ONUN HAYATI BİR ROMAN
Süper
Lig’de forma giyen oyuncular arasında en parlak futbol kariyerlerinden birine
sahip olan Geremi kürkçü dükkânındaki tilki misali Ankara’ya döndü. Şampiyonlar
Ligi şampiyonluğundan Lampard’a, Emre Belözoğlu hepsi bu röportajda
Deplasman maçlarını da sayarsak topun
peşinde dünyayı dolaştığını söyleyebiliriz. Bu serüven senin gözünden nasıldı?
Kamerun’un,
çocuklarının futbol oynamaktan başka bir şey yapmadığı küçük bir kasabasında
futbol oynamaya başladım. Daha sonra onların birçoğundan daha şanslı olarak bir
futbol okuluna gittim. Ardından da Racing Bafoussam takımında
öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Paraguay’ın Cerro Porteno takımıyla da futbol
yolculuğum başlamış oldu. Gençlerbirliği’nde çok güzel zamanlar geçirdim. En
önemlisi Türkiye’de birçok şey öğrendim. Bunun sonucunda da İspanya’ya transfer
edildim. Futbolcu gençken her maçta forma giymek ister. Ben de öyleydim. İspanya’da
ilk 11’e girmem tehlikeye girince Middlesbrough’la
birlikte İngiltere maceram başlamış oldu. Chelsea, Newcastle United derken
kendimi Ankaragücü’nde buldum.
Gençlerbirliği’nden Real Madrid’e
transfer oldun ve ilk 11’de oynadın. Bu senin için nasıl bir deneyimdi?
Müthiş! Bir
futbolcu için dünyanın en büyük takımlarından birinde oynamaktan daha güzel ne
olabilir ki? Orada geçirdiğim üç yıl boyunca kazandığım ödüller, takımımla
birlikte kazandığım kupalar… Hâlâ rüya gibi! Gençlerbirliği’nden Real Madrid
gibi bir kulübe gitmek hayallerimin ürünüdür. Real Madrid’e gittiğimde ilk
birkaç hafta konuşmaya çekiniyordum. Morientes’in, McManaman’ın, Roberto
Carlos’un yanına gittiğimde bacaklarım titriyordu. İspanya’da gittiğim her
sinemada, her kafede insanlar “Aman Tanrım, bu Real Madrid’li Geremi!” diyordu.
Ben mahcubiyetimden ne yapacağımı bilemiyordum. Antrenmanlarda, maçlarda da
üzerimde aynı çekingenlik vardı. Bir gün Christian Karembeu beni bir kenara
çekip “Buradaki oyuncular kadar kaliteli olduğun için Real Madrid’desin.
Kimseyi kendinden üstün görme. Kendin ol!” dedi. Bunu her gün kendi kendime
tekrar ettim ve kendimi onlardan biri gibi hissettim. Zamanla takım
arkadaşlarım da oyunumdan etkilenip, “Çok iyisin, çok güçlüsün, çok iyi işler
yapıyorsun” demeye başladılar. Sonra her şey daha güzel oldu. Takımdaki
büyüklerimden ve hocamdan her gün yeni bir şey öğrendim.
Gençlerbirliği’nden Toshack zamanında
Real Madrid’e gittin ama o gittikten sonra da takımda kalıcı olup
şampiyonluklar yaşadın… Real Madrid’e gideceğini duyduğunda en çok kiminle
birlikte oynayacağın için heyecanlanmıştın?
(1999–2000
sezonundaki bütün takımı saydıktan sonra) Hepsi için ayrı ayrı şok yaşadım!
Kulüpte sürekli ağzım açık geziyordum. Kariyerim boyunca dünyanın en
büyükleriyle ya aynı takımda ya da karşılıklı oynadığım için şimdi hiçbirinin
adı benim için inanılmaz değil. “Real Madrid seni istiyor” dediklerinde buna
kesinlikle inanmamıştım. İmzalamadan olacağına inanmadım.
Çocukluğumdan
beri hırsla hep en iyi takımlarda oynamak, en iyi futbolculardan biri olmak
isterdim. Kendimi hep en üst seviyeye hazırladım. Bana nasıl başardığımı soran
gençlere de hep aynı şeyi söylerim: “Bazı futbolcular doğuştan şanslıdır,
futbola büyük takımlarda başlarlar, bazıları küçük takımlarda başlayıp kendi
şanslarını yaratırlar. Hayal kurmaktan korkmayın! Ben sadece hayal kurdum ve
istedim. Ama gerçekten istedim.”
Gençlerbirliği’nde oynadığın dönemde Banu
Alkan’ın “Neremi neremi” şarkısını kendi ismine uyarlamıştın…
(Şarkıyı gülerek
“Geremi Geremi” diye söyledikten sonra) Zamanın popüler şarkılarından biriydi.
Ne yalan söyleyeyim gazeteciler “Şarkı sana yazıldı” dediklerinde çok hoşuma
gitmişti, inanmıştım. Bir de mini elbiselerle güzel bir kadın söyleyince! Eh,
ben de gençtim o zaman. Güzeldi!
Newcastle’da kaptanlık pazubandını
taktın. Senden sonra Michael Owen kaptan oldu. Kevin Keegan’ın seni takımdan
kesmesine bozulmuş muydun? Owen ve Keegan için neler söylersin?
Newcastle’da
sürekli ve çok büyük değişiklikler oluyordu. Bence takımın ikinci lige
düşmesinin en büyük sebebi de budur. Başkan, hoca, futbolcu fark etmeksizin bir
değişim kargaşası takımı alıp yere vurdu. Takımlardaki kaptanları teknik
direktörler belirler. Kevin Keegan da geldiğinde öyle yaptı. Ona saygı duydum.
Çünkü beni yanına çağırıp, “Sen benim her zaman bir liderim olacaksın ama
kaptanlığı Michael Owen’a vereceğim” demişti. Bu kararın beni çok etkilediğini
söyleyemem.
Emre Belözoğlu, Newcastle’de oynarken de
Türkiye’de olduğu kadar agresif miydi?
Başlarda gayet
sakin bir adamdı. Bence o asıl agresifliği İngiltere’de öğrendi. Onda artık
Premier Lig ruhu var. Ortama ayak uyduramadığında bu onun başına iş açabiliyor.
Gençlerbirliği’nde Ümit Özat ile
oynamıştın. Ankaragücü’ne transferinde onun etkisinin önemli olduğunu
söylemiştin. Ümit Özat’la futbolculuğundan neler hatırlıyorsun? Teknik
direktörlüğü mü iyi futbolculuğu mu?
Ben Ümit’le
birlikte Gençlerbirliği’nde oynarken çok güzel zamanlar geçirdim. Takımda genç
bir kuşak vardı. Ümit benden birkaç yaş büyüktü ve takımın kaptanıydı. Biz
onunla abi–kardeş gibiydik. Bana verdiği desteği aradan onca yıl geçmesine
rağmen unutmadım. Sadece takımda değil, futbol oynamadığımız zamanlarda da
birlikteydik. Birlikte tavla oynardık ama şimdi teknik direktörüm olduğu için
kimin kazandığını sorma (gülüyor). Newcastle United, Premier Lig’den düşünce
Ümit benimle irtibata geçti. Ankara’ya geldiğimde gözlerime inanamadım. Bu
benim on yıl önce bıraktığım Ankara değildi! Tesisi gördüğüm anda kararımı
verdim. Çünkü ben onca deneyimime rağmen böyle güzel tesis görmedim. Geldiğim
ilk ayı çok zor geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Takım çok kalabalık olduğundan
kaynaşmamız oldukça zaman aldı. Futbolculuğu kadar antrenörlüğüne de
güveniyorum. Ben de takımda onun için elimden geleni yapıyorum. Yaşımdan dolayı
onun direktiflerini takım arkadaşlarıma aktarma görevini üstlendim.
Çok genç yaşta çok büyük isimlerle
birlikte oynadın? Hangi futbolcudan ne öğrendin?
Hepsinden çok
şey! En önemlisi büyük takımla küçük takım arasındaki farkı öğrendim. Bu
takımlarda kazanma mantığı çok farklı işliyor. Her zaman kazanmak istediğim
için büyük kulüplerde kendimi buldum. Büyük takımlar topyekûn kazanmak için
varlar. Küçük takım dediğim için özür dilerim ama küçük takımlar birçok maça “Çıkalım
ve oynayalım” havasında çıkıyor. Büyük takım için önemli–önemsiz maç yoktur,
deplasman–içsaha, kupa–lig ayrımı yoktur. Oyuncuları takım için en önemli
şeylerini verir. Raul maçlarda orta sahadaysa basit top oynardı. Sağa sola
verirdi ve siz onu tanımıyorsanız “Bu adam ne işe yarıyor?” diye sorardınız.
Ama kaleyi görebilen bir durumdaysa gol atabilmek için her şeyini ortaya
koyardı. İşte büyük futbolcu oydu!
Premier Lig şampiyonluğundan, Şampiyonlar
Ligi şampiyonluğuna birçok heyecan yaşadın. En unutulmaz maçın hangisiydi?
Real Madrid ile
Barcelona arasında oynanan hiçbir maç unutulmaz. Şampiyonlar Ligi’nde oynadığın
maçları da asla unutamam. Saymaya başlarsam bu daha uzar. Ben artık çok da genç
sayılmayan, çok heyecan yaşamış, şanslı bir adamım (gülüyor). El Classico aylar
öncesinden konuşulmaya başladığından futbolcunun da tansiyonu en üst seviyeye
çıkıyor. Bu dünyayı saran bir heyecan olduğundan en ücra ülkeye gitseniz de
kalp çarpıntınız azalmıyor. Hele bir de maç için Barcelona deplasmanına
gittiğinizde uyumak ne mümkün! Sabaha kadar Barça taraftarlarını dinleyip maça
çıkıyorsun. Bu tarz maçlarda motivasyonu sağlayan da ne takımın hocası ne başka
biri! Sadece ve sadece stadın atmosferi!
İngiltere, Güney Amerika, Portekiz,
İspanya ve Türkiye’de futbol oynadın. Bu her futbolcunun ulaşabileceği bir şey
değil. Bu ülkelerin arasında Türkiye’yi nereye koyarsın?
Türkiye’de
futbol büyük bir yükselişe geçti. Burada oynanan futbolu gittiğim ülkelerde de
takip etmeye çalıştım. Türk takımlarının yabancı takımlarla yaptıkları maçlarda
bu gelişim rahatlıkla görülüyor. Türkiye’ye gelen büyük futbolcular insanların
dikkatinin buraya kaymasını sağlıyor. Ülke dışında oynayan ve oyunlarıyla
herkesin takdirini kazanan Türk futbolcular var. Türkiye’nin Dünya Kupası’na
gidememesine üzüldüm ama gelecekte bu bir daha tekrarlanmayacak.
Babanın beş eşi ve bu eşlerden 17
kardeşin varmış! Ben duyduğumda inanamadım. Bu gerçekten doğru mu?
Kamerun’da biraz
paran varsa eşlerini peş peşe sıralayabilirsin (gülüyor). Buna paralel olarak
da sayısını unutabileceğin kadar çocuğun olabilir.
Kardeşlerinden kaçı erkek, kaçı kız?
(Soruyu
cevaplarken uzun süre gözlerini kapatıp düşündükten sonra..) Altı erkek 11 kız…
Tam tersi olsaydı erkeklerden bir futbol
takımı kurmayı düşünür müydün?
Ben küçükken çok
büyük bir evimiz vardı. Kız–erkek demeden biz zaten sürekli maç yapıyorduk.
Sonra biz önde, beş anne arkamızda kovalamaca başlıyordu (gülüyor). Ağabeylerimden
biri Kamerun’da profesyonel futbol oynuyordu ama başka bir ülkeye gidemedi.
Sen kaç defa evlendin? Baban gibi eşleri
sıralamayı düşündün mü?
Asla (gülüyor)! Beş
kadınla birden uğraşmak hiç kolay bir şey değil! Erkekler evlendiklerinde bir
kadın, iki çocukla uğraşamazken babamı beşi bir yana çekiştiriyordu. Kardeşler
ve eşler arasında kıskançlık kavgaları hiç bitmiyordu. Bir kız arkadaşım var o
benim başımdan aşıyor (gülüyor).
Newcastle’daki “sabık” hocan Joe Kinnear
hakkında neler söylersin?
Her antrenör
gibi Joe Kinner da kendi tarzıyla Newcastle’a geldi. Ben de dâhil takımda birçok
futbolcu onun tarzını benimsemedi. Birbirimizi anlamak istemedik. Takımda istikrar
sağlanamadı. Bildiğim kadarıyla şimdilerde kalp hastalığıyla mücadele ediyor.
Kontratını feshettiklerini duydum. Sağlık sorununun olmasına üzüldüm.
Chelsea’de Mourinho ve Lampard gibi
isimlerle birlikteydin. Mourinho’yla çalışmak zor mu?
Onunla çalışmak
çok zevkliydi. O işini çok iyi biliyor ve futbolcusundan en üst seviyede verim
almak için çalışıyor. Kendinizi ona kolaylıkla teslim edebiliyorsunuz.
Tuncay Şanlı’yı nasıl buluyorsun? Sence
İngiltere’de oynanan futbola ayak uydurabildi mi?
Bence o Premier
Lig için gayet uygun bir oyuncu. Kendisinin de orda oynamaktan zevk aldığını
düşünüyorum. Bence bir futbolcu için de en önemli şey bu.
Yanına geldiğimizden beri kahkaha
atıyorsun. İdmanda da takımı eğlendiren futbolculardan birisin. Tesislerde
vakit nasıl geçiyor?
Ankaragücü’nün
tesislerinde eğlenebileceğiniz bir sürü insan ve bir sürü araç var. Bowlingden
bilardoya kadar oynayabileceğimiz oyunlar var. Ben futbolda olduğu gibi her oyunda
sürekli zaman kazanmak istiyorum. Sürekli üzdüğüm adamlardan biri de bu
yanımdaki adam: Tercümanım Hasan!
Türkiye’de adettendir, baklavasına
iddiaya girilir. Sen de boş oynama…
Bunu öğrendiğim
iyi oldu (gülüyor). İşin ucunda baklava varsa Hasan’ın hiç şansı yok!
FourFourTwo Mayıs 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder