Çocukken uykudan önce “Allahım nolur Rıdvan
sakatlanmasın” diye dua eden Yahşi Batı’nın yıldızı Ozan Güven’in en büyük
derdi oğlunun “Betiştaşlı” olması!
Fenerbahçe sevdanız nasıl başladı? Sizi başka takım
taraftarı yapmaya çalışanlar oldu mu? Onlara nasıl karşı koydunuz?
Nasıl Fenerbahçeli olduğumu
hatırlamıyorum. Tek hatırladığım rahmetli anneannemin bana tozluk da dâhil
aldığı Fenerbahçe formasıydı. Beş altı yaşlarımdaydım o zaman. Bir hafta
boyunca onlarla yatıp kalkmıştım. Sokakta oynadığım mahalle maçlarından topun,
kramponun kokusu hâlâ burnumun ucundadır. Her maçta başka biri olurdum
çocukluğumda. Bir maçta Selçuk, diğerinde Hakan olurdum. Almanya’da büyüdüğüm
için takımları çok bilmiyordum. Fenerbahçe diye bir takımın olduğunu,
renklerinin sarı lacivert olduğunu bilmek, çubuklu formayı bir kez görmek
yetmişti bana. Abdülkerim, Müjdat, Hakan, Schumacher’li kadronun tam göbeğinde
taraftarlığım almış başını gitmişti ama Schumacher gelmeden üç yıl önce
uyanmıştım Fenerbahçe’ye.
Ayakkabı dükkânınızdan dolayı sürekli Beşiktaş
Çarşı’dasınız. Sizin için zor olmuyor mu?
Yirmi senedir Beşiktaş’tayım,
artık Çarşı’nın çocuğuyum. Fenerbahçe’den vazgeçmem için çok uğraştılar. Çarşı’lıların
beni zorla Beşiktaş maçlarına götürdükleri de çok oldu. Ancak maçlarda hep sırtım
sahaya dönük oluyordu. Eski Fenerbahçeli futbolcu Müjdat Yetkiner de sürekli
Beşiktaş Çarşı’dadır. Çarşı çok acayip bir gruptur ama Müjdat ağabey Hasan
Tahsin gibi gezerdi Çarşı’yı. Fenerbahçelilik böyle bir şey herhalde demiştim
onu ilk gördüğümde. Müjdat ağabey dışında da kimse yürüyemez Beşiktaş’ta öyle. Mesela
ben maçlara giderken formamı giyinip Çarşı’da yürüdüğümde esnaf arkadaşlar
“Ozan dışarı” diye bağırırlar (gülüyor).
İnönü’de Fenerbahçe maçına hiç denk geldiğiniz oldu
mu?
Maalesef evet (gülüyor)!
Locada seyretmiştim. Locada olmama rağmen sağlam bir dayak yemiştim. Bir de
locada olmasam ne olurdu düşünmek bile istemiyorum. Tribünlerde önceden yarı
yarıya bir durum vardı.
Gittiğiniz ilk Fenerbahçe maçını hatırlıyor musunuz?
Unutmam mümkün değil! Sanki
ben tribünde olduğum için Fenerbahçe daha iyi oynuyor gibi bir his vardı
içimde. İnsanın takımının bir parçası olduğunu hissetmesi böyle bir şey
sanırım. Ben olmasam sanki o maç oynanmayacak gibiydi. Tribündeki binlerce kişi
yokmuş da sanki bir ben bir de takımım varmış gibi. Ali Sami Yen Stadı’nda
Aykut’un attığı golle Galatasaray’ı yenmiştik. “Oku bakıyım: Aykut!” diye
yıkılırdı tribünler o dönem.
Futbol oynadınız mı? Arkadaşlarınızla halı saha
maçları düzenliyor musunuz?
Karşıyaka’nın altyapısında
yıllarca istikrarlı bir şekilde top oynadım. Minik, yıldız, İzmir Genç Karma’da
oynadım. PAF takımına yükselecekken Galatasaray’ın altyapısından burslu olmak
üzere teklif almıştım. Ancak ben Fenerbahçeliydim ve annem iş ciddiye binince
sakatlanmamdan korkar olmuştu. Sahada sakatlanınca yerde yatamıyordum. Annem
futbol oynamama izin vermez diye canım yansa da hemen kalkıyordum ayağa. İyi
bir sağ açıktım. En büyük isteğim futbolcu olmak, bu olmazsa da futbolcuyu
oynamaktı. İkisi de olmadı şimdilik. Bundan dört yıl öncesine kadar halı saha
maçlarıyla kendimi avutuyordum. Şimdi yeniden oynamaya başlasam çok kısa bir
süre dayanabilirim sanırım.
Karşıyaka’nın altyapısında oynarken Fenerbahçe’den teklif
gelseydi her şeyi bırakıp gider miydiniz?
Annem futbol söz konusu
olunca ortalığı yıkıyordu. Tabii teklif Fenerbahçe’den gelmiş olsaydı ben de
şartları zorlardım. Gerçi iki sene Galatasaray’da oynayıp sonra “Ben doğuştan
Fenerliyim” derdim belki (gülüyor).
Fenerbahçe’nin maçlarının haricinde Süper Lig’den ya
da dünyadaki diğer liglerden maçları takip ediyor musunuz?
İyi maçları kaçırmamaya
çalışıyorum. İngilizlerin ve İspanyolların oynadığı futbola bayılıyorum. İşlerini
aşkla yapıyorlar. Yapılarından dolayı tuttuğum takımlar var. İtalya’da Roma,
Napoli kanlarının deli aktığını düşündüğüm takımlar, o yüzden yanlarındayım
(gülüyor).
Eskiden izlediğiniz Fenerbahçe ile şimdiki arasında ne
gibi farklar var? Aklınızda neler kaldı?
Bizde bir İlker vardı,
oynadığı maçlarda toplam üç defa orta yaptı. Sürekli Aydın’a yeniliyorduk,
orman kaçkını Faruk’la birlikte bizi rezil etmişlerdi. Şimdilerde gol atan
futbolcunun takdir beklemesini anlayamıyorum. Senin işin gol atmak! Sen bunu
yapman için para alıyorsun. Eskiden futbolcunun mağlup olduğunda üzüldüğünü
görüyorduk. Şimdi hiç öyle olmuyor. Ağzlarında sakız, kulağında kulaklık sırıtıyorlar.
“Altı ay beni hazırlayın, onun yaptığı şeyi ben de yaparım” diyesi geliyor
insanın. Barcelona’daki bir futbolcu için bunu kim düşünebilir? Fenerbahçe’de
oynuyorsan kimse kendini senin yerine koymamalı, koyamamalı!
Fenerbahçe’nin eski futbolcularından birini geri
getirme şansınız olsaydı kimi geri getirirdiniz?
Hiç tereddütsüz Rıdvan
Dilmen’i isterdim. Ancak sakatlanmayan bir Rıdvan! Küçükken her gece uyumadan
önce ellerimi açıp “Allahım ne olur Rıdvan sakatlanmasın!” diye dua ederdim.
Bir şans daha verilse Maradona’yı isterdim. Onun şimdiki haline bile razıyım.
Sahanın ortasında dursa bile ruhu takıma yeter.
Aziz Yıldırım’ın takım için vaatlerini duyduğunuzda ne
düşündünüz?
Süleyman Demirel’in iki
anahtar vaadi geldi aklıma. Bununla yetinmek benim hiç hoşuma gitmedi. Çektiğim
bir film Türkiye’de ne kadar tutulursa tutulsun, dünyaya açılamıyorsa bir yanı
eksiktir. Fenerbahçe’de vizyon sadece Türkiye şampiyonluğu olmamalı. Bu
taraftarın başka hayalleri var. Benim 3 yaşındaki oğlum neden “Betiştaşlıyım”
desin? Kulüp başkanlarının biraz daha gizemli olmaları lazım bence. Aziz
Yıldırım ki Fenerbahçe’yi bir yerden alıp bambaşka bir yere taşıdı. Oysa ben
betonda oturmaya razıyım, Fenerbahçe’nin başarısı benim rahatımdan önce gelir.
Oğlunuz Ali de Fenerbahçeli mi? Futbola ilgisi nasıl?
Beşiktaş Çarşı’da ayakkabı
dükkânım var. Oğlumla birlikte Çarşı’ya geldiğimde “Baban da eskiden
Beşiktaşlıydı” diyip, Ali’nin kafasını karıştırıyorlar. O da bilmiyorum, benim
çıldırmam hoşuna gittiği için mi “Ben Betiştaşlı oldum” diye tutturdu. Daha
takımın adını bile söyleyemediğinden ilerisi için umudumu yitirmiş değilim. Şükrü
Saraçoğlu’na her seferinde onu da götürmeye çalışıyorum.
Fenerbahçeliliğinizin başınıza iş açtığı zamanlar oldu
mu?
Çok (gülüyor)! Onlardan biri
de Kiev maçıydı. Cem Yılmaz’la birlikte gitmiştik. İlk on beş dakikada ayağımın
donduğunu hissettim. İlk yarı sonunda belimden aşağısını hissetmez oldum,
kademe kademe donduk o maçta! Maç bittiğinde kalıp gibi kaldık Cem’le. Porto da
ona yakın bir tecrübeydi. İzlemeye gittiğimiz her deplasman maçından
mağlubiyetle döndük ve biz inatla gitmeye devam ediyoruz, bence en büyük
çılgınlık bu. Bir seferinde de en yakın arkadaşım evleniyordu. Fenerbahçe –
Galatasaray derbisine gün almış. “Ben gelemem” dedim, düğünün tarihi değişti
(gülüyor).
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
En büyük Fenerbahçe!
“Totemlerle maç kazanmaya çalışıyoruz!”
Takımın Brezilyalıların psikolojilerine göre
şekillenmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Ben Fenerbahçe’de futbol
oynuyor olsam “Alex yoksa bu takım yok” dendiği zaman çok sinirlenirdim.
Koskoca Fenerbahçe bir Alex’e mi muhtaç yani! Brezilyalıların çoğunlukta olduğu
bir takım yaratıyorsunuz, Brezilyalı hocayı gönderip Alman hoca getiriyorsunuz.
Tahammülsüzlüğümüz uzun vadeli bir başarı grafiği sağlayacak sistemi
oluşturmamızı engelliyor. Totem yaparak maç kazanmaya çalışıyoruz. Rahat rahat
bir maç seyretmeyi özledim. Kaş göz yarana kadar oynayan futbolcuları özledim.
Onlardaki psikopatlığı, cengâverliği özledim.
Totemlerle maç kazanmaya çalıyoruz dediniz, sizin
yaptığınız totemler var mı?
Sevilla maçında yerde çok
uygunsuz bir şekilde otururken gol atmıştık, 60 dakika hiç kıpırdamadan öyle
oturdum. Maç başladığı anda kimse tuvalete gidemez. Korner ne taraftan
kullanılıyorsa o tarafa geçerim. Maçtan önce bir dakika söylerim, o dakikada
gol olacağına inanırım, çoğu zaman tutar. Maçta birileri bana “Fenerbahçe
kazanır” diyorsa uğursuzluk getiriyor. Çarşı’dan geçerken kulaklarımı kapatır
arkadaşları duymamak için deli gibi bağıra bağıra geçerim.
FourFourTwo Dergisi Ocak 2010 sayısında yayımlanmıştır...
FourFourTwo Dergisi Ocak 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder