1 Kasım 2012 Perşembe

Ozan Güven


Çocukken uykudan önce “Allahım nolur Rıdvan sakatlanmasın” diye dua eden Yahşi Batı’nın yıldızı Ozan Güven’in en büyük derdi oğlunun “Betiştaşlı” olması!

Fenerbahçe sevdanız nasıl başladı? Sizi başka takım taraftarı yapmaya çalışanlar oldu mu? Onlara nasıl karşı koydunuz?
Nasıl Fenerbahçeli olduğumu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım rahmetli anneannemin bana tozluk da dâhil aldığı Fenerbahçe formasıydı. Beş altı yaşlarımdaydım o zaman. Bir hafta boyunca onlarla yatıp kalkmıştım. Sokakta oynadığım mahalle maçlarından topun, kramponun kokusu hâlâ burnumun ucundadır. Her maçta başka biri olurdum çocukluğumda. Bir maçta Selçuk, diğerinde Hakan olurdum. Almanya’da büyüdüğüm için takımları çok bilmiyordum. Fenerbahçe diye bir takımın olduğunu, renklerinin sarı lacivert olduğunu bilmek, çubuklu formayı bir kez görmek yetmişti bana. Abdülkerim, Müjdat, Hakan, Schumacher’li kadronun tam göbeğinde taraftarlığım almış başını gitmişti ama Schumacher gelmeden üç yıl önce uyanmıştım Fenerbahçe’ye.

Ayakkabı dükkânınızdan dolayı sürekli Beşiktaş Çarşı’dasınız. Sizin için zor olmuyor mu?
Yirmi senedir Beşiktaş’tayım, artık Çarşı’nın çocuğuyum. Fenerbahçe’den vazgeçmem için çok uğraştılar. Çarşı’lıların beni zorla Beşiktaş maçlarına götürdükleri de çok oldu. Ancak maçlarda hep sırtım sahaya dönük oluyordu. Eski Fenerbahçeli futbolcu Müjdat Yetkiner de sürekli Beşiktaş Çarşı’dadır. Çarşı çok acayip bir gruptur ama Müjdat ağabey Hasan Tahsin gibi gezerdi Çarşı’yı. Fenerbahçelilik böyle bir şey herhalde demiştim onu ilk gördüğümde. Müjdat ağabey dışında da kimse yürüyemez Beşiktaş’ta öyle. Mesela ben maçlara giderken formamı giyinip Çarşı’da yürüdüğümde esnaf arkadaşlar “Ozan dışarı” diye bağırırlar (gülüyor).

İnönü’de Fenerbahçe maçına hiç denk geldiğiniz oldu mu?
Maalesef evet (gülüyor)! Locada seyretmiştim. Locada olmama rağmen sağlam bir dayak yemiştim. Bir de locada olmasam ne olurdu düşünmek bile istemiyorum. Tribünlerde önceden yarı yarıya bir durum vardı.

Gittiğiniz ilk Fenerbahçe maçını hatırlıyor musunuz?
Unutmam mümkün değil! Sanki ben tribünde olduğum için Fenerbahçe daha iyi oynuyor gibi bir his vardı içimde. İnsanın takımının bir parçası olduğunu hissetmesi böyle bir şey sanırım. Ben olmasam sanki o maç oynanmayacak gibiydi. Tribündeki binlerce kişi yokmuş da sanki bir ben bir de takımım varmış gibi. Ali Sami Yen Stadı’nda Aykut’un attığı golle Galatasaray’ı yenmiştik. “Oku bakıyım: Aykut!” diye yıkılırdı tribünler o dönem.

Futbol oynadınız mı? Arkadaşlarınızla halı saha maçları düzenliyor musunuz?
Karşıyaka’nın altyapısında yıllarca istikrarlı bir şekilde top oynadım. Minik, yıldız, İzmir Genç Karma’da oynadım. PAF takımına yükselecekken Galatasaray’ın altyapısından burslu olmak üzere teklif almıştım. Ancak ben Fenerbahçeliydim ve annem iş ciddiye binince sakatlanmamdan korkar olmuştu. Sahada sakatlanınca yerde yatamıyordum. Annem futbol oynamama izin vermez diye canım yansa da hemen kalkıyordum ayağa. İyi bir sağ açıktım. En büyük isteğim futbolcu olmak, bu olmazsa da futbolcuyu oynamaktı. İkisi de olmadı şimdilik. Bundan dört yıl öncesine kadar halı saha maçlarıyla kendimi avutuyordum. Şimdi yeniden oynamaya başlasam çok kısa bir süre dayanabilirim sanırım.

Karşıyaka’nın altyapısında oynarken Fenerbahçe’den teklif gelseydi her şeyi bırakıp gider miydiniz?
Annem futbol söz konusu olunca ortalığı yıkıyordu. Tabii teklif Fenerbahçe’den gelmiş olsaydı ben de şartları zorlardım. Gerçi iki sene Galatasaray’da oynayıp sonra “Ben doğuştan Fenerliyim” derdim belki (gülüyor).

Fenerbahçe’nin maçlarının haricinde Süper Lig’den ya da dünyadaki diğer liglerden maçları takip ediyor musunuz?
İyi maçları kaçırmamaya çalışıyorum. İngilizlerin ve İspanyolların oynadığı futbola bayılıyorum. İşlerini aşkla yapıyorlar. Yapılarından dolayı tuttuğum takımlar var. İtalya’da Roma, Napoli kanlarının deli aktığını düşündüğüm takımlar, o yüzden yanlarındayım (gülüyor).

Eskiden izlediğiniz Fenerbahçe ile şimdiki arasında ne gibi farklar var? Aklınızda neler kaldı?
Bizde bir İlker vardı, oynadığı maçlarda toplam üç defa orta yaptı. Sürekli Aydın’a yeniliyorduk, orman kaçkını Faruk’la birlikte bizi rezil etmişlerdi. Şimdilerde gol atan futbolcunun takdir beklemesini anlayamıyorum. Senin işin gol atmak! Sen bunu yapman için para alıyorsun. Eskiden futbolcunun mağlup olduğunda üzüldüğünü görüyorduk. Şimdi hiç öyle olmuyor. Ağzlarında sakız, kulağında kulaklık sırıtıyorlar. “Altı ay beni hazırlayın, onun yaptığı şeyi ben de yaparım” diyesi geliyor insanın. Barcelona’daki bir futbolcu için bunu kim düşünebilir? Fenerbahçe’de oynuyorsan kimse kendini senin yerine koymamalı, koyamamalı!

Fenerbahçe’nin eski futbolcularından birini geri getirme şansınız olsaydı kimi geri getirirdiniz?
Hiç tereddütsüz Rıdvan Dilmen’i isterdim. Ancak sakatlanmayan bir Rıdvan! Küçükken her gece uyumadan önce ellerimi açıp “Allahım ne olur Rıdvan sakatlanmasın!” diye dua ederdim. Bir şans daha verilse Maradona’yı isterdim. Onun şimdiki haline bile razıyım. Sahanın ortasında dursa bile ruhu takıma yeter.

Aziz Yıldırım’ın takım için vaatlerini duyduğunuzda ne düşündünüz?
Süleyman Demirel’in iki anahtar vaadi geldi aklıma. Bununla yetinmek benim hiç hoşuma gitmedi. Çektiğim bir film Türkiye’de ne kadar tutulursa tutulsun, dünyaya açılamıyorsa bir yanı eksiktir. Fenerbahçe’de vizyon sadece Türkiye şampiyonluğu olmamalı. Bu taraftarın başka hayalleri var. Benim 3 yaşındaki oğlum neden “Betiştaşlıyım” desin? Kulüp başkanlarının biraz daha gizemli olmaları lazım bence. Aziz Yıldırım ki Fenerbahçe’yi bir yerden alıp bambaşka bir yere taşıdı. Oysa ben betonda oturmaya razıyım, Fenerbahçe’nin başarısı benim rahatımdan önce gelir.

Oğlunuz Ali de Fenerbahçeli mi? Futbola ilgisi nasıl?
Beşiktaş Çarşı’da ayakkabı dükkânım var. Oğlumla birlikte Çarşı’ya geldiğimde “Baban da eskiden Beşiktaşlıydı” diyip, Ali’nin kafasını karıştırıyorlar. O da bilmiyorum, benim çıldırmam hoşuna gittiği için mi “Ben Betiştaşlı oldum” diye tutturdu. Daha takımın adını bile söyleyemediğinden ilerisi için umudumu yitirmiş değilim. Şükrü Saraçoğlu’na her seferinde onu da götürmeye çalışıyorum.

Fenerbahçeliliğinizin başınıza iş açtığı zamanlar oldu mu?
Çok (gülüyor)! Onlardan biri de Kiev maçıydı. Cem Yılmaz’la birlikte gitmiştik. İlk on beş dakikada ayağımın donduğunu hissettim. İlk yarı sonunda belimden aşağısını hissetmez oldum, kademe kademe donduk o maçta! Maç bittiğinde kalıp gibi kaldık Cem’le. Porto da ona yakın bir tecrübeydi. İzlemeye gittiğimiz her deplasman maçından mağlubiyetle döndük ve biz inatla gitmeye devam ediyoruz, bence en büyük çılgınlık bu. Bir seferinde de en yakın arkadaşım evleniyordu. Fenerbahçe – Galatasaray derbisine gün almış. “Ben gelemem” dedim, düğünün tarihi değişti (gülüyor).

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
En büyük Fenerbahçe!

“Totemlerle maç kazanmaya çalışıyoruz!”

Takımın Brezilyalıların psikolojilerine göre şekillenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ben Fenerbahçe’de futbol oynuyor olsam “Alex yoksa bu takım yok” dendiği zaman çok sinirlenirdim. Koskoca Fenerbahçe bir Alex’e mi muhtaç yani! Brezilyalıların çoğunlukta olduğu bir takım yaratıyorsunuz, Brezilyalı hocayı gönderip Alman hoca getiriyorsunuz. Tahammülsüzlüğümüz uzun vadeli bir başarı grafiği sağlayacak sistemi oluşturmamızı engelliyor. Totem yaparak maç kazanmaya çalışıyoruz. Rahat rahat bir maç seyretmeyi özledim. Kaş göz yarana kadar oynayan futbolcuları özledim. Onlardaki psikopatlığı, cengâverliği özledim.

Totemlerle maç kazanmaya çalıyoruz dediniz, sizin yaptığınız totemler var mı?
Sevilla maçında yerde çok uygunsuz bir şekilde otururken gol atmıştık, 60 dakika hiç kıpırdamadan öyle oturdum. Maç başladığı anda kimse tuvalete gidemez. Korner ne taraftan kullanılıyorsa o tarafa geçerim. Maçtan önce bir dakika söylerim, o dakikada gol olacağına inanırım, çoğu zaman tutar. Maçta birileri bana “Fenerbahçe kazanır” diyorsa uğursuzluk getiriyor. Çarşı’dan geçerken kulaklarımı kapatır arkadaşları duymamak için deli gibi bağıra bağıra geçerim.

FourFourTwo Dergisi Ocak 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder