zamanda oda arkadaşımdı. Bence en iyi oyuncu da oydu. Onunla ilgili birçok anım var ama anlatırsam buraya gelip, intikamını almasından korkuyorum. Beşiktaş’a bomba transfer denilerek getirilen Ernst, Werder Bremen’de benim yedeğimdi. Ailton fiziğinden dolayı çok eleştiri almıştı ama hakkında kötü konuşanları oyunuyla susturdu. Tam bir Bremen aşığıdır. Frings de ne kadar ters bir adam gibi görünse de iyi bir adamdır. Alman basını en az benim kadar onunla da uğraşmıştı.

30-35 metreden attığın hızlı ve dikey toplarla takımını atağa kaldırıp rakibi boş yakalıyorsun. Bu sezon için başka ne gibi planların var? Takıma katkın ne olacak?
Bu sezon bizim için gerçekten çok önemli. Şampiyon olabilmemiz için önümüzde çok büyük bir şans var. Uzun zamandır şampiyonluk yaşayamayan bir kulüpteyim. İyi bir takım oluşturduk. Hiçbir şey için geç değil. Benim performansımı sorarsan, izle ve gör derim. Ben de merak ediyorum.

Werder Bremen’de A takımına yükselmişken neden ikinci takıma gönderildin? UEFA Kupası finali oynanırken neler hissettin?
Ben Werder Bremen’de büyüdüm. Bütün yaptıklarım da abartılarak anlatıldığından takımımla sorun yaşadım. Sürekli disiplin cezaları alıp ikinci takıma gönderiliyordum. Affediliyordum, ceza alıyordum. İlginç bir deneyimdi. UEFA Kupası finalini izlemedim çünkü kendime çok kızgındım. Orada olamamak beni çok üzdü.

 “Kariyerimin başında yaptığım hatalar hâlâ başıma dert oluyor” demiştin. Neydi bu hatalar? Gençlere ne önerirsin?
Herkesin tahmin edebileceği şeyler bunlar, dışarıya çıkmak, âlem yapmak gibi. Sekiz- dokuz yıl önce yaşadığım şeyler hâlâ peşimden geliyor. Benimle ilgili en ufak bir olay olduğunda bunları ısıtıp ısıtıp önüme koyuyorlar. Yanımda ailemden kimse yoktu. Yalnız ve genç bir erkek ne yaparsa ben de bunları yaptım. Tek sorun eğlenmeyi sevmemdi. Alman basını futbolculuğumla beni göklere çıkartıyordu, benden star olarak bahsediyorlardı. Dikkatleri üzerime çektiğimden futbol dışında attığım her adımı da abartarak yazıyorlardı. Ne buluyorlardı bunda anlamıyorum. Bu uyumsuzluğum normaldi. Geriye dönüp baktığımda kendimi asıp kesmem gerektiğini düşünmüyorum. Arkadaşlarım yemek yemeye çıksam “Tjikuzu âlem yaparken yakalandı!” yazıyorlardı. Arada bir eğleniyordum yalan söylemiyorlar ama her zaman değil. Benimle ilgili iyi şeyler yazdıklarında kutlama yapıyordum. Zaten ben o sayfayı artık kapattım. İstanbul’da gittiğimde de Trabzon’da da dışarı çıkmıyorum. Sen İstanbul’da beni hiç dışarıda gördün mü? Fazla ısrarcı değilim sorumda. 

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır. 

TURGAY BAHADIR


“Macera ve polisiye romanları okurken her şeyi unutuyorum. Ne kaçırdığım goller, ne zorlu maçlar… Hiçbiri aklıma gelmiyor!”

Onu sadece kulüpler değil, milli takımlar bile paylaşamıyor! Avusturya doğumlu Turgay Bahadır, Kayseri’de başladığı Türkiye serüvenine Bursa’da tam gaz devam ederken arzuladığı kırmızı-beyazlı formaya da kavuşmanın sevincini yaşıyor

Avusturya’dan Türkiye’ye transfer olmanı sağlayan Tolunay Kafkas orada orta saha oynamana rağmen seni forvet hattına aldı. Avusturya’dan Türkiye’ye geldiğinde ve mevkii değişikliğinde zorlandın mı?
İkisi de benim isteğimle yapılan değişikliklerdi. İlk sene Kayserispor’da orta sahada oynadım. İkinci sene daha fazla santrfor olarak oynamaya başladım. Santrfor olarak oynadığımda orta sahaya nazaran daha mutlu olduğumu anladım. Avusturya, Viyana doğumluyum. Futbola orada başladım. Türkçeyi biliyordum, bu konuda rahattım. Türkiye’de futbol Avusturya’dakinden daha hızlı ve daha sert. Oyuna ayak uydurmak bir yılımı aldı.

2010 Dünya Kupası grup maçlarında Bosna Hersek ve Estonya müsabakalarının kadrosuna dâhil edilmene rağmen Avusturya Milli Takımı’nda forma giydiğin için FIFA tarafından kadrodan çıkartıldın. Bu gelişmeler yaşanırken neler hissettin?
Avusturya’nın ümit milli takımında oynadım ama A takımında hiç sahaya çıkmadım. Oynadığım ümit milli maçlar nedeniyle Türk Milli Takımı kadrosundan çıkarttılar. İdmanlara da gitmişken geri çevrilmek beni gerçekten yıktı. Elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi ortada kalmıştım.

Avusturya Milli Takımı’nda oynadığın için pişman mısın?
Çok pişmanım. Avusturya’da oynamamın başıma böyle bir iş açacağını bilsem asla oynamazdım. Milli takımla ilgili büyük hayallerim vardı ama sonu hüsran oldu. Ümit millide 21 yaşımda oynamış olsam hiçbir sorun olmayacaktı; neyse ki Fatih Terim’in UEFA ve FIFA ile yaptığı yazışmalardan sonra karar değişti. Fatih Terim sağ olsun bu iş için çok uğraştı. Şu anda Türk Milli Takımı’nda oynayabilmem için izin verilmiş durumda. 

Avusturya’da dört ayrı takımda oynadın ama Rapid Wien, Avusturya Wien gibi takımlar tecrübe yaşamadın. Çılgın Bursaspor taraftarı önünde oynamaktan çekiniyor musun?
Daha önce oynadığım takımlarda en fazla 7 bin taraftar takımı ateşlemeye çalışıyordu. Kayserispor taraftarına da haksızlık etmemek gerek, onlar da iyilerdi ama Bursaspor taraftarıysa benim için bulunmaz bir nimet. Taraftarları Bursa’ya transfer olmadan önce de hayranlıkla izliyordum. Onların da beni severek izlemeleri için elimden geleni yapıyorum. Bir takıma transfer olduktan sonra ilk sene kupa kaldırmak çok güzel bir duygudur. Ben de bunu yaşadım. İki sezon önce Gençlerbirliği’ne karşı Bursa’da oynadık ve Türkiye Kupası’nı kaldırdık. Tribünleri dolduranların en az yarısı Bursasporlulardı. O zamandan Bursasporlu taraftarları gözüme kestirmiştim. Bursaspor’dan teklif geldiğinde hiç düşünmeden kabul ettim.

İstanbul’un üç büyüklerinden ve Hoffenheim’dan aynı anda teklif alsan hangisini tercih edersin? Kariyer planın ne?
Yurt dışında futbol oynamak isterim ancak Türkiye’de oynanan futbol da Avrupa’da oynanandan aşağı değil. Ama Barcelona’da oynamayı kim istemez ki? 

Kuzenlerin Cem ve Cemil Tosun’u nasıl buluyorsun?
İkisi de iyi futbolcular. Kısa zamanda iyi yerlere geleceklerine inanıyorum. Avustuya’da biri ikinci ligde, diğeri üçüncü ligde oynuyor. Onlara Türkiye’ye gelmelerini tavsiye ediyorum. Burada daha çok tecrübe kazanacaklarını ve geldiklerinde pişman olmayacaklarını söylüyorum.

Son zamanlarda Avusturya’daki Türklerden önemli isimler çıkmaya başladı. Ekrem Dağ, Veli Kavlak, Ümit Korkmaz… Bu futbolcular hakkında neler söyleyebilirsin? Bizim bilmediğimiz isimler var mı?
Avusturya’da altyapı çok değerlidir ama altyapıdan oyuncuyu yükseltme konusunda sıkıntı yaşanıyor. Çıkmayı başaran isimler eğitimlerinden dolayı oldukça başarılılar. Veli Kavlak ve Ekrem Dağ kendilerini ispatladılar.

Anadolu takımlarında oynayan bazı futbolcuların naklen yayınlanan maçlarda naklen yayınlanmayan maçlara göre çok daha iyi oynadıklarını düşünen yorumcular var. Sence bu doğru mu?
Bütün Türkiye’de izlendiğini bilmek futbolcunun maça daha iyi motive olmasını sağlar. Bunun baskı yarattığını da iddia edenler var ancak ben buna katılmıyorum. Baskıyı kaldıramayan oyuncu profesyonel değildir. Ben de naklen yayınlanan maçlarda daha iyi olduğum konusunda eleştiriler aldım. Çok da haksız değiller! Bu sezon her maçta iyi olmak için elimden geleni yapıyorum. 

Küçükken Türkiye’de hangi takımı tutuyordun?
Babam Trabzonlu olduğu için Trabzonspor’u destekliyordum. Hami Mandıralı’nın benim için yeri hep ayrıdır. Sergen Yalçın’ı da çok beğeniyordum. Hakan Şükür de hayranlıkla izlediğim bir oyuncuydu.

Futboldan artan vaktinde nelerle ilgilenirsin?
Futbol hayatımın her anında var olsa sıkılmam. Bu yüzden en büyük zevklerimden biri Play Station oynamak. Çok yorucu bir eğlence. Oynadıktan sonra beynimin çok yorulduğunu hissediyorum. Dinlenmek için daha çok film izlemeyi tercih ediyorum. Kitap okumayı çok seviyorum. Macera ve polisiye romanları okurken her şeyi unutuyorum. Ne kaçırdığım goller, ne zorlu maçlar… Hiçbiri aklıma gelmiyor!

Kendinde eksik gördüğün yönlerin neler? 
Bu özelliğimi hiç sevmiyorum ama kaybettiğimiz maçlardan sonra bir iki gün kendimi toparlayamıyorum. Sahada kazanmak için elimden gelen her şeyi yaparım. Maç bittiğindeyse yapacak bir şeyimin olmamasını sindiremiyorum. Her pozisyonu tekrar tekrar yaşayıp, kendimi eleştiriyorum. Oyunda kafa toplarında daha iyi olmak için her gün çalışıyorum.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır. 
      

SEZER ÖZTÜRK


“Boks yapmamın futbolda çok faydasını görüyorum”

Geçtiğimiz sezon Bank Asya 1. Lig’in en değerli futbolcusu seçildi, transfer döneminde adı Galatasaray’la sıkça anıldı. Şimdilerde Süper Lig’in altını üstünü getirmeye başlayan Sezer Öztürk’le Leverkusen’den Rocky Bilboa’ya dair…

Almanya doğumlu bir Türk olarak futbola başlaman nasıl oldu?
Futbola 10 yaşımda başladım, dokuz yıl Bayer Leverkusen’in altyapısında oynadım. Almanya’daki altyapı eğitiminin buradakinden farkı, daha çok yatırım yapılması. Burada altyapıya harcanan paralar kulüplere yük gibi gelirken, orada altyapıda çok ciddi paralar dönüyor. Bizden çok daha sabırlılar. Başarılarını sadece disiplinle açıklayamazsınız. Türkiye’de de disiplin var, hatta oradaki disiplinden çok daha fazlası. Futbolcunun oyuna odaklanabilmesi için her şey düşünülüyor. Bütün çocuklar futboldan başka bir spora yönlendiriliyor. Bu bazen yüzme, bezen tenis oluyor. Fizik gelişimi bu şekilde dengelenmiş oluyor.  

Başka takımların maçları izlerken “Bu topa da böyle vurulur mu!” dediğin hiç oluyor mu?
Oluyor ama o lafı ettikten bir gün sonra da aynı hatayı sen de yapabiliyorsun! unu maçın heyecanına bağlamak lazım. Heyecan mantığı alıp götürüyor, sağlıklı düşünemiyorsunuz. Profesyonel futbolcu olmak farklı bir bakışı da beraberinde getiriyor. Dışardan göründüğü kadar kolay olmadığını bilerek izliyorsunuz. Futbol izleyerek öğrenilmez.

2004 yılında UEFA 19 yaş altı şampiyonasında milli takımla final oynadın. Milli takımda neler yaptın?
Yaklaşık 75 maçta genç milli takımlarda forma giydim. U-19’da finalde İspanya’dan 94. dakikada gol yiyip Avrupa ikincisi olmak bizi gerçekten üzmüştü. Turnuvanın en iyi 11’ine seçilmiştim. Hocamız rahmetli Gündüz Tekin Onay’dı. O turnuvada beni sakat olduğum için yedek kulübesinde oturtmuştu. İsviçre maçından önce yürüyemez durumdaydım. İğneyle ikinci yarıda kendimi iyi hissetim. İsviçre bizden çok üstün oynuyordu. Oyuna girdim, iki tane frikik golü attım ve yarı finale çıktık. Bir sene sonra U-20’lerde Ukrayna’ya attığım iki golle gruptan çıkmıştık, çeyrek finalde yine İspanya’ya elenmiştik. Geçen sene milli takıma çok yaklaşmıştım. Bunda Bank Asya 1. Ligde olmamın da etkisi vardı. Almanya bu böyle değil. İkinci ligdeki bir oyuncu rahatlıkla A milli takımda oynuyor. Türkiye’de bunun örneği var mı bilmiyorum.

Bayer Leverkusen ve Nürnberg deneyimlerinden bize biraz bahseder misin?
Leverkusen’de oynadığım dokuz yılın yedisinde kaptanlık yaptım. Her zaman benden büyüklerle birlikte oynadım. Kendimden büyüklere kaptanlık yapmak bana çok şey kattı. Nürnberg’e altı aylığına kiralık gitmiştim. Altı ay da Belçika’da K.F.C. Germinal Beerschot takımında oynadım. UEFA Kupası’nda Marsilya’ya karşı oynadığım maçı unutamam. İki maçta da maçın adamı seçilmiştim. O maçlardan sonra Manisaspor’dan teklif aldım. 17 yaşımda Leverkusen’de oynarken Şampiyonlar Ligi’nde Bernabeu Stadı’nda karşımda Zidane vardı, Ronaldo vardı. Futbolu bilen insanlarla birlikte oynamak daha kolay. Herkes daha rahat ve sakin. Takım arkadaşların işi biliyor. Büyük takımda oynamanın daha kolay olduğunu düşünüyorum.

Transfer sezonunda adın büyük kulüplerle anıldı. Transferin gerçekleşmiş gibi haberler çıktı. Taraftarlar seni paylaşamadılar.
Büyük kulüplerden aldığım transfer haberleri yalan değil. O takımlarla ben de bizzat görüşmüştüm. Bazı konularda anlaşamadık ama önümüzdeki günlerde bu haberler gerçek olabilir. Forum sitelerinden takip ettim. Taraftarların beni istediklerini gördüğümde çok mutlu oldum.

Gösterdiğin üstün performansla geçtiğimiz sezon Bank Asya 1. Lig’de yılın futbolcusu seçildin. Manisaspor’un 1. Lig’den çıkış serüvenini senden dinleyebilir miyiz?
Süper Lig’den 1. Lig’e düşmüşsünüz, yöneticisinden aşçısına kulüpte herkeste bir kırgınlık var. Bu havayı üzerimizden atmak hiç kolay olmadı. Takım iyi gittiği zaman herkes iyidir. Ne zaman ki işler kötü gitmeye başlar o zaman dedikodular ve gruplaşmalar başlar. Son on yılda düşüp, hemen ertesi yıl çıkan iki takım var: Biri Antalyaspor biri de Manisaspor. Geçen yıl biz bu koşulları egale etmeyi başardık, 34 haftanın 32 haftasını lider götürdük. Bank Asya’nın mücadelesi ve baskısı Süper Lig’den daha yüksektir. Maçlardan sonra her tarafınıza buzları sarınca ancak kendinize gelebilirsiniz.
 
Üzerindeki Rocky Bilboa tişörtünden boksa ilgili olduğunu çıkartabilir miyiz? 
Sylvester Stallone’nin bütün filmlerini ezbere bilirim. Fırsat buldukça ben de boks yapıyorum. Profesyonel boksör değilim ama kendi çapımda boks yapmak da bana yetiyor. Almanya’ya tatile gittiğimde profesyonel arkadaşlarla ringe çıkma fırsatım oluyor. Boks yapmamın futbolda çok faydasını görüyorum. Sadece futbol oynayarak vücudunuzun alt kısmını geliştirebilirsiniz.

Maçlarda sinirlendiğin bir pozisyon olduğunda içinden boks yapmak geldiği oldu mu?
Bazen maçlarda çıldırma noktasına gelsem de boks yapmak aklıma hiç gelmedi. Burada da takım arkadaşlarımı sahaya yatırdığım oluyor. Sahada boks yapmaya kalkarsam başıma gelecekleri düşünmek bile istemiyorum!

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi Kasım 2010 sayısında yayımlanmıştır.

MICHAEL STEWART


BİR NEVİ CESURYÜREK
“İskoç teknik adamların Ada’da başarılı olmalarının ardında her şeye sıfırdan başlamaları bulunuyor”

Bizler Ankara’nın kışlarının soğuk ve karlı olduğunu düşünürken Gençlerbirliği’nin İskoçu kendine güle oynaya kısa kollu kıyafetler alıyor. Michael Stewart, Man Utd altyapısından öğrendikleriyle Süper Lig’e kalite katacak

Manchester United altyapısına girmen nasıl oldu? Kimlerle birlikte oynadın? Kimlerden neler öğrendin?
İskoçya’da futbola amatör bir takımda oynayarak başladım. 12 yaşımda Manchester United takımından bir teklif aldım. Orada oynayabilmem için İskoçya’dan ayrılıp, İngiltere’ye yerleşmem gerekiyordu. Sırf bu yüzden teklifi reddettim. 16 yaşıma kadar Rangers’ta oynadım. Manchester United benden vazgeçmemişti ve Rangers’tan istedi. Okulumun bitmesine altı ay vardı. Bu yüzden karar vermem zor oldu ama sonunda gittim.

Braveheart Türkiye’de de çok popüler… İskoç olduğunu söylediğinde filmden bahsedenler oldu mu?
İskoçya için Brevhart bir dönüm noktası gibi. Bir filmin bir ülke için bu derece önemli olabileceğini asla tahmin edemezdim. Tüm dünyada tekrar tekrar yayınlanması ve sevilmesi İskoçlar için bir gurur kaynağı.

Aralarında Fenerbahçe - Galatasaray gibi bir rekabet olan Hearts ve Hibernian kulüplerinin her ikisinde birden oynamak nasıldı? Nasıl tepkiler aldın?
Galatasaray–Fenerbahçe rekabetindense Rangers ve Celtic gibi düşünebiliriz. Manchester United’a gittim ve orada iki yıllık kontratım varken ülkeme dönmek istedim. Celtic ya da Rangers’ta oynayacağımı düşünüyordum. Hearts takımına bir yıllık kiralık gittim. Ancak paramı alamadım. Bunun üstüne bir de sakatlık geçirdim. Hearts’taki sözleşmem bittiğinde İngiltere’ye dönmek istemedim. Hearts’ta da mutlu değildim ve Hibernian’a gittim. Orada bir süre oynadıktan sonra zorlanacağımı ve kariyerim açısından yanlış bir karar olduğunu bile bile Hearts’a geri döndüm. Bu arada kendimle ve geleceğimle meşgul olduğumdan taraftarların çekişmesi pek de umurumda değildi. İskoçya’da yaşamak adına verdiğim kararlardan vazgeçip, bir an önce ülkemden ayrılmam gerektiğini düşünerek Gençlerbirliği’nden gelen teklifi kabul ettim.

Sana üç dileğinin kabul olacağını söyleseydim ne dilerdin?
Harcamakla bitmeyecek bir meblağda para isteyeceğimi düşünüyorsun değil mi? Yanlış! 29 yaşımdayım ve paranın mutluluk getirmediğini biliyorum. Ailem ve kendim için sağlık ve mutluluk dilerdim. Benim mutlu olmam ailemin mutluluğuna bağlı. İskoçya’da yaşadığım Edinburgh şehri bugüne kadar benim için çok güzel şeyler yaptı. Ben de onun için dileklerimden birini harcayabilirim. Dünyanın en güzel şehri olması için tek eksiği olan iklimini yumuşatırdım.

Türkiye’yi gezme imkânın oldu mu?
İskoç arkadaşlarım Türkiye’ye tatile geldiklerinde Antalya’yı, Bodrum’u anlata anlata bitiremezlerdi. Türklerin sıcakkanlı insanlar olduğunu defalarca duydum. Bana Ankara’nın kışlarının ağır geçtiğini, Sivasspor, Kayserispor gibi deplasmanlarda kış aylarında zorlanabileceğimi söylediklerinde çok güldüm. Çünkü benim ülkemden kar ve buz hiç eksik olmaz (Bu arada telefonuyla çektiği buz kaplı evleri gösteriyor). Ankara’da eşimle birlikte gitmeyi en çok sevdiğimiz yerlerden biri de manavlar. Bu kadar sebze ve meyveyi bir arada görmemiştik. Güneşi bu kadar uzun süre görmek muhteşem! Kendimize kısa kollu giyecekler alırken çok eğlendik.

Alex Ferguson, Bill Shankly, Kenny Dalglish… Ada’nın efsane hocaları hep İskoçya’dan çıkıyor. Bunu neye bağlıyorsun?
Bu saydığın isimler ve diğerleri, hepsi sıfırdan gelen insanlar. Yaşamak için başarmak zorunda olmaları onları herkesten çok mücadele eder hale getirdi. Her birinin hayat hikâyesini dinlemeye değer. Hepsi de kimseden destek görmeden, kendi imkânlarıyla bir yerlere geldiler. Başarılarının arkasında bence bir de İngiliz ve İskoçların aksanlarının birbirinden farklı olması yatıyor. Bir İskoç teknik direktör İngiltere’de bir takımda göreve başladığında futbolculara kendisini kolaylıkla dinletebiliyor. Futbolcular onun ne söylediğini anlamak için çok daha dikkatli dinliyor.

Bunca gözlemden sonra sen de teknik direktör olmayı düşünüyor musun?
Zaman zaman düşünmüyor değilim. Futbolun içinde iyi insanlar olduğu kadar kötü insanlar da var. Futbolculuğu bıraktıktan sonra da futbolun içindeki kötü insanlarla bir arada olmak ister miyim bilmiyorum. Şu an için planım futbolculuk hayatım bittiğinde özgür olmak. Artık futbolun can damarı para. İnsanlar da bu futbolun içinde olanlara insan olarak değil, para olarak bakıyorlar. Futbol oynarken büyük paralar kazanıyoruz ve etrafımızda bizimle paramız için vakit geçirmek isteyen insanlar barındırıyoruz. Futbol kariyerimiz bittiğinde yalnız kalma olasılığımız herkesten daha yüksek. Bu sahte bir yaşam! Ve bir de futbolcuysan kendini halka arz etmiş oluyorsun. Herkes senin hakkında bir şeyler söyleme hatta küfür etme hakkına otomatik olarak sahip oluyor.

Türkiye ile İskoçya futbolunu karşılaştırırsan neler söylersin? Gençlerbirliği’ni hangi takıma benzetiyorsun?
Zor soru. İskoçya, Türkiye ile kıyaslandığında çok küçük bir ülke. Türkiye’de lig kurulduğundan beri şampiyon olan sayılı takım var. Anadolu takımları ise yine benzer özellikler taşıyor. Gençlerbirliği ise yıllardan beri ortalarda bir takım. İskoçya’da böyle bir durum yok. Takımların yerleri asla durağan olamaz. Lig sürekli değişken.
Galatasaray’ın eski teknik direktörü Souness’in Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda sahaya bayrak dikme anını izledin mi?
Biliyorum. Sahaya bayrağı diktiği an İskoç televizyonlarında günlerce tekrar tekrar yayınlandı. İzleyen herkesin çok güldüğünü hatırlıyorum. Çok yadırgadığımızı söyleyemem çünkü İskoçya çılgın insanların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir ülke. Ben de bunu seviyorum.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi'nin Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır. 




ENGİN İPEKOĞLU


İyi bir golcü olduğu doğru mu? Türkiye’nin en iyi kalecisi kim? Tanju mu, Recep mi daha iyi röveşata atıyor? Renkli kazakları neden giyiyordu? O küfrü neden etti?

Avusturya’da futbola başlamanız nasıl oldu? Siz de mi birçok kaleci gibi tesadüfen kaleye geçtiniz?
Avusturya’ya göç ettiğimizde babam yalnız kalmamam için beni Prater SV’nin altyapısına yazdırdı. 17 yaşıma geldiğimde Avusturya üçüncü liginde en genç oyuncu unvanını aldım. İlk başladığımda iyi bir santrfordum ama gözüm hep kaledeydi. Hocalarım A takımın kaleciliğini yaparken beni ümit takımında forvet oynatıyorlardı. İki gol krallığı kupam var! Bu oyunumla Avusturya birinci lig takımlarından teklifler aldım ama kulüp bırakmadı. Benden alacakları parayla üç yıllık bütçeyi kurtarmayı planlıyorlardı. Sakaryaspor’un teklifi onları tatmin etti ve transfer oldum.

Avusturya’dan geldiğinizde Sakarya’daki şartlar sizi zorlamadı mı?
Şehre gelir gelmez bir “Eyvah!” dedim. Sonra günlerce her gördüğüm şeye yeniden ve yeniden şaşırdım (gülüyor). Tarlada idman yapıyorduk. Hatta sabit bir tarlamız da yoktu! Önce otlayan inekleri kovalayıp kendimize yer açmamız gerekiyordu! Ben de kulüpten ödeyemeyecekleri bir ücret isteyerek Avusturya’ya kaçtım. Üç ay sonra bir baktım, Sakaryaspor yöneticileri istediğim parayı hazırlayıp bana haber göndermişler. “Nihayetinde gideceğim yer Türkiye” diyerek Sakarya’ya döndüm.

Sakaryaspor’un bütün cevherlerini Fenerbahçe’ye verdiği dönemde siz neden bir yıl sonra Beşiktaş’a gittiniz?
Arkadaşlarım gittiğinde benim bir yıl daha sözleşmem vardı. O dönemde büyük takımların kalesi yabancıların tekelindeydi. Benim hedefim Beşiktaş kalesiydi çünkü en zayıf halka Jurkoviç’ti. O sırada milli takımın da kalesini koruduğumdan Fenerbahçe’den çok ciddi bir teklif aldım ama Schumacher dururken oynamam söz konusu olamazdı. Ben de Beşiktaş’ın teklifini değerlendirdim. Beşiktaş’la birlikteyken rüya gibi günler geçirdim. Ezbere sayılan bir kadromuz vardı. İki sene sonra Schumacher’in jübilesiyle birlikte Fenerbahçe’ye imzayı attım.

İki büyük kulüp iki büyük deneyim... Aklınızda neler kaldı?
Beşiktaş ve Fenerbahçe’de oynamak benim için birbirinden çok farklı deneyimlerdi. En önemli başarılarımı da Beşiktaş’ta kazandım. Fenerbahçe’de attığınız adım gazetelere haber olur. Taraftarından futbolcusuna Fenerbahçe camiası ortası olmayan bir kulüp. Durgun bir Fenerbahçe kimsenin kabul edemediği bir durum. Berabere kaldığımız maçlardan sonra tesislerin basıldığını hatırlıyorum. Sonra bir Çanakkale Dardanelspor maceram var. Oradan kovulmuştum. Sonra Rıdvan’ın teknik direktör olduğu Fenerbahçe’ye döndüm.

Yaşınızdan dolayı aldığınız eleştirilerin canınıza tak ettiği oldu mu?
Euro 2000 elemelerinde Bursa’da oynadığımız play off maçında oyuna sonradan girdim ve oynadığım 65–70 dakika hayatımın en zor dakikalarıydı. Tribünden inanılmaz tepkiler alıyordum. “Bu adam bu yaşında niye hâlâ oynuyor!” diyorlardı. Mustafa Denizli bütün eleştirilere rağmen benden vazgeçmedi ve alnımızın akıyla şampiyonaya gittik. Sezon bittiğinde futbolu bırakacağımı açıkladım. Mustafa hoca buna rağmen beni şampiyonaya götürmek istedi. Kabul etmedim. 37 yaşımdayken bir gece yarısı Fatih Terim beni aradı, “Seni Galatasaray’a alıyorum” dedi. Benden dolayı tepki alacağını  düşünerek kendime de güvenmeme rağmen bu teklifi kabul etmedim. Fatih Terim “Sana ne benim alacağım tepkilerden” diyerek beni istetti ama kulübüm beni vermedi. Sonra Galatasaray Taffarel’le anlaşıp UEFA Kupası’nı aldı.

Türkiye’nin sayılı kalecilerindensiniz. Size göre en iyi Türk kaleci kim?
Türkiye’nin sayılı kalecilerinden biri olarak aklımın yettiği en büyük kalecinin Rüştü Reçber olduğunu düşünüyorum. Barcelona’ya renk olsun diye gitmedi.

Fenerbahçe’deyken sakatlanıp kaleyi Rüştü Reçber’e kaptırmak sizin için zor oldu mu?
17 yaşımda profesyonel olarak oynamaya başladığımda takımımızın kalecisi Austria Wien takımından gelmişti ve 36 yaşındaydı. Bir gün beni kenara çekip, “Bu kulüpten senin oynayabilmen için gidiyorum” dedi. “Bir gün senin de başına aynı şey gelirse benim sana yaptıklarımı unutma.” Rüştü’nün benden iyi olduğunu kabul etmem bu yüzden benim için kolaydı. Ayağım kırıldığında Rüştü şans bulmasa en geç iki yıla onun yolunu kendi elimle açacaktım. Rüştü’yü Antalyaspor’a tavsiye eden de bendim. 1996 Avrupa Şampiyonası’na katılamam da bu sebeptendi. Rüştü en son sakatlandığında beni arayıp, “Abi senin ayağın kaç yaşında kırılmıştı?” dedi. 36 deyince güldük. O da 36 yaşındaydı. Şimdi benim rekoru kırmak için iddialaşıyor. 40 yaşına kadar oynayacak. İnşallah oynar.

Türkiye’deki ilk göz ağrınız Sakaryaspor’un şu anki durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sakaryaspor çok ciddi potansiyeli olan, kökleri çok derinde bir kulüp. Çok ciddi bir borçları olmamasına rağmen geçmişten gelen yönetimsel hataların altında eziliyorlar. Üzülüyorum. UEFA’nın getireceği yeni kriterleri bu yüzden sabırsızlıkla bekliyorum. Artık bütçeyi aşan başkan kulübü kendisine borçlandıramayacak. Gelir gider dengesizliği olan kulüpler küme düşürülecek.

Takım arkadaşından gol yemek her kalecinin kâbusudur herhalde? Kendi takım arkadaşlarınızdan yediğiniz golleri hatırlayıp gülüyor musunuz?
Recep’in Malmö maçında attığı gol anlatılacak gibi değil. Kanattan gelen bir topa savunma oyuncusu kendi kalesine doğru rövaşata yapar mı? Top “çat!” diye doksana girdi. Yerimden kımıldayamadım ve gülmeye başladım. Maç 2-2. Bu golle oldu 3-2. Soyunma odasında Gordon gelip, Recep’i tebrik etti. Eurosport bir ay boyunca Recep’in golünü jeneriklerinde çevirdi. Kendi kalesine attığının farkındalar mıydı bilmiyorum! Sakarya’da Selçuk diye bir arkadaşım vardı o da ceza sahamızdaki topları affetmezdi! Semih’ten yedim, Selçuk’tan yedim. Tabii hiç biri Recep’inki kadar güzel değildi. Tanju’nun rövaşataları o golün yanında halt etmişti.

Toplamda 32 kez milli takımın kalesini korudunuz. En unutulmaz maçınız hangisiydi?
Sakatlıklarım olmasaydı 70’i bulurdu. Tabii o zaman daha az maç oynanıyordu. 11 seneden fazla milli takımın kalesinde ben vardım. İlk milli maçımda, 1990 Dünya Kupası grup eleme maçında Doğu Almanya ile oynayacağımız maç için deplasmanda sahaya çıkarken çok heyecanlıydım. Rıdvan benim o halimi görünce “Sıkma canını 3 yer gideriz” dedi. 2–0 kazanmıştık. Bir penaltı kurtarmıştım.  

Penaltı kurtarma sanatınızın sırrı neydi?
Tesadüf, denk geliyordu (gülüyor). Çarpıyordu toplar! Milli takımda da, oynadığım takımlarda da çok penaltı çıkarttım. Eski bir forvet oyuncusu olmamın da bunda payı vardı. Penaltıyı kullanacak oyuncunun gelişinden ne yapacağını kestirebiliyordum. Penaltı atışını kurtarmak aslında fizik kurallarına aykırı. Örneğin direklerin yanına vurulan toplara yetişemezsin. Her takımda hangi futbolcunun penaltıları ne şekilde kullandığını spor programlarında incelerdim. Bu şekilde birkaç tane penaltı kurtardım.

Çocukluğum eldivenlerinize ne yazdığınızı çözmeye çalışmakla geçti. Neler yazardınız eldivenlerinize? Bir de rengârenk kaleci kazaklarınız meşhurdu. O renkleri rakibin gözünü yormak için mi seçerdiniz yoksa neşeli karakterinizi yansıtmak için mi?
Gol yediğim eldiven ve kaleci kazağını bir daha giymezdim. Sevdiğim bir arkadaşım kaleci malzemeleri üretiyordu ve benim sponsorumdu. Yoksa bana ne eldiven dayanırdı ne kazak! Renkli giyinmeyi severdim. Şimdilerde bununla ilgili bir tartışma var: Çok renkli kaleci kazakları kaleciyi hedef yapar diyorlar. Tabii o zamanlar benim bundan haberim yoktu!

Oyunculuk zamanlarınızda muhabirlerin hakları sınırsızdı. Canları istediğinde sahaya girebiliyorlardı. Siz de Fenerbahçe–Beşiktaş maçında bunun mağduru olmuştunuz…
O maçta top kale çizgisini geçti, geçmedi tartışması yapılıyordu. Ortalık karışmıştı. Yardımcı hakem bana ana avrat küfür etti. Yanlış mı duydum diye gazeteci arkadaşlara sordum. “Doğru” dediler. Ahmet Çakar’a gidip, “Yardımcın bana küfür ediyor” dedim. “Yanlış duymuşsundur” dedi. Muhabir de o sırada “Ne oldu?” diye sorunca bende film koptu.

Bursaspor’un başına geçtiğinizde fevkalade oynayan bir futbol takımı yaratmıştınız. Bursaspor’un her zaman başarıya müsait olduğu söylenebilir mi?
Raşit Çetiner’in ardından Levent Kızıl başkanımız bana bu görevi verdiğinde gazetecilere “Anadolu’dan yeni bir şampiyon çıkacaksa bu Bursaspor’dan başkası olamaz” demiştim. Türkiye’nin hiçbir yerinde göremeyeceğiniz bir taraftarı var. Süper Lig’de takımı olan birçok şehirde taraftarlar hem şehirlerinin takımını hem büyük takımlardan birini tutar ama Bursalı Bursasporludur. Şehirde sanayinin güçlü olması da kulubün avantajı. Benim kadromdaki Sercan, Eren, Volkan, Ömer, Bekir Ozan hâlâ takımdalar. Şartların müsait olduğunu söyleyerek Ertuğrul’un başarısını gölgelemek doğru olmaz. Ona çok şey borçluyuz. Artık lig çok daha keyifli.

Kaleciler hep yalnız ve biraz da Shumacher’in dediği gibi biraz deli midirler sizce?
Kalecilik yürek isteyen bir iş. Bunun için deli deniliyor belki. Sakatlanma olasılığınız herkesten çok daha fazla. Esasında kalecinin sahadaki herkesten çok daha akıllı olması gerek. Çünkü oyunu her açıdan görmeli ve her tehlikeyi sezebilmeli.

Hiddink’li milli takımdan bizim gibi sizin de beklentileriniz büyük mü? Hiddink’li milli takım yeni bir ekol yaratabilecek mi?
Hiddink’le anlaştıktan sonra Oğuz Çetin’le birlikte fikstür çekimi için Almanya’ya gittik. Bir salonun içinde dünyanın her yerinden milli takım yetkilileriyle bir aradaydık. Almanlarla sohbet ederken “Yaptığınıza inanamıyoruz, Hiddink’i nasıl ülkenize götürdünüz?” dediler. “Yaptığınız işin farkına daha sonra varacaksınız, onun çok faydasını göreceksiniz” dediler. Türk milli takımının bir iskelet kadrosu var. Gençler aradan sıyrılana kadar bu kadro değişmeyecek. Hiddink topu kaybedince on kişinin birden savunma yaptığı, topu kazanınca on kişinin birden golü düşündüğü bir takım yaratmak istiyor. Kendi aramızdaki konuşmalarımızda “Türk futbolcusu çok yetenekli, saha içinde bazı futbolcular tembellik yapmazsa dünya üzerinde bizi yenecek çok az sayıda takım var. Yeter ki futbolcularımız sahada koştukları on metrenin, yirmi metrenin hesabını yapmasınlar.” diyor. Milli takım kafilesindeki futbolcudan çaycısına kurduğu ilişkilerin çok iyi olması hepimizi mutlu ediyor. Saha dışında da dediğini futbolculara yaptırma konusunda hiç sıkıntı çekmiyor.

Bu röportaj FourFourTwo Dergisi'nin Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır. 

2 Kasım 2012 Cuma

Marcus Merk


ÜSTÜN ALMAN TEKNOLOJİSİ

“Burada her şey ya siyah, ya beyaz. Gri rengi göremiyorum”

Onun hakemliğini zaten biliyorduk, şimdi Lig TV sayesinde hakem yorumculuğunu tanımaya başladık. Markus Merk daha ilk günden başka bir hakem eleştirisi yapılabileceğini göstermeye başladı

Hakem olmaya nasıl karar verdiniz?
Kaiserslautern’de doğdum. Şehirde 100.000 kişilik nüfusun tamamı futbol sevdalısıdır. 1954’te Almanya Dünya Kupası’nı kazandığında Almanya’nın bu küçük şehri milli takımda beş kişi ile temsil ediliyordu. Doğduğum ev stadyumdan sadece 300 adım uzaklıktaydı. Eğer bu şehirde doğduysanız Kırmızı Şeytanlar’ın formasını giymek istersiniz. Ben de öyle yaptım. Beş yaşımda futbol oynamaya başladım. O zaman için bu enteresandı çünkü normalde sekiz yaşında başlanıyordu. Özel izinle oynamaya başladım ve adidas benim için özel bir ayakkabı tasarladı. “Büyük Cehennem”de üç kişiden çok etkilenirdim: Hakem ve yardımcı hakemler. Hakemliğe 12 yaşımda başladım. Bu da bir ilkti. Normali 15’ti ama Alman Futbol Federasyonu’ndan özel izinle başladım. 12 yaşında bir çocuğun yetiştirilmesinin ne kadar önemli olduğunu tahmin edersiniz. Bundan 14 yıl sonra ben de Bundesliga’da maç yönetmeye başladım. Almanya’nın en büyük gazeteleri beni bir reklâm şakası gibi sundu. 1984 yılıydı. Digitürk ve Lig TV yoktu! Bir Alman kanalı bu maç için kamera göndermişti. Bundesliga’da maç yönetmeye başladığımda o görüntüler televizyonda dönüyordu.

Futbolculuktan gelen bir hakem olarak yönettiğiniz maçlarda futbolcuları girdikleri pozisyonlarda eleştirir miydiniz? Topa vurmak istiyor muydunuz?
Bir oyuncu da kendini sürekli hakem gibi hissetmiyor mu? Bu hakem için de oyuncu için de büyük avantajdır. En üst seviyeye çıkmak ve orada kalmak istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Üst düzey bir hakem kendisini teknik direktörün, taraftarın ve futbolcunun yerine kendisini koyabilmeli. Bu saydıklarım futbol dünyasının parçaları. Hakem ise bunları kapsayan bütündür.

Ben ilk yönettiğim maçta heyecandan kronometreyi çalıştırmayı unutmuştum. Sizin de böyle bir hikâyeniz var mı?
Düdüğünüzden çıkardığınız ses sizin imzanızdır. 10 yıllık hakemlik kariyerim vardı ve ilk günden beri aynı düdüğü kullanıyordum. Bu benim için bir totemdi. Almanya üçüncü liginde bir maç yönetecektim ve kıran kırana bir maç olacaktı. Maçtan birkaç gün önce düdüğüm kırıldı. Kötü şans! Aynısından iki tane sipariş verdim. Sinirden ölecektim. Son dakikada düdük geldi. Hakem odasında çocuk gibi dakikalarca öttürdüm. Eski sesimin aynısıydı. Maça çıktım. Düdüğümü kullandığım ilk pozisyonda herkes bana bakıp gülmeye başladı. Anaokulundaki bir çocuk da aynı sesi çıkarırdı! Ne yapacağımı şaşırdım. Oyuncular sağ olsun az faul yaparak beni bu komik duruma düşürmediler. Ben de devre arasında düdüğümü değiştirdim.

Aynı zamanda diş doktorusunuz. Hastalarınız arasında maçlarda canınızı sıkan futbolcular da oluyor muydu? Kararlarınıza itiraz eden futbolcuları dişçi koltuğuna oturtmakla tehdit ediyor muydunuz?
Kliniğim Kaiserslautern’de olduğundan bütün futbolcuları tanıyordum. Bir adamın hem hakemi hem diş doktoru olmak son derece aşırı (gülüyor). Benden uzak durmaya çalışıyorlardı (gülüyor). Toplam 350 Bundesliga maçı yönettim. Her biri ayrı hikâye. Stefan Kuntz benim dostumdur. Almanya’da herkes dost olduğumuzu bildiğinden onunla ilgili verdiğim kararlara dikkat etmem gerekiyordu. Leverkusen’le oynadıkları bir maçta büyük bir tartışma çıktı. Kuntz hiç susmuyordu. Beni çıldırttı. Maçta atmadım ama sonra dişçi koltuğunda görüştük!  

Türk hakemlerinin en büyük sorunu ne?
Almanya’da Türk ligleriyle ilgili haber almak çok zor. Aldığınız haberlerde büyük takımlarla ilgili küçük haberlerdir. Ancak Türk futbolunu ve anlayışını her zaman beğenmişimdir. Futbol eleştirisi dünyanın her yerindedir. Özellikle Türkiye’de! Bu Türkiye’de çalışmayı tercih etmemin sebeplerinden biri. Sadece hakemler için değil, Türk futbolu için bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Zamanla değişime katkıda bulunacağımı umuyorum. Türk hakemlerinin işleri gerçekten çok zor. Karar vermek zor bir işken, baskı altında karar vermek korkunç bir şey!

Süper Lig’in dünya liglerinde üst sıralara yükselmesi için sizce yapılması gereken üç şey ne? 
Burada her şey ya siyah, ya beyaz. Gri rengi göremiyorum. İnsanlar benden de bunu bekliyor. O pozisyon kırmızı kart gerektirir desem herkesin hoşuna gider. Bu işin kolayı ama ben hiçbir zaman kolay olanı seçmedim. Türkiye’de bir bakış açısı geliştirmek istiyorum. Bu hakemleri korumak adına yanlış kararları destekleyeceğim anlamına gelmez. Benim de yapmadığım hata kalmamıştır. Seyirci azlığı ve statların durumu da ayrıca sorunlardan bazıları.

Biz çok heyecanlı ve sıcakkanlı bir toplumuz. Futbola ilgimiz de malum. İstanbul sokaklarında yürürken sizi herhangi bir pozisyonu sormak için durduranlar oluyor mu?
Bunu seviyorum! İstanbul’a ilk geldiğimde çekincelerim olduğunu itiraf etmeliyim. İki adım atıp, “Hey Markus!” sesi duyuyorum. Ve herkes bunu gülümseyerek söylüyor. Bir gün Maraton’dan çıkıp, gecenin ortasında otele geldim. Oteldekiler beni bekliyormuş. Lig TV’yi izlememişler. Hata yapmışlar. Herkes hata yapar (gülüyor)! Bana üç pozisyon sordular. Ben de onlara kendi fikrini sordum. Beşiktaşlılar ve takımın lehine hataları bile saymaya başladılar. Adamlar hakem konuşmayı seviyor, ne yapalım.

Dünyanın üç kez, Almanya’nın yedi kez en iyi hakemi seçildiniz. Hakemlik kariyerinizin size bıraktığı en iyi hediye ne oldu? 
Ne Dünya Kupası, ne Avrupa Şampiyonası. ne derbiler… Benim için başarı en iyi performansla en iyi ligde 20 yıl maç yönetmektir.

Markus Merk’in Unutamadığı Dört Maç
Birçokları Markus Merk’in yorumlarında hakemleri “kolladığı”nı öne sürüyor. Bunun nedeni, eski hakemin kariyerinin kritik maçları olmasın!

  • 2006 Dünya Kupası’nda Marcus Merk üç maç yönetti. Avusturalya – Brezilya maçından sonra Herry Kewell ile Merk arasında sözlü bir tartışma oldu. İddialara göre bu tartışmadan zararlı çıkan Markus’un annesi oldu!

  • 26 Haziran 2003 Konfederasyonlar Kupası Kamerun – Kolombiya maçında Marc Viven Foe öldüğünde düdük Merk’in elindeydi. O, oyunu durdurduğunda Foe yerde hareketsiz yatıyordu. Kameralar Foe’yi gösterdiğinde gözleri bilinç kaybının etkisiyle korkunç bir haldeydi.

  • Bundesliga’da 2000–01 sezonu son haftasına Bayern Münih, Schalke’nin üç puan önünde girmişti ama Hamburg karşısında 1-0 yenik oynuyordu. Ayrıca Schalke’nin averajı daha iyiydi. Markus Merk 90+4’de Bayern Münih lehine en direkt vuruş verdi. Top ağlara gidince Bavyeralılar şampiyonluklarını ilan etti. Şampiyonluğu son anda kaybeden Schalke’li taraftarlar çılgına döndü. Bu, Merk’in son Schalke maçı oldu.  

  • 1 Mart 2008’de Werder Bremen’li oyuncu Markus Rosenberg bariz ofsayttan Borussia Dortmund kalesine topu gönderdi. Markus Merk golü verdi ve verdiği anda kararından pişmanlık duydu. Ancak yapacak bir şey yoktu! Olan oldu. Marcus o anı “Hakemlik kariyerinin en acı anı” olarak anıyor.

“Güney Kutbu’na da gidersem tamamdır!”
Büyük maçlar yönetmiş olsa da, bir düdükle 22 futbolcuya hükmetse de Markus Merk’in hayallerinin süsleyen şeyler bambaşka…

Herkesin hayalleri vardır. Çocukken yüksek dağların ve iki kutbun hayalini kurardım. Kuzey Kutbu’na bu yıl gittim, şimdi sıra güneyde. Hayallerimden biri Bundesliga maçı yönetmekti. O da fazlasıyla oldu. Küçükken kiliseye gittiğimde üçüncü dünya ülkeleri için yapılan projeleri gördüğümde çok heyecanlanırdım. 1990 kışında yine hayallerimin peşine düştüm. Büyük bir Alman organizasyonu ile Hindistan’a gittim. 2500 çocuk için diş taraması yapacak bir doktora ihtiyaç vardı. O ben oldum. 1993’te kendi projemi hayata geçirdim. 17.000 metrekarelik bir alandaki ailelerle ilgilendim. Bu alanda okul ve çocuklara ayrılmış hiçbir alan yoktu. 20 köy halkının ulaşabileceği bir yer inşa ettik. Burada evsiz çocuklar için kalacak yer, bütün çocuklar için okullar ve oyun parkları bulunuyor. Şu anda bu oluşum üç bölgeye dağılmış durumda. Şu anda 1050 çocuğa kalacak yer, yemek ve eğitim veriyoruz. Kimsesiz yaşlılar için de çalışmalarımız var.

FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Altan Erkekli


“Totem yapmam ama ‘Alacağız bu maçı’ dediğim maçı da alırız”

Yerden Yüksek’in futbol gönüllüsü Ziya Yüksek Tamyol’u ile Şen Yuva’nın top katili Kalender Şenyuva’yı ancak onun gibi bir futbol aşığı. Kadıköy’de bir Beşiktaşlı olmak da bir ona yakışırdı!

Kadıköy doğumlusunuz, Kadıköy Maarif Koleji’nden mezunusunuz ama Beşiktaşlısınız. Beşiktaşlı olma yolunda aile büyükleri ve mahalle ağabeyleri ile mücadele ettiniz mi?
Yer siyah, gök beyaz! En büyük Beşiktaş! Evet, annem ve babam Fenerbahçe taraftarıydı. Okulumdaki hemen herkes Fenerbahçeliydi. Kadıköy’de Beşiktaşlı olmak o zaman bugün olduğu kadar zor değildi. Beşiktaş’tan vapurla karşıya geçerdik. Bir gün önceden Kadıköy’e gelen, stat çevresinde sabahlayan taraftarlar olurdu. Gazete kâğıtlarından kafamıza amele şapkaları yapardık. Maçlardan sonra Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarı bir arada Beşiktaş’a geçerdi. Biz birbirimizi kabul etmiştik. Ağabeyim Beşiktaşlıydı. Ben de ondan etkilenmiştim. Babam beni Fenerbahçe’ye transfer etmek için çok uğraşmıştı, çok büyük paralar vermişti (gülüyor). Koskoca adamcağızın bana çok yalvardığını bilirim ama Beşiktaş’tan vazgeçmedim. Yaşlandığında hâlâ inatla bir Fenerbahçe maçını birlikte izlemek istediğini, benim de Fenerbahçe’yi desteklememi istedi ama yapamadım. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde turnelerde uzun zamanlar geçirdim ve Beşiktaş’a olan sevgimi hiç eksiltmedim.

Her yere göğsünüzün üzerinde bir BJK rozeti ile birlikte gidiyorsunuz. Göz önünde olan biri olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?
O rozeti takmak benim için çok önemli. Bütün takım elbiselerimde BJK rozeti vardır. Bir gün beni FB TV’ye davet ettiler. “Rozetimi çıkartmam” dedim. Kabul ettiler ve gittim. Rozet bana eski bir yaşam biçimini çağrıştırıyor. Beşiktaş’la yaşadığım anıları da unutmuyorum. Gordon Milne’le beraber üç yıl üst üste şampiyon olduğumuz, estetik futbol oynadığımız, Fenerbahçelileri “Arkayı dörtleyelim beyler” diye kızdırdığımız yılları; Amokachi’yi, Metin-Ali-Feyyaz’ı özlüyorum. Rahmetli Vedat Okyar’ı, Yusuf Tunaoğlu’nu, Süleyman Seba’yı özlüyorum. Mezarının yerini bile bilemediğimiz Sabri Dino’yu özlüyorum.

Beşiktaş için sevinçten ya da üzüntüden ağladığınız ya da kendinizi kaybettiğiniz bir an oldu mu?
Hüngür hüngür ağladığım maçlar o kadar çok ki, hangi birini sayayım! Rıza Çalımbay’la beraber Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 4–3 yendiğimiz maçta eşim ve küçük oğlum beni izleyip “Babam bu kadar nasıl yükseğe zıplayabiliyor” demişlerdi. Bir ara rol yaptığımı bile düşünmüşler; hem ağlıyordum, hem havalara uçuyordum. Bir de Sabri Sarıalioğlu’nun Romanya’daki Steagul Roşu maçında son üç dakikada üç gol yememize sebep olarak bizi Avrupa yolundan ettiği günü unutamıyorum. Takım kaptanıydı. Maçın bitmesine iki dakika var. Koşa koşa topu santraya getiriyor. Gol yiyoruz. Yine koşup, topu santraya getiriyor, bir gol daha yiyoruz (Altan ağabeyin maçı ilk izlediği anda da aynı tepkileri verdiğine eminim). Bu kadar işgüzarlık olamaz! Hepimiz çıldırmıştık.

Beşiktaş maçlarını nerede ve nasıl izlersiniz? Büyüsü bozulur diye yıkamadığınız bir formanız var mı? 
Beş yıl önce Çarşı grubuyla üç maç izledim. Her maçtan sonra günlerce kendime gelemedim. Oradaki müthiş heyecanı kaldıramadım. O vücut dili, o ses… Maçlardan sonra ringden inmiş gibi oluyordum. Sonra Çarşı’dan ayrı kaldığıma üzülerek numaralıya geçtim. Çünkü maçlardan sonra sesim kısıldığından ve yorgunluktan çalışamıyordum. Maçı izleyemediğimde kahroluyorum ama skoru bir şekilde dakika dakika takip ediyorum. Totem yapmam ama “Alacağız bu maçı” dediğim maçı da alırız.

Mahallenin boş alanlarında futbol oynarken siz hangi futbolcu olurdunuz?
Çok oynadım ama ne yazık ki çok genç yaşta belimdeki disk kayması nedeniyle oyundan vazgeçmem gerekti. Ben de beton zeminin üzerine kale kurmak için taş arayanlardanım. Yalnızca para kazanmak için değil, bu işin emek vererek estetiğini yakalamak için peşinden koşanlara sonsuz saygı duyuyorum. Mahalledeki arkadaşlarımla o zamanın modası minicik şortlarımız ve lastik ayakkabılarımız vardı. Profesyonel maçları izleyebilmek için büyük mücadeleler vermemiz gerekirdi. Beşiktaş’ta oynayan Güven Ağabey vardı. Necmi, Yavuz, Fehmi, Süreyya, Kaya, Küçük Ahmet… Onlar gibi olmak isterdim.

Bir yandan Şen Yuva dizisinde futbola karşı bir babayı canlandırırken bir yandan Yerden Yüksek’te eski bir futbolcuyu oynuyorsunuz. Setler arası gidip gelmek zor olmuyor mu?
Şen Yuva’da “Keseyim mi topunuzu!” diye torunlarının peşinden koşarak futbol düşmanlığı yapan bir dededen; futbol aşkıyla mahalledeki gençleri futbolun estetiğine, dayanışmasına getirmeye çalışan Ziya Fikret Tamyol arasında gidip geliyorum. Ziya hoca tam olarak benim karakterim. Yüreği açık, cebi açık bir adam. Sevdiği işi sonuna kadar yapmaya çalışan, idealist bir baba. Kalender Şenyuva’yı daha çok eleştirerek oynuyorum. Kalender de kötü bir adam değil aslında, eşini erken yaşta kaybetmiş, kendisini müziğe vermiş ve başka hiçbir şeye tahammülü kalmamış bir adam.

Dizinin senaryosunu gördüğünüzde heyecanlandınız mı?
Örnek olmak açısından bu projeyi çok olumlu buldum. 12 saattir setteyim ve mutluyum. Bugün sete konuk oyuncu olarak Metin Tekin geldi. Pascal Nouma’yı, Güvenç Kurtar ağabeyimizi burada misafir ettik. Eksiklerimiz elbette vardır ama biz “mış” yapmıyoruz. 

Beşiktaş’ı canlı olarak izlediğiniz ilk günü hatırlıyor musunuz?
İlk gittiğim maçta dayak yemekten son anda kurtulmuştum. Emniyet güçleri Beşiktaşlı bir arkadaşımızı dövmüştü. Arkadaşımız da dayak yedikten sonra yanımıza gelip, “Şahit var mı?” demişti. Ben de o zaman daha lise öğrencisiyim. “Ben varım!” dedim. Polisler tam beni alıp götürecekken yanımda oturan yaşlı bir amca “Yok yok şahit değil, o benim yanımda oturuyor” dedi. Böylece kurtuldum.

FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Yekta Kurtuluş


HER MEVKİNİN ADAMI

Transfer mevsiminde adı neredeyse her büyük takımla anıldı ama o kulübünde kaldı. Futbola kalede başladı; bütün mevkileri dolaşıp yerini buldu. Sahadaki sakinliğiyle tanınan Yekta’yı heyecanlandıran tek şey, bu röportaj! 

Kasımpaşaspor’daki ilk sezonunda küme düştünüz. Büyük beklentilerle buraya gelmişken bu durum sende nasıl bir etki yarattı?
Kendimi berbat hissettim. Yerimden dakikalarca kalkamadım. Bir senenin emeğinin boşa gittiğini düşündüm. Sokaklarda cam çerçeve kırıp futbol oynarken bile Süper Lig’i hayal eden ben bir daha Süper Lig’de oynayamamaktan korktum.

Ertesi sezon yeniden Süper Lig oyuncusu oldun… Yıpranmış takımı onarmak bir yılda nasıl mümkün oldu?
Düştüğümüz maçtan sonra soyunma odasına gittiğimizde yeniden Süper Lig’e çıkmak için birbirimize söz vermiştik. Düşen takıma bazı takviyeler yapıldı. Birbirimizi iyi tanıyor ve bütün kaygılarımızı çok iyi anlıyorduk. Bank Asya 1. Lig’de çok kötü gittiğimiz zamanlarda bile gülebiliyorduk. Yeniden Süper Lig’e çıkacağımıza inanmıştık.

Sahada gezmek futbolcu için daha mı kârlı? Senin sahada gezmediğin yer kalmamış…
Şu anda sahanın her yerinde kimin ne yaptığını görebiliyorum. Demek ki her hoca bende farklı bir şey görmüş. Futbola başladığımda koşmayı sevmiyordum ve kiloluydum. Bu yüzden kalecilikle başladım. İzmirspor’da uzun süre kalecilik yaptım. Bir gün idmanda maç yaparken canım sıkıldı. Topu alıp karşı kaleye kadar sürdüm ve güzel bir gol attım. Kaleden çıkış o çıkış. Orta sahada, sağ bekte, santrforda oynadım. Hâlâ her sene başka bir yerde oynuyorum.

Futboldaki ve gündemdeki gelişmeleri nasıl takip edersin?
Genelde interneti kullanırım. Hemen her gün futbol federasyonunun internet sayfasındaki haberleri okurum. Yılmaz Özdil’in hiçbir yazısını kaçırmam. Son dönemde bloglar popüler; benim de çok hoşuma gidiyor. Her konudaki tartışmaları takip ediyorum. Yaşadığımız ülkelerde belli sorunlar var ve bunlara yabancı kalmak mümkün değil. Kaldı ki benim annem ve babam gazeteci. Annem Güneş Gazetesi’nin eski köşe yazarlarından, babamın Marmaris’te gazete bayii var.

Sen de annen ve baban gibi gazeteci olmayı düşünmedin mi?
Ege Üniversitesi Spor Akademisi’nde hâlâ öğrenciyim ama her yıl devamsızlıktan kalıyorum! Artık devamsızlıktan dolayı hiçbir öğrenci okuldan atılmadığı için rahatım. Futbolu bıraktığımda eğitimimi tamamlayıp öğretim görevlisi olarak üniversitede kalmak istiyorum.

Onayladığımdan söylemiyorum ama neden sen de herkes gibi antrenör ya da yorumcu olmayı neden düşünmüyorsun?
Türkiye’de elini sallasan antrenöre çarpıyor! Türkiye’de antrenörlük yapmak çok zor. Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde binlerce antrenör var. Bütün kahvehaneler antrenör dolu. Bana bu alanda ihtiyaç yok ama Türkiye’nin bilim adamına her zaman ihtiyacı var.

Hayatın boyunca en çok neyin olması için dua ettin?
Şu an bulunduğum yer. Şimdi de milli takım forması giymek için dua ediyorum.

Birçok kulüp taraftarı senin peşinde. Bütün taraftarlar senin kendi kulüplerine daha yakın olduğunu iddia ediyor. Tartışma sayfalarında senin adının olduğu başlıkların altı hemen doluyor. Sana ulaşan taraftarlar oluyor mu?
Facebook’tan sıkça bu tarz mesajlar alıyorum. Yolda yürürken de yanıma gelip bu konuları açanlar oluyor. Çünkü bir ara gazeteler beni her kulübe transfer etti. Bir gün yolda adamın biri önümü kesip “Sen kulüplerle dansöz gibi oynuyorsun” demişti. Ben hiçbiriyle de görüşmedim aslında. Gazetenin bir tanesi “Yekta Kurtuluş abisi Gökhan Kurtuluş aracılığıyla Fenerbahçe Kulübü’ne 1 milyon euroluk imza attı” yazdı. Benim abim yok! Sülalemde Gökhan adında kimse yok! 

İkinci ligde, birinci ligde ve Süper Lig’de futbol oynadın. Bu liglerin kendilerine göre zorlukları ve kolaylıkları neler?
İkinci ligde çok yetenekli oyuncu yok ve insanlar bunu güçle kapatmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda futbol oynamak hiç kolay değil. Kademe kademe çıktığımdan Süper Lig’in hepsinden kolay olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ikinci ve birinci ligde acı eşiğim yükseldi (gülüyor). Artık acı hissetmiyorum.

İstanbul’da, üç tane büyük kulübün taraftarının kuşattığı bir şehirde olmasının Kasımpaşaspor’u arafta bıraktığını düşünüyor musun?
Futbolseverin gözü İstanbul’da ve bizim maçlarımız genelde büyüklerin maçlarından önce oluyor. Büyük kulübün maçına gitmeden önce bizim maçımıza gelenler de çok oluyor. Son iki yılda taraftarımızda gözle görülür bir değişim var. Az sayıda ama kaliteli bir topluluğa hitap ediyoruz.

Sen İstanbul’daki büyük takımların maçlarına gidiyor musun?
Gittiğimde kalabalık bir arkadaş grubuyla görünmeyeceğim, dikkat çekmeyeceğim bir yerde izlemeyi tercih ediyorum. Çünkü hemen yakıştırma yapılıyor. Özellikle derbilere gidiyorum ama çok da rahat edemediğimi söylemem gerek.

Sahadaki sakinliğin hayatının her alanı için geçerli mi? Taraftarlardan bu konuda tepkiler alıyor musun?
Ben sahada heyecanlanmam. Bu röportajı yaparken Fenerbahçe, Galatasaray maçlarından daha heyecanlıyım. Hatta Diyarbakır maçlarında taş yediğimde bile bu kadar heyecanlanmadım! Galatasaray maçında attığım bir gole sevinmediğim için eleştiri almıştım. Maçın sonu 4-1’di. Ben o gole sevinsem ne olacak? Hatta o golden sonra Galatasaraylı olduğumu iddia edenler bile olmuştu. Oysa ben Göztepe taraftarıyım. İzmir’de yaşarken Göztepe’nin deplasman maçlarını dahi kaçırmazdım. İstanbul’daki Fenerbahçe – Galatasaray çekişmesi Karşıyaka – Göztepe çekişmesinin yanında sönük kalır.

Futbol dışında keyif aldığın başka uğraşların var mı?
Babam arabalardan anlar. Benim de araba merakım oradan geliyor. Babamla birlikte en büyük keyfim araba tamir etmek. Evlenmeden önce hız yapmayı da severdim ama artık eşim fren vazifesi görüyor. Beyoğlu’nda, Jolly Joker Balans’ta Kolpa diye bir grup var. Onları izlerken her şeyi unutuyorum. Duman konserleri de benim için vazgeçilmezlerden biri.


YEKTA’YI BİR DE ONLARDAN DİNLEYİN
Yekta kendini 442’ye anlattı. Ne kadar doğru söyleyip söylemediğini anlamak için onu kendisini çok iyi tanıyanlara sorduk!

İsmail Hamarat – İzmirspor’da Onu Keşfeden Hocası
Yekta’yı ilk gördüğümde oyunundan çok etkilendim. Küçük yaşına rağmen tekniği, sürati ve zekâsı üst düzeydeydi. Ne istersem kolayca kavradığından onu her mevkide  denedik. Yekta’ya bir yer belirlemekte çok zorlandım çünkü nereye koysam orada iyiydi. Kendi yaş grubu ona yeterli gelmeyince kendisinden 4–5 yaş büyük oyuncularla oynatmaya başladım. Onların arasında da kendisini kanıtladı. Kaybetmeyi o zaman da sevmezdi. Umarım hep kazanacak ve daha iyi yerlerde olacak.

Tayfun Taşkıran – Kasımpaşaspor Tribün lideri
Bu sezon takımda daha çok sorumluluk alıyor. Takımımız gençleşti ve Yekta genç yaşına rağmen ağabey olmak durumunda kaldı. Geçen yıl savaşçımızdı. Bu yıl hem savaşçı hem lider. Bunu kaldıracağına inanıyorum. Sahada sakin duruşu bana güven veriyor.

Alper Akpak –Kasımpaşaspor Taraftarı
Yekta, Şahin ile birlikte takımımızın omurgası. Geleceğin yıldız adaylarından bir tanesi. Sürpriz pasların adamı. Asla bencillik yapmaz. Deniz kenarında büyüyen çocuklar sakin olur. Yekta’nın sakinliği de İzmirli olmasından.

 FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Billy Mehmet


ANKARA’DA BİR İRLANDALI

Defoe, Ferdinand, Cole ve Lampard ile ilk futbol heyecanlarını paylaşmak çok güzeldi”


Nasıl Colin Kazım Richards ismi sayesinde dünyada tekse, aynı şey Gençlerbirliği’nin yeni transferi için de söylenebilir! Yine de İrlandalı, Türkiye’ye çok kısa zamanda uyum sağlayacak görünüyor. Arabasının bagajına mangalı attığı gün her şey tamam olacak!

Baban Türk, annen İrlandalı. Görünüşünle seni Ankaralılardan ayırmak mümkün değil ama tek kelime Türkçe bilmiyorsun. Bu sokakta başına hiç iş açtı mı?
Babam beş yaşındayken Kuzey Kıbrıs’tan İrlanda’ya gelmiş. Annem Türkçe bilmiyor. Ailemde hiç Türkçe konuşulmadığı için İngilizceden başka dil öğrenemedim. İrlanda’da Türk kökenli akrabalarımla görüşmelerimizi hiç aksatmadık ama hep İngilizce konuştuk. Ankara sokaklarında kimse yabancı olduğumu anlamıyor. Ben de zorda kalmadıkça konuşmuyorum, eğlenceli oluyor.

Akrabalarınla İrlanda’da da Türk kültürünü yaşattınız mı?
Babam ve babaannem pişire pişire anneme Türk yemeklerini öğretti. İrlandalı olmasına rağmen benim annem de Türk kadınları kadar yemek yapabiliyor. Hatta çok sevdiğim için baklava bile yapıyor. Baklavaya bayılıyorum ve burada kendimi frenleyemiyorum. O yüzden bu aralar kendimi meyveye verdim.

Ailenle birlikte hangi bayramları kutluyorsunuz? Annen Hıristiyan, baban Müslüman. Çok renkli bir ailen olmalı…
Anne ve baba tarafından akrabalarım birbirlerine saygıda asla kusur etmezler. Herkesin özel ve kutsal günleri itinayla kutlanır. Bu yüzden benim için bayramın biri bitmeden diğeri başlıyor.

Kurban kesiyor musun? El öpüp, para alıyor musun?
Kurban kesildiğine hiç şahit olmadım, olmak da istemem. Köfte benim vazgeçilmez yemeğim. Kurbanın kanını alnıma sürerlerse bir daha et yemem. Bayramlarda el öpmeyi biliyorum. Babaannemin ve dedemin bayram hediyeleri güzeldir.

West Ham altyapısında uzun süre oynayıp kaptanlık yapmışsın. West Ham yolunu nasıl açtın?
Beckenham Town takımında oynarken West Ham scout’ları uzun süre beni izlemiş. Beğenince antrenmanlarına çağırdılar ve bırakmadılar. West Ham’ın 19 yaş altı birçok kademesinde bulundum. Elbette üzerine koymalıyım ama orada öğrendiklerim bana ömür boyu yetecek kadar çok. Jermain Defoe, Glen Johnson, Joe Cole, Rio Ferdinand, Frank Lampard, Paolo Di Canio benim o günlerden arkadaşlarım. Onlarla ilk heyecanları yaşamak benim için hoş bir ayrıcalık. Gerek rakip olarak, gerek aynı takımda birbirimizden çok şey öğrendik. Joe Cole’un neler yapabileceğini çocukluk döneminde bile anlamak çok kolaydı. Paolo Di Canio’nun bana yaptığı büyüklükleri asla inkâr edemem. Özel hayatımda da sahada da onun söylediklerini her an hatırlarım.

Uzun idmanlarda, kamplarda şakalar olmazsa olmazlardandır. Unutamadığın şakalar var mı?
Evet, doğru söylüyorsun ama bizim yaptığımız şakaların hiçbiri anlatılacak türden değil. Anlatırsam bu röportajı okuyanların arkadaşlarımdan da benden de soğumasını istemem (gülüyor).

Ankara’ya geldiğinde seni şaşırtan bir şey oldu mu?
Ankara çılgın araç sürücüleriyle dolu! Burada son altı haftada gördüğüm trafik kazasını İngiltere’de ömrüm boyunca görmedim. Hatta bu kadar kısa zamanda bir kaza da benim başıma geldi. Bir gün takım arkadaşım Michael Stewart’la kulüpten çıkarken hızla gelen bir araç sinek gibi arabamıza yapıştı. Biz kazanın şokuyla arabadan inmiş bulunduk. Bize çarpan arabanın sürücüsü üzerimize yürüdü. Adam Michael’la ikimizin toplamı kadar iriydi. Türkçe küfürleri bilmiyorum ama bize çok çeşitli küfürler ettiğine eminim. Şimdi bir kaza yapsam, mecbur kalmadıkça arabamın kapısını açmam. Çünkü o adamı henüz unutamadım (gülüyor). Bir de Ankara’nın her yeşil alanında görebileceğin mangalcılara çok özeniyorum. Başta garip gelmişti ama güzel keyif. Ben de arabamın bagajına ilk fırsatta bir mangal atmalıyım. 

Eski takımın St Mirren’ı kupa finaline taşıyan golü sen atmıştın. Kariyerindeki en önemli gol bu muydu?
Golü penaltıdan atmıştım ve hayatımın en gergin birkaç dakikasını yaşadım. Çünkü golü atmak ve kaçırmak arasındaki ince çizgi çok keskindi. Kaleciyi terse yatırdığımı görünce anlık bir rahatlama yaşadım ama maçın bitimine daha 30 dakika vardı. O dakikalar bitmek bilmedi ama sonucu her şeye değerdi. Geçen sene Michael Stewart’ın takımı Hearts’a attığım golle takımımı yine finale taşıdım. Finalde Rangers’a 1–0 yenilmiştik.  İki sezon önce yine bir golle takımımı kümede tutmayı başarmıştım.

Seni hayatta en çok korkutan şey ne?
Söylerken tüylerim diken diken oluyor ama ceset görürsem kaçacak delik ararım. Annem bana kilisedeki tören esnasında kaybettiğim teyzemi öptürmüştü. Çok küçüktüm ve ölen insanların soğuk olduğunu bilmiyordum. Daha fazla anlatmayayım!

Bunu unutman için senden bir hayal kurmanı isteyeyim o zaman. Hesabını bilmediğin kadar paran olsa ne alırdın?
Aileme büyük bir ev, kendime de devasa bir yat alırdım. İçini sevdiğim insanlarla doldurup, dünyayı gezerdim.  

İrlanda Ümit Milli Takımı’nda forma giydin ama A takıma yükselemedin. Türkiye’de başarılı olursan Türk Milli Takımı’nı tercih eder misin?
Genç milli takımda her şey yolunda giderken bir anda takım kadrosunda yer bulamamaya başladım. “Sana ihtiyacımız kalmadı” dedikleri gün yıkımımdı. O günden beri milli takımlarla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyorum.

2010 Dünya Kupası elemelerinde Henry’nin elini görünce ne hissettin?
Bir şey hissetmedim. Belki de futbolcu olduğumdan Henry’nin heyecanını anlamaya çalıştım.

Küçükken idollerin arasında Türk var mıydı?
Babam koyu bir Galatasaray taraftarıdır ve Türkiye’de oynanan maçları kaçırmaz. Hakan Şükür’ü her zaman örnek aldığım isim olmuştur.  

“Bana küfür etseler de tabii ki Celtic!”

Celtic mi, Rangers mı?
Sorduğun en kolay soru bu. Tabii ki Celtic! Büyüleyici bir taraftara ve stada sahip. Benim evim statlarına yakın olduğundan oynanan her maçın sesini duyabiliyordum. Celtic çılgın insanların altında toplandığı bir çatı. Celtic takımına karşı oynadığımda taraftarın baskısından çekindiğimi itiraf etmeliyim çünkü onlara karşı oynadığım ilk maçta bir gol atmıştım. 90 dakika bana küfür ettiler!

FourFourTwo Dergisi Eylül 2010 sayısında yayımlanmıştır...