“Güler yüzlü olmanın bir zararını
görmedim”
Bir hakemin
maç içinde ayağını topa uzatma heyecanının önüne geçerken ne kadar zorlandığını
hiç düşündünüz mü? Hakemliğinin ilk günlerinde bu durum Fırat Aydınus için
oldukça zordu! Sonrası mı? Hepsi aşağıda…
Futbolla ilgilenmeye nasıl
başladınız? Profesyonel anlamda futbol oynadınız mı?
Bu ülkede
evde iç içe çoraplardan, portakaldan, elmadan; sokakta teneke kutulardan top
yapıp oynamayan çocuk yoktur sanırım. Fatih gibi bir semtin havasını solumak da
çocuk kalbime futbol sevdasını düşürmüş olabilir. Vefa Stadı’nda oynanan
maçları kaçırmadan büyüdüm ben. Davutpaşaspor’da sekiz sene sağ bek ve orta
sahada oynadım.
Nasıl bir oyuncuydunuz? Hakemlerle aranız
nasıldı?
Arkadaşlarımın
hâlâ yakınmalarından da anlıyorum ki sert bir oyuncuydum (gülüyor). Ama sadece
topa! Hakemlerle benim bırakın tartışmayı, oyun içinde diyalogum bile
olmamıştır. Bir hakemle anlaşamazdım: Fethi Aydınus. Ağabeyim (gülüyor)! İlk ve
tek kırmızı kartımı da yine ondan gördüm.
Futbolu bırakma sebebiniz neydi?
Takımım
amatör kümede olsa da ben işimi o kadar ciddiye almıştım ki tam bir profesyonel
gibi bütün önceliğim futbol olmuştu. Bunun üzerine babam da profesyonel bir
aile reisliği yaptı (gülüyor). Futbola okulum için ara verdim. İlginçtir,
futbolculuğumu bitiren babam, üniversite sınavlarını kazanıp jeofizik
mühendisliği okumaya başladığımda vicdanına yenilip beni yeniden sahaya sürmek
istedi. Hakem olmam için dilekçe yazan da babamdır. Hatta ben hakemlik
sınavlarına girme işini bir yıl ertelemiştim, yılmadı. Beni teşvik ettiği için
ona minnettarım.
Babanızın hakem oğullar
yetiştirmekten başka futbolla ilgisi var mı?
Babam kendi
halinde bir Tekel işçisiydi. En büyük keyfi ise hakem yetiştirmek (gülüyor).
Şimdi emekli ama ondaki futbol sevgisi hiç emekliye ayrılmayacak.
Futbolculuk geçmişi olan bir olarak
sahada olup da topa dokunamamak nasıl bir duygu?
Bu
gerçekten anlatılmaz, yaşanması gerekir. İlk zamanlarda kendimi frenlemek için
epey zorlanmıştım. Ancak zamanla neyi ne kadar yapıp yapmamam gerektiğini kabul
ettim. “Birileri oynayacak ve sen bunu farklı bir gözle izleyeceksin” dedim
kendime. O isteği arkadaşlarımla maçlar düzenleyerek giderdim. Haftada bir defa
kesinlikle arkadaşlarımla maç yapıyoruz. O zaman bol bol dokunuyorum topa,
yönettiğim maçlarda bu ihtiyacım kalmıyor (gülüyor).
Hakemlik dışında bir işiniz daha
var…
İki yıl
borsada çalışıp yakın zamanda çıldıracağıma kanaat getirip ayrıldım (gülüyor).
Şu anda İngilizce dil eğitimi veren bir dil okulunun kurumsal departmanında
çalışmaktayım. Bir de yönetmenlik deneyimim var (gülüyor)! Bir gün bir
arkadaşım aradı, “Hocam senin tiyatro ile bir ilgin var mı?” dedi. “Sadece
seyirciyim” dedim. “Saklamayın hocam, Kadıköy Halis Kurtça Kültür Merkezi’nde
oyun yönetiyorsun” dedi. Merak edip gittim. Kocaman afişi görünce şaşkınlıktan
ağzım açık kaldı çünkü benim bildiğim başka Fırat Aydınus yok. İçeri girip
oyunun provasını izledim. Koca salonda alıcı gözle tek başıma izleyince
oyuncular merak edip, kim olduğumu sordular. “Yönetmeninizim” dedim. Bana
şaşkın şaşkın bakmaya başladıklarında film koptu tabii. Meğer sanat
yönetmenleri afişi hazırlarken bir yandan da benim yönettiğim maçı izliyormuş.
Fırat Ayvadaş yazacağına Aydınus yazmış (gülüyor)!
Hakemler idmanlardan sonra kendi
aralarında maç yapıyorlar. Herkes hakem olunca saha karışmıyor mu?
Siz de
hakemlik yaptığınız dönemde görmüşsünüzdür neler olduğunu (gülüyor). Ya kimse
hiçbir şeye itiraz etmiyor ya da herkes aynı anda durumun kritiğini yapıyor,
herkes birbirine itiraz ediyor. Çünkü herkes işin uzmanı! Gazozuna bile maç
yapılsa işin ne kadar ciddiye alındığını tahmin edersiniz. İdmandan sonra
koşmaya pek halimiz olmasa da pozisyon konuşmaya her zaman açığız (gülüyor).
İdmanlarda neler yapıyorsunuz?
Yönettiğiniz maçları birlikte tartışıyor musunuz?
Maçlarda
sarf ettiğimiz efora karşılık gelebilecek her şeyi yapıyoruz. Toplu yaptığımız
idmanların yanında bireysel idmanlar da yapıyoruz ve verileri gönderiyoruz.
Bunun yanında psikolojik destek görüyoruz. Futbolcuların maç esnasında
büründükleri psikoloji de bizim için önemli. Kişisel gelişimimiz adına ne
gerekiyorsa yapıyoruz. Yönettiğimiz maçları tekrar tekrar seyrederek kritiğini
yapıyoruz. Emin olun televizyonda tartışılanlardan çok daha fazla kendimizi
eleştiriyoruz.
Amatör ligde ve Süper Lig’de
yönettiğiniz ilk maçı ve yönettiğiniz ilk derbiyi hatırlıyor musunuz?
İlk maçıma
ağabeyimle birlikte İmes Stadı’nda çıkmıştım. Ben yardımcı hakemdim, o hakemdi.
Bir şeyi ilk defa yapmanın verdiği heyecanla çıkmıştım sahaya. Ağabeyimin orta
hakem olması bana güvence vermişti. Tabii o zaman maçta olay çıkarsa ilk
kovalanacak kişinin ağabeyim olduğunu bilemiyordum (gülüyor). Yaşadığım
heyecanla maçın bütün ayrıntılarını hafızamdan sildiği için hiçbir şey hatırlayamıyorum
(gülüyor). 2002–03 sezonunda Elazığ–Konyaspor maçıyla Süper Lig’e adım attım.
Onun da tatlı bir heyecanı vardı ama başlama düdüğünü çaldığım anda defalarca
Süper Lig’de maç yönetmişçesine kaptırmıştım kendimi. 2004–05 sezonunda
Beşiktaş - Fenerbahçe maçıyla da ilk derbi düdüğünü çaldım.
Maçlara çıkmadan önce nasıl
hazırlıklar yapıyorsunuz? Olmazsa olmazlarınız var mı?
Kesinlikle
maç çantamı ben hazırlarım. Çünkü bence yöneteceğiniz maç için konsantrasyonu sağlamak
çantayı hazırlamakla başlar. Talimat gereği telefonlar iki saat öncesinden
kapatılır. Eşimin ve annemin sesini duymadan telefonumu kapatmam. Maça çıkmadan
önce mutlaka ve mutlaka müzik dinlerim. Özellikle hareketli müzikler. Bazen
yardımcılarımla birlikte müziğin sesini açıp, hiçbir şey konuşmadan deşarj
olduğumuz da olur. En son maçıma Cranberries’den Zombie dinleyip çıktım
(gülüyor). Beatles da dinlerim ama
olmazsa olmazım Sezen Aksu’dur. En büyük korkum da bir gün onun maçıma gelmesi
(gülüyor). Protokolde çok değerli ve önemli insanlar geliyor, maça
odaklandığımdan hiçbiri beni etkilemiyor ama Sezen Aksu gelirse olacakları
düşünemiyorum. Onun yeri bende çok farklıdır.
Sezen Aksu konserlerine gidiyor
musunuz? Maçlardan ve işten kalan zaman nasıl geçiyor?
Doğduğundan
beri bütün eğlencemiz Mina Deniz oldu. Köln’de Fenerbahçe- Beşiktaş kupa maçı
yönettim, bir gün sonra kızım doğdu. Doktor doğum için maçın bitmesini bekledi
(gülüyor). Hem çalışıp hem hakemlik yapınca ve bir de baba olunca sosyal hayata
pek vakit kalmıyor. Sinemaya gitmek yerine evde film izler olduk. Deniz
kenarında okumak yerine sadece o uyuduktan sonra kitap okuyabiliyoruz. En büyük
keyfimiz onunla karşılıklı fotoğraf çekmek. Bunun için kısa süreli bir eğitim
de aldım.
Hakem arkadaşlarınız PlayStation’a
çok düşkün olduğunuzu söylüyorlar…
Play
Station benim için önüne geçilemez bir hastalıktı. Bir dönem hayatıma büyük
sekte vurduğunu söyleyebilirim. Nesta gibi parmaklarımdan ameliyat olabilirdim.
Kızım doğduktan sonra bu hastalıktan kurtuldum (gülüyor). Evimdeki Play
Stationu söküp bir arkadaşıma verdim. Arkadaşlarımın meç tekliflerini
reddettim. Kamplarda hakem arkadaşlarımla oynardık. Cüneyt Çakır ve Tolga
Özkalfa henüz beni yenebilmiş değiller (gülüyor).
Bizim futbolcularımız altyapıdaki
eksiklikten mi yoksa yıllardır baskı altında olduklarından mı hakemlere karşı
gerginler?
Aslında
cevap sorunun içinde gizli. Baskıyı ortadan kaldırmak kolay olmadığından
öncelikle baskıdan ve baskı altında yapılanlardan insanları nasıl uzak tutabiliriz,
bunu düşünmek lazım. Futbolun içinde olan herkesin üzerinde baskı var.
Özellikle de öncelikli baskı kaynağı olarak düşünülen taraftarın! Taraftarın
üzerindeki baskı kalkmadan ne futbolcunun ne de hakemin üzerindeki baskıyı
kaldırabilirsiniz. Bu zincirleme bir tepki. Eğitim tek başına çözüm değil.
Öğretim başka bir şey. En büyük futbol eylemlerinin içinde bin bir çeşit insan görebilirsiniz.
En okkalı küfürleri onların ağzından duyabilirsiniz. Bu konuda önemli bir etken
de seyircinin sahada ne görmek istediği. Seyircinin çoğunluğu sahada ne görmek
istiyorsa sahada olan odur. Saha içi ve saha dışı iki farklı dünyadır. Sahada en
hırçın futbolcuyu, saha dışında tanımayabilirsiniz. Futbolun atmosferi
insanları başkalaştırıyor. Bu öyle doğal bir süreç ki çoğu zaman farkına bile
varamıyoruz. Ne zaman ki bitiş düdüğü çalıyor o zaman herkes olması gerekene
dönüyor. Saha içinde yaşanan, saha içinde kalıyor.
Sizin bulduğunuz yöntemler var mı?
Ben saha
içinde baskıyı en aza indirmek için üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. Bir de
benim ütopyalarım var (gülüyor). Statların giriş kapısında “Damsız girilmez”
yazsa mesela. Bir maç için de olsa denense keşke. Nasıl olurdu bir düşünsenize
(gülüyor)! Ve hatta bir bilet alana diğeri bedava olsa, o bilet de eşler için
geçerli olsa. Bir de küfür edildiğinde düşündüğüm bir şey var. Maçtan bir iki
gün önce, maçta anneme küfür eden taraftarın annesinin alışveriş poşetlerini
taşımasına yardım ediyorum belki de bilmeden. Ne mutlu bana! Bunun tersi de
mümkün tabii.
Futbolcular ile en iyi diyalog kuran
hakemlerimizdensiniz, bu yaklaşımı nasıl kazandınız?
Bunun
akademik eğitimini almadım ama bu konuda söz hakkına sahip hocalarımızdan
sürekli eğitim alıyoruz. Bu biraz da kişinin karakterine bağlı. Sonuca
ulaşırken farklı yollardan gidebilirsiniz. Ben futbolculara sert davranmadan da
diyalog kurulabileceğine inananlardanım. Belli zamanlar ve durumların haricinde
güler yüzlü olmanın bir sakıncasını görmedim. Çıkmadan önce “Bu maçta sahada
nasıl davranayım?” diye sormuyorum kendime. Güler yüzlü olmak için de özel bir
çaba sarf etmiyorum. Saha dışında da beni somurtkan bir ifadeyle göremezsiniz.
Henüz bir zararını görmedim.
Hakemliğin profesyonel bir meslek
haline getirilmesi çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Futbolun
sanayi haline geldiği bir zamanda hakemlerin de diğer unsurlar gibi profesyonel
olması gerektiği yadsınamaz bir gerçek. Ancak bu “Ha” deyince olacak bir iş
değil. Bunu ancak adım adım yapabiliriz. Hakemliğin zamanla profesyonelleşeceği
kesin ama bunun nasıl yapıldığı da ayrıca önemli.
Avrupa’da sahaya ekstra hakemler
eklenmesi fikri deneniyor. Sizce yanlış kararları azaltır mı?
Avrupa’da
gittiğimiz maçlarda gördük hatta bizzat denedik. Biraz daha zamanının olduğunu
düşünüyorum. Bu uygulamanın avantajlarını ve dezavantajlarını bir anda görmek
mümkün değil. Önce oluşabilecek her türlü sonuç incelenmeli, dönüşümler
değerlendirilmeli.
Bir hakemi en çok mutlu eden şey
nedir?
Yönettiğin
maçın hakkını verdiğine inanıyorsan ve verdiğin emeğin karşılığını manevi
anlamda geri alabiliyorsan, en büyük mutluluklardan birini yaşıyorsun
demektir.
İrlanda- Fransa maçında siz
olsaydınız ne yapardınız? Aynı hakemin Dünya Kupası’nda görev almasının altında
ne gibi bir düşünce var?
Görseydim
direkt serbest vuruş verirdim ama maçın hakemleri gibi hiçbirimiz göremediysek
elden ne gelir? Sonrasında pozisyonu izlediniz ve hatalı karar verdiğinizi
gördünüz. İşte bu hakem için onulmaz bir yaradır. Üzülmemek mümkün mü! Bir
hakem kötü yönettiği bir maçın ağırlığını bir sonraki maça kadar sırtında
taşır. İster on beş yıl, ister on beş gün. Bunu kafasından atabilmesinin tek
yolu bir sonraki maça çıkmasıdır. İdareciler
onu kötü yönettiğini düşündüğü maçtan hemen sonra yeniden görevlendiriyorsa ne
mutlu ona. O maçtan sonra Henry’nin bile üzüldüğünü düşünüyorum. Aforoz edilen
o oldu.
Futbol sizce de doğasında sertlik
olan bir oyun mu?
Sertliğin
neye, hangi niyetle yaptığına bağlı. Sertlikten kasıt mücadeleyse evet,
futbolun doğasında sertlik var. Hakemler de kararını verirken mücadeleyi
engelleyici değil, mücadelenin içindeki kişilerin en az zararı görmesini
sağlayıcı olmalıdır.
Aldığınız tepkilerden sonra futbol için
en büyük fedakârlıkları hakemlerin yaptığını düşünüyor musunuz?
Futbolu
sevmeden bu işi yapmak mümkün değil. Saniyenin onda birinde karar veren bir
merci olmayı tercih ettiyseniz bazı şeyleri göze almışsınız demektir. Hakemliğe
başlarken taraftarımın olmayacağını, her kararımın yargılanacağını biliyordum.
Gerçekler evet, zor. Ancak futbolun içinde yer alan herkes belli zorluklar
yaşıyor. Futbolun neresinden tutarsanız tutun, farklı farklı sorunlar var.
Hakemlerin yaşadıkları futbolcuların ya da teknik direktörlerin yaşadıklarından
çok daha fazlası değil.
Yönettiğiniz maçlardaki
pozisyonların tartışılmasından nasıl etkileniyorsunuz?
Deneyimlerim
yorum yaparken hangi niyette olduklarını daha çabuk anlayabilmeyi öğretti.
Eleştiri yapan kişiye göre bu yorumların etkisi değişir. Beni yerden yere vuran
hiçbir eleştiriyi günlerce kafama taktığım olmamıştır.
Bana, benim yönetimime karşı her
zaman saygılıdır diyebileceğiniz oyuncular var mı?
Var mı
(gülüyor)? Varsa da ben farkına varamamışım demek. O kadar saygılı ve kanaatkâr
ki ben görmemişim (gülüyor). İtiraz eden her futbolcu hakeme saygısızlık ediyor
diyemeyiz. Haksızlığa uğradığını düşünen her futbolcunun kendisini savunma
hakkı var. Benim de böyle oyunculara saygım sonsuz. Önemli olan bu savunmayı saygısızca
yapmaması.
Saha içinde ilginç gözlemleriniz var
mı?
Maçı
televizyondan izlemek başka bir şey, tribünden izlemek başka, sahanın içinde
olmak paha biçilemez (gülüyor). Oyuncuların yakınında olmak bazı detayları
yakalamanızı sağlıyor. Topun gelmesini bekleyen futbolcunun topu atacağı yer
konusunda bir karar verip vermediğini gözlerinden anlayabilmek gibi.
Maçtaki güzel pozisyonlara, mesela
bir röveşata vuruşla atılan gole dışarıya yansıtmasanız da içinizde kayıtsız
kalabiliyor musunuz?
Onu yaşayacaksınız
zaten. Nasıl kendinizi soyutlarsınız! Her şeyinizi yitirirsiniz o anda. Siz de
o maçın bir parçasısınız. Seyirci nasıl coşuyorsa siz de coşuyorsunuz. Sahadaki
rakipler bile kayıtsız kalamazken, siz kendinizi nasıl frenleyeceksiniz.
Futbolun güzellikleri muhakkak sizde de haz uyandırmalı. Dikkat ettiyseniz
dünyanın başka yerlerinde stattaki koltuklar maç oynanırken kullanılırken bizde
devre arasında kullanılır. Bu bizim seyircimizin kanında var. Bizim
taraftarımız da tribünden röveşata atıyor, ofsayta düşüyor!
Futbolcularla saha dışında da
karşılaştığınız oluyor mu?
İstanbul’da
yaşadığım için arada bir karşılaşıyoruz. Panellerde, seminerlerde
karşılaştığımız oluyor. Bir gün bir panelde İbrahim Üzülmez’le karşılaştık.
Yakın zaman önce de ona bir kırmızı kart göstermiştim. Beni görünce gülerek
“Hocam sayenizde futbolu unuttum” demişti. Bunlar işin esprisi tabi.
Oyuncular o kadar iyi niyetliydi ki
bana da hiç iş düşmedi dediğiniz maçlar oldu mu?
Evet,
izlediğim maçlar (gülüyor)! Bunu futbolcuların cevaplaması daha doğru olur.
Unutamadığınız, aklınıza geldikçe
güldüğünüz bir maç hikâyesi var mı?
Eşimle
evliliğimizin ilk yıllarında birbirimize minik sürprizler yapardık. Maçlara
giderken eşim bana küçük küçük notlar yazar, çantamın, cebimin bir köşesine
sıkıştırırdı. “İyi yolculuklar hayatım”, “Başarılar dilerim canım” gibi
notlardı bunlar. Bir gün maç yönetirken bir pozisyon oldu, futbolcuya sarı kart
göstermek için elimi cebime attım. Futbolcunun yanına gittim. Sarı kartı bir
çıkarttım ( Bu sırada Fırat Hoca bize canlandırmasını da yapıyor), o sırada
beyaz bir kâğıt da döne döne yere düşmeye başladı. Futbolcuyla kâğıdın ağır
çekimde düşüşüne kilitlendik ve kâğıt yere düşüp, yazılı taraf üste gelecek
şekilde durduğu an benim bittiğim andı (gülüyor). “Seni seviyorum”! Futbolcuyla
uzun süre bakıştıktan sonra “Hocam ben de seni” dedi. Eşim hâlâ bu notlardan
yazıyor ama içeriği biraz değişti (gülüyor). “Hayatım gelirken bana parfüm alır
mısın?” ( Bu sefer itirazlar eşi Teyyübe hanımdan geliyor!)
FourFourTwo Dergisi Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder