2 Kasım 2012 Cuma

Geremi Nijtap



ONUN HAYATI BİR ROMAN

Süper Lig’de forma giyen oyuncular arasında en parlak futbol kariyerlerinden birine sahip olan Geremi kürkçü dükkânındaki tilki misali Ankara’ya döndü. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan Lampard’a, Emre Belözoğlu hepsi bu röportajda

Deplasman maçlarını da sayarsak topun peşinde dünyayı dolaştığını söyleyebiliriz. Bu serüven senin gözünden nasıldı?
Kamerun’un, çocuklarının futbol oynamaktan başka bir şey yapmadığı küçük bir kasabasında futbol oynamaya başladım. Daha sonra onların birçoğundan daha şanslı olarak bir futbol okuluna gittim. Ardından da Racing Bafoussam takımında öğrendiklerimi uygulamaya başladım. Paraguay’ın Cerro Porteno takımıyla da futbol yolculuğum başlamış oldu. Gençlerbirliği’nde çok güzel zamanlar geçirdim. En önemlisi Türkiye’de birçok şey öğrendim. Bunun sonucunda da İspanya’ya transfer edildim. Futbolcu gençken her maçta forma giymek ister. Ben de öyleydim. İspanya’da ilk 11’e girmem tehlikeye girince Middlesbrough’la birlikte İngiltere maceram başlamış oldu. Chelsea, Newcastle United derken kendimi Ankaragücü’nde buldum.

Gençlerbirliği’nden Real Madrid’e transfer oldun ve ilk 11’de oynadın. Bu senin için nasıl bir deneyimdi?
Müthiş! Bir futbolcu için dünyanın en büyük takımlarından birinde oynamaktan daha güzel ne olabilir ki? Orada geçirdiğim üç yıl boyunca kazandığım ödüller, takımımla birlikte kazandığım kupalar… Hâlâ rüya gibi! Gençlerbirliği’nden Real Madrid gibi bir kulübe gitmek hayallerimin ürünüdür. Real Madrid’e gittiğimde ilk birkaç hafta konuşmaya çekiniyordum. Morientes’in, McManaman’ın, Roberto Carlos’un yanına gittiğimde bacaklarım titriyordu. İspanya’da gittiğim her sinemada, her kafede insanlar “Aman Tanrım, bu Real Madrid’li Geremi!” diyordu. Ben mahcubiyetimden ne yapacağımı bilemiyordum. Antrenmanlarda, maçlarda da üzerimde aynı çekingenlik vardı. Bir gün Christian Karembeu beni bir kenara çekip “Buradaki oyuncular kadar kaliteli olduğun için Real Madrid’desin. Kimseyi kendinden üstün görme. Kendin ol!” dedi. Bunu her gün kendi kendime tekrar ettim ve kendimi onlardan biri gibi hissettim. Zamanla takım arkadaşlarım da oyunumdan etkilenip, “Çok iyisin, çok güçlüsün, çok iyi işler yapıyorsun” demeye başladılar. Sonra her şey daha güzel oldu. Takımdaki büyüklerimden ve hocamdan her gün yeni bir şey öğrendim.

Gençlerbirliği’nden Toshack zamanında Real Madrid’e gittin ama o gittikten sonra da takımda kalıcı olup şampiyonluklar yaşadın… Real Madrid’e gideceğini duyduğunda en çok kiminle birlikte oynayacağın için heyecanlanmıştın?
(1999–2000 sezonundaki bütün takımı saydıktan sonra) Hepsi için ayrı ayrı şok yaşadım! Kulüpte sürekli ağzım açık geziyordum. Kariyerim boyunca dünyanın en büyükleriyle ya aynı takımda ya da karşılıklı oynadığım için şimdi hiçbirinin adı benim için inanılmaz değil. “Real Madrid seni istiyor” dediklerinde buna kesinlikle inanmamıştım. İmzalamadan olacağına inanmadım.
Çocukluğumdan beri hırsla hep en iyi takımlarda oynamak, en iyi futbolculardan biri olmak isterdim. Kendimi hep en üst seviyeye hazırladım. Bana nasıl başardığımı soran gençlere de hep aynı şeyi söylerim: “Bazı futbolcular doğuştan şanslıdır, futbola büyük takımlarda başlarlar, bazıları küçük takımlarda başlayıp kendi şanslarını yaratırlar. Hayal kurmaktan korkmayın! Ben sadece hayal kurdum ve istedim. Ama gerçekten istedim.”

Gençlerbirliği’nde oynadığın dönemde Banu Alkan’ın “Neremi neremi” şarkısını kendi ismine uyarlamıştın…
(Şarkıyı gülerek “Geremi Geremi” diye söyledikten sonra) Zamanın popüler şarkılarından biriydi. Ne yalan söyleyeyim gazeteciler “Şarkı sana yazıldı” dediklerinde çok hoşuma gitmişti, inanmıştım. Bir de mini elbiselerle güzel bir kadın söyleyince! Eh, ben de gençtim o zaman. Güzeldi!

Newcastle’da kaptanlık pazubandını taktın. Senden sonra Michael Owen kaptan oldu. Kevin Keegan’ın seni takımdan kesmesine bozulmuş muydun? Owen ve Keegan için neler söylersin?
Newcastle’da sürekli ve çok büyük değişiklikler oluyordu. Bence takımın ikinci lige düşmesinin en büyük sebebi de budur. Başkan, hoca, futbolcu fark etmeksizin bir değişim kargaşası takımı alıp yere vurdu. Takımlardaki kaptanları teknik direktörler belirler. Kevin Keegan da geldiğinde öyle yaptı. Ona saygı duydum. Çünkü beni yanına çağırıp, “Sen benim her zaman bir liderim olacaksın ama kaptanlığı Michael Owen’a vereceğim” demişti. Bu kararın beni çok etkilediğini söyleyemem.

Emre Belözoğlu, Newcastle’de oynarken de Türkiye’de olduğu kadar agresif miydi?
Başlarda gayet sakin bir adamdı. Bence o asıl agresifliği İngiltere’de öğrendi. Onda artık Premier Lig ruhu var. Ortama ayak uyduramadığında bu onun başına iş açabiliyor.

Gençlerbirliği’nde Ümit Özat ile oynamıştın. Ankaragücü’ne transferinde onun etkisinin önemli olduğunu söylemiştin. Ümit Özat’la futbolculuğundan neler hatırlıyorsun? Teknik direktörlüğü mü iyi futbolculuğu mu?
Ben Ümit’le birlikte Gençlerbirliği’nde oynarken çok güzel zamanlar geçirdim. Takımda genç bir kuşak vardı. Ümit benden birkaç yaş büyüktü ve takımın kaptanıydı. Biz onunla abi–kardeş gibiydik. Bana verdiği desteği aradan onca yıl geçmesine rağmen unutmadım. Sadece takımda değil, futbol oynamadığımız zamanlarda da birlikteydik. Birlikte tavla oynardık ama şimdi teknik direktörüm olduğu için kimin kazandığını sorma (gülüyor). Newcastle United, Premier Lig’den düşünce Ümit benimle irtibata geçti. Ankara’ya geldiğimde gözlerime inanamadım. Bu benim on yıl önce bıraktığım Ankara değildi! Tesisi gördüğüm anda kararımı verdim. Çünkü ben onca deneyimime rağmen böyle güzel tesis görmedim. Geldiğim ilk ayı çok zor geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Takım çok kalabalık olduğundan kaynaşmamız oldukça zaman aldı. Futbolculuğu kadar antrenörlüğüne de güveniyorum. Ben de takımda onun için elimden geleni yapıyorum. Yaşımdan dolayı onun direktiflerini takım arkadaşlarıma aktarma görevini üstlendim.

Çok genç yaşta çok büyük isimlerle birlikte oynadın? Hangi futbolcudan ne öğrendin?
Hepsinden çok şey! En önemlisi büyük takımla küçük takım arasındaki farkı öğrendim. Bu takımlarda kazanma mantığı çok farklı işliyor. Her zaman kazanmak istediğim için büyük kulüplerde kendimi buldum. Büyük takımlar topyekûn kazanmak için varlar. Küçük takım dediğim için özür dilerim ama küçük takımlar birçok maça “Çıkalım ve oynayalım” havasında çıkıyor. Büyük takım için önemli–önemsiz maç yoktur, deplasman–içsaha, kupa–lig ayrımı yoktur. Oyuncuları takım için en önemli şeylerini verir. Raul maçlarda orta sahadaysa basit top oynardı. Sağa sola verirdi ve siz onu tanımıyorsanız “Bu adam ne işe yarıyor?” diye sorardınız. Ama kaleyi görebilen bir durumdaysa gol atabilmek için her şeyini ortaya koyardı. İşte büyük futbolcu oydu!

Premier Lig şampiyonluğundan, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuna birçok heyecan yaşadın. En unutulmaz maçın hangisiydi?
Real Madrid ile Barcelona arasında oynanan hiçbir maç unutulmaz. Şampiyonlar Ligi’nde oynadığın maçları da asla unutamam. Saymaya başlarsam bu daha uzar. Ben artık çok da genç sayılmayan, çok heyecan yaşamış, şanslı bir adamım (gülüyor). El Classico aylar öncesinden konuşulmaya başladığından futbolcunun da tansiyonu en üst seviyeye çıkıyor. Bu dünyayı saran bir heyecan olduğundan en ücra ülkeye gitseniz de kalp çarpıntınız azalmıyor. Hele bir de maç için Barcelona deplasmanına gittiğinizde uyumak ne mümkün! Sabaha kadar Barça taraftarlarını dinleyip maça çıkıyorsun. Bu tarz maçlarda motivasyonu sağlayan da ne takımın hocası ne başka biri! Sadece ve sadece stadın atmosferi!

İngiltere, Güney Amerika, Portekiz, İspanya ve Türkiye’de futbol oynadın. Bu her futbolcunun ulaşabileceği bir şey değil. Bu ülkelerin arasında Türkiye’yi nereye koyarsın?
Türkiye’de futbol büyük bir yükselişe geçti. Burada oynanan futbolu gittiğim ülkelerde de takip etmeye çalıştım. Türk takımlarının yabancı takımlarla yaptıkları maçlarda bu gelişim rahatlıkla görülüyor. Türkiye’ye gelen büyük futbolcular insanların dikkatinin buraya kaymasını sağlıyor. Ülke dışında oynayan ve oyunlarıyla herkesin takdirini kazanan Türk futbolcular var. Türkiye’nin Dünya Kupası’na gidememesine üzüldüm ama gelecekte bu bir daha tekrarlanmayacak.

Babanın beş eşi ve bu eşlerden 17 kardeşin varmış! Ben duyduğumda inanamadım. Bu gerçekten doğru mu?
Kamerun’da biraz paran varsa eşlerini peş peşe sıralayabilirsin (gülüyor). Buna paralel olarak da sayısını unutabileceğin kadar çocuğun olabilir.

Kardeşlerinden kaçı erkek, kaçı kız?
(Soruyu cevaplarken uzun süre gözlerini kapatıp düşündükten sonra..) Altı erkek 11 kız…

Tam tersi olsaydı erkeklerden bir futbol takımı kurmayı düşünür müydün?
Ben küçükken çok büyük bir evimiz vardı. Kız–erkek demeden biz zaten sürekli maç yapıyorduk. Sonra biz önde, beş anne arkamızda kovalamaca başlıyordu (gülüyor). Ağabeylerimden biri Kamerun’da profesyonel futbol oynuyordu ama başka bir ülkeye gidemedi.

Sen kaç defa evlendin? Baban gibi eşleri sıralamayı düşündün mü?
Asla (gülüyor)! Beş kadınla birden uğraşmak hiç kolay bir şey değil! Erkekler evlendiklerinde bir kadın, iki çocukla uğraşamazken babamı beşi bir yana çekiştiriyordu. Kardeşler ve eşler arasında kıskançlık kavgaları hiç bitmiyordu. Bir kız arkadaşım var o benim başımdan aşıyor (gülüyor).

Newcastle’daki “sabık” hocan Joe Kinnear hakkında neler söylersin?
Her antrenör gibi Joe Kinner da kendi tarzıyla Newcastle’a geldi. Ben de dâhil takımda birçok futbolcu onun tarzını benimsemedi. Birbirimizi anlamak istemedik. Takımda istikrar sağlanamadı. Bildiğim kadarıyla şimdilerde kalp hastalığıyla mücadele ediyor. Kontratını feshettiklerini duydum. Sağlık sorununun olmasına üzüldüm.

Chelsea’de Mourinho ve Lampard gibi isimlerle birlikteydin. Mourinho’yla çalışmak zor mu?
Onunla çalışmak çok zevkliydi. O işini çok iyi biliyor ve futbolcusundan en üst seviyede verim almak için çalışıyor. Kendinizi ona kolaylıkla teslim edebiliyorsunuz.

Tuncay Şanlı’yı nasıl buluyorsun? Sence İngiltere’de oynanan futbola ayak uydurabildi mi?
Bence o Premier Lig için gayet uygun bir oyuncu. Kendisinin de orda oynamaktan zevk aldığını düşünüyorum. Bence bir futbolcu için de en önemli şey bu.

Yanına geldiğimizden beri kahkaha atıyorsun. İdmanda da takımı eğlendiren futbolculardan birisin. Tesislerde vakit nasıl geçiyor?
Ankaragücü’nün tesislerinde eğlenebileceğiniz bir sürü insan ve bir sürü araç var. Bowlingden bilardoya kadar oynayabileceğimiz oyunlar var. Ben futbolda olduğu gibi her oyunda sürekli zaman kazanmak istiyorum. Sürekli üzdüğüm adamlardan biri de bu yanımdaki adam: Tercümanım Hasan!

Türkiye’de adettendir, baklavasına iddiaya girilir. Sen de boş oynama…
Bunu öğrendiğim iyi oldu (gülüyor). İşin ucunda baklava varsa Hasan’ın hiç şansı yok!

FourFourTwo Mayıs 2010 sayısında yayımlanmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder