2 Kasım 2012 Cuma

Fırat Aydınus



“Güler yüzlü olmanın bir zararını görmedim”

Bir hakemin maç içinde ayağını topa uzatma heyecanının önüne geçerken ne kadar zorlandığını hiç düşündünüz mü? Hakemliğinin ilk günlerinde bu durum Fırat Aydınus için oldukça zordu! Sonrası mı? Hepsi aşağıda…

Futbolla ilgilenmeye nasıl başladınız? Profesyonel anlamda futbol oynadınız mı?
Bu ülkede evde iç içe çoraplardan, portakaldan, elmadan; sokakta teneke kutulardan top yapıp oynamayan çocuk yoktur sanırım. Fatih gibi bir semtin havasını solumak da çocuk kalbime futbol sevdasını düşürmüş olabilir. Vefa Stadı’nda oynanan maçları kaçırmadan büyüdüm ben. Davutpaşaspor’da sekiz sene sağ bek ve orta sahada oynadım.

Nasıl bir oyuncuydunuz? Hakemlerle aranız nasıldı?
Arkadaşlarımın hâlâ yakınmalarından da anlıyorum ki sert bir oyuncuydum (gülüyor). Ama sadece topa! Hakemlerle benim bırakın tartışmayı, oyun içinde diyalogum bile olmamıştır. Bir hakemle anlaşamazdım: Fethi Aydınus. Ağabeyim (gülüyor)! İlk ve tek kırmızı kartımı da yine ondan gördüm.

Futbolu bırakma sebebiniz neydi?
Takımım amatör kümede olsa da ben işimi o kadar ciddiye almıştım ki tam bir profesyonel gibi bütün önceliğim futbol olmuştu. Bunun üzerine babam da profesyonel bir aile reisliği yaptı (gülüyor). Futbola okulum için ara verdim. İlginçtir, futbolculuğumu bitiren babam, üniversite sınavlarını kazanıp jeofizik mühendisliği okumaya başladığımda vicdanına yenilip beni yeniden sahaya sürmek istedi. Hakem olmam için dilekçe yazan da babamdır. Hatta ben hakemlik sınavlarına girme işini bir yıl ertelemiştim, yılmadı. Beni teşvik ettiği için ona minnettarım.

Babanızın hakem oğullar yetiştirmekten başka futbolla ilgisi var mı?
Babam kendi halinde bir Tekel işçisiydi. En büyük keyfi ise hakem yetiştirmek (gülüyor). Şimdi emekli ama ondaki futbol sevgisi hiç emekliye ayrılmayacak.

Futbolculuk geçmişi olan bir olarak sahada olup da topa dokunamamak nasıl bir duygu?
Bu gerçekten anlatılmaz, yaşanması gerekir. İlk zamanlarda kendimi frenlemek için epey zorlanmıştım. Ancak zamanla neyi ne kadar yapıp yapmamam gerektiğini kabul ettim. “Birileri oynayacak ve sen bunu farklı bir gözle izleyeceksin” dedim kendime. O isteği arkadaşlarımla maçlar düzenleyerek giderdim. Haftada bir defa kesinlikle arkadaşlarımla maç yapıyoruz. O zaman bol bol dokunuyorum topa, yönettiğim maçlarda bu ihtiyacım kalmıyor (gülüyor).

Hakemlik dışında bir işiniz daha var…
İki yıl borsada çalışıp yakın zamanda çıldıracağıma kanaat getirip ayrıldım (gülüyor). Şu anda İngilizce dil eğitimi veren bir dil okulunun kurumsal departmanında çalışmaktayım. Bir de yönetmenlik deneyimim var (gülüyor)! Bir gün bir arkadaşım aradı, “Hocam senin tiyatro ile bir ilgin var mı?” dedi. “Sadece seyirciyim” dedim. “Saklamayın hocam, Kadıköy Halis Kurtça Kültür Merkezi’nde oyun yönetiyorsun” dedi. Merak edip gittim. Kocaman afişi görünce şaşkınlıktan ağzım açık kaldı çünkü benim bildiğim başka Fırat Aydınus yok. İçeri girip oyunun provasını izledim. Koca salonda alıcı gözle tek başıma izleyince oyuncular merak edip, kim olduğumu sordular. “Yönetmeninizim” dedim. Bana şaşkın şaşkın bakmaya başladıklarında film koptu tabii. Meğer sanat yönetmenleri afişi hazırlarken bir yandan da benim yönettiğim maçı izliyormuş. Fırat Ayvadaş yazacağına Aydınus yazmış (gülüyor)!     

Hakemler idmanlardan sonra kendi aralarında maç yapıyorlar. Herkes hakem olunca saha karışmıyor mu?
Siz de hakemlik yaptığınız dönemde görmüşsünüzdür neler olduğunu (gülüyor). Ya kimse hiçbir şeye itiraz etmiyor ya da herkes aynı anda durumun kritiğini yapıyor, herkes birbirine itiraz ediyor. Çünkü herkes işin uzmanı! Gazozuna bile maç yapılsa işin ne kadar ciddiye alındığını tahmin edersiniz. İdmandan sonra koşmaya pek halimiz olmasa da pozisyon konuşmaya her zaman açığız (gülüyor).

İdmanlarda neler yapıyorsunuz? Yönettiğiniz maçları birlikte tartışıyor musunuz?
Maçlarda sarf ettiğimiz efora karşılık gelebilecek her şeyi yapıyoruz. Toplu yaptığımız idmanların yanında bireysel idmanlar da yapıyoruz ve verileri gönderiyoruz. Bunun yanında psikolojik destek görüyoruz. Futbolcuların maç esnasında büründükleri psikoloji de bizim için önemli. Kişisel gelişimimiz adına ne gerekiyorsa yapıyoruz. Yönettiğimiz maçları tekrar tekrar seyrederek kritiğini yapıyoruz. Emin olun televizyonda tartışılanlardan çok daha fazla kendimizi eleştiriyoruz.

Amatör ligde ve Süper Lig’de yönettiğiniz ilk maçı ve yönettiğiniz ilk derbiyi hatırlıyor musunuz? 
İlk maçıma ağabeyimle birlikte İmes Stadı’nda çıkmıştım. Ben yardımcı hakemdim, o hakemdi. Bir şeyi ilk defa yapmanın verdiği heyecanla çıkmıştım sahaya. Ağabeyimin orta hakem olması bana güvence vermişti. Tabii o zaman maçta olay çıkarsa ilk kovalanacak kişinin ağabeyim olduğunu bilemiyordum (gülüyor). Yaşadığım heyecanla maçın bütün ayrıntılarını hafızamdan sildiği için hiçbir şey hatırlayamıyorum (gülüyor). 2002–03 sezonunda Elazığ–Konyaspor maçıyla Süper Lig’e adım attım. Onun da tatlı bir heyecanı vardı ama başlama düdüğünü çaldığım anda defalarca Süper Lig’de maç yönetmişçesine kaptırmıştım kendimi. 2004–05 sezonunda Beşiktaş - Fenerbahçe maçıyla da ilk derbi düdüğünü çaldım.

Maçlara çıkmadan önce nasıl hazırlıklar yapıyorsunuz? Olmazsa olmazlarınız var mı?
Kesinlikle maç çantamı ben hazırlarım. Çünkü bence yöneteceğiniz maç için konsantrasyonu sağlamak çantayı hazırlamakla başlar. Talimat gereği telefonlar iki saat öncesinden kapatılır. Eşimin ve annemin sesini duymadan telefonumu kapatmam. Maça çıkmadan önce mutlaka ve mutlaka müzik dinlerim. Özellikle hareketli müzikler. Bazen yardımcılarımla birlikte müziğin sesini açıp, hiçbir şey konuşmadan deşarj olduğumuz da olur. En son maçıma Cranberries’den Zombie dinleyip çıktım (gülüyor).  Beatles da dinlerim ama olmazsa olmazım Sezen Aksu’dur. En büyük korkum da bir gün onun maçıma gelmesi (gülüyor). Protokolde çok değerli ve önemli insanlar geliyor, maça odaklandığımdan hiçbiri beni etkilemiyor ama Sezen Aksu gelirse olacakları düşünemiyorum. Onun yeri bende çok farklıdır.

Sezen Aksu konserlerine gidiyor musunuz? Maçlardan ve işten kalan zaman nasıl geçiyor?
Doğduğundan beri bütün eğlencemiz Mina Deniz oldu. Köln’de Fenerbahçe- Beşiktaş kupa maçı yönettim, bir gün sonra kızım doğdu. Doktor doğum için maçın bitmesini bekledi (gülüyor). Hem çalışıp hem hakemlik yapınca ve bir de baba olunca sosyal hayata pek vakit kalmıyor. Sinemaya gitmek yerine evde film izler olduk. Deniz kenarında okumak yerine sadece o uyuduktan sonra kitap okuyabiliyoruz. En büyük keyfimiz onunla karşılıklı fotoğraf çekmek. Bunun için kısa süreli bir eğitim de aldım.

Hakem arkadaşlarınız PlayStation’a çok düşkün olduğunuzu söylüyorlar…
Play Station benim için önüne geçilemez bir hastalıktı. Bir dönem hayatıma büyük sekte vurduğunu söyleyebilirim. Nesta gibi parmaklarımdan ameliyat olabilirdim. Kızım doğduktan sonra bu hastalıktan kurtuldum (gülüyor). Evimdeki Play Stationu söküp bir arkadaşıma verdim. Arkadaşlarımın meç tekliflerini reddettim. Kamplarda hakem arkadaşlarımla oynardık. Cüneyt Çakır ve Tolga Özkalfa henüz beni yenebilmiş değiller (gülüyor). 

Bizim futbolcularımız altyapıdaki eksiklikten mi yoksa yıllardır baskı altında olduklarından mı hakemlere karşı gerginler?
Aslında cevap sorunun içinde gizli. Baskıyı ortadan kaldırmak kolay olmadığından öncelikle baskıdan ve baskı altında yapılanlardan insanları nasıl uzak tutabiliriz, bunu düşünmek lazım. Futbolun içinde olan herkesin üzerinde baskı var. Özellikle de öncelikli baskı kaynağı olarak düşünülen taraftarın! Taraftarın üzerindeki baskı kalkmadan ne futbolcunun ne de hakemin üzerindeki baskıyı kaldırabilirsiniz. Bu zincirleme bir tepki. Eğitim tek başına çözüm değil. Öğretim başka bir şey. En büyük futbol eylemlerinin içinde bin bir çeşit insan görebilirsiniz. En okkalı küfürleri onların ağzından duyabilirsiniz. Bu konuda önemli bir etken de seyircinin sahada ne görmek istediği. Seyircinin çoğunluğu sahada ne görmek istiyorsa sahada olan odur. Saha içi ve saha dışı iki farklı dünyadır. Sahada en hırçın futbolcuyu, saha dışında tanımayabilirsiniz. Futbolun atmosferi insanları başkalaştırıyor. Bu öyle doğal bir süreç ki çoğu zaman farkına bile varamıyoruz. Ne zaman ki bitiş düdüğü çalıyor o zaman herkes olması gerekene dönüyor. Saha içinde yaşanan, saha içinde kalıyor.

Sizin bulduğunuz yöntemler var mı?
Ben saha içinde baskıyı en aza indirmek için üzerime düşeni yapmaya çalışıyorum. Bir de benim ütopyalarım var (gülüyor). Statların giriş kapısında “Damsız girilmez” yazsa mesela. Bir maç için de olsa denense keşke. Nasıl olurdu bir düşünsenize (gülüyor)! Ve hatta bir bilet alana diğeri bedava olsa, o bilet de eşler için geçerli olsa. Bir de küfür edildiğinde düşündüğüm bir şey var. Maçtan bir iki gün önce, maçta anneme küfür eden taraftarın annesinin alışveriş poşetlerini taşımasına yardım ediyorum belki de bilmeden. Ne mutlu bana! Bunun tersi de mümkün tabii.

Futbolcular ile en iyi diyalog kuran hakemlerimizdensiniz, bu yaklaşımı nasıl kazandınız?
Bunun akademik eğitimini almadım ama bu konuda söz hakkına sahip hocalarımızdan sürekli eğitim alıyoruz. Bu biraz da kişinin karakterine bağlı. Sonuca ulaşırken farklı yollardan gidebilirsiniz. Ben futbolculara sert davranmadan da diyalog kurulabileceğine inananlardanım. Belli zamanlar ve durumların haricinde güler yüzlü olmanın bir sakıncasını görmedim. Çıkmadan önce “Bu maçta sahada nasıl davranayım?” diye sormuyorum kendime. Güler yüzlü olmak için de özel bir çaba sarf etmiyorum. Saha dışında da beni somurtkan bir ifadeyle göremezsiniz. Henüz bir zararını görmedim.

Hakemliğin profesyonel bir meslek haline getirilmesi çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Futbolun sanayi haline geldiği bir zamanda hakemlerin de diğer unsurlar gibi profesyonel olması gerektiği yadsınamaz bir gerçek. Ancak bu “Ha” deyince olacak bir iş değil. Bunu ancak adım adım yapabiliriz. Hakemliğin zamanla profesyonelleşeceği kesin ama bunun nasıl yapıldığı da ayrıca önemli.

Avrupa’da sahaya ekstra hakemler eklenmesi fikri deneniyor. Sizce yanlış kararları azaltır mı? 
Avrupa’da gittiğimiz maçlarda gördük hatta bizzat denedik. Biraz daha zamanının olduğunu düşünüyorum. Bu uygulamanın avantajlarını ve dezavantajlarını bir anda görmek mümkün değil. Önce oluşabilecek her türlü sonuç incelenmeli, dönüşümler değerlendirilmeli.

Bir hakemi en çok mutlu eden şey nedir?
Yönettiğin maçın hakkını verdiğine inanıyorsan ve verdiğin emeğin karşılığını manevi anlamda geri alabiliyorsan, en büyük mutluluklardan birini yaşıyorsun demektir. 

İrlanda- Fransa maçında siz olsaydınız ne yapardınız? Aynı hakemin Dünya Kupası’nda görev almasının altında ne gibi bir düşünce var?
Görseydim direkt serbest vuruş verirdim ama maçın hakemleri gibi hiçbirimiz göremediysek elden ne gelir? Sonrasında pozisyonu izlediniz ve hatalı karar verdiğinizi gördünüz. İşte bu hakem için onulmaz bir yaradır. Üzülmemek mümkün mü! Bir hakem kötü yönettiği bir maçın ağırlığını bir sonraki maça kadar sırtında taşır. İster on beş yıl, ister on beş gün. Bunu kafasından atabilmesinin tek yolu bir sonraki maça çıkmasıdır.  İdareciler onu kötü yönettiğini düşündüğü maçtan hemen sonra yeniden görevlendiriyorsa ne mutlu ona. O maçtan sonra Henry’nin bile üzüldüğünü düşünüyorum. Aforoz edilen o oldu.

Futbol sizce de doğasında sertlik olan bir oyun mu?
Sertliğin neye, hangi niyetle yaptığına bağlı. Sertlikten kasıt mücadeleyse evet, futbolun doğasında sertlik var. Hakemler de kararını verirken mücadeleyi engelleyici değil, mücadelenin içindeki kişilerin en az zararı görmesini sağlayıcı olmalıdır.

Aldığınız tepkilerden sonra futbol için en büyük fedakârlıkları hakemlerin yaptığını düşünüyor musunuz?
Futbolu sevmeden bu işi yapmak mümkün değil. Saniyenin onda birinde karar veren bir merci olmayı tercih ettiyseniz bazı şeyleri göze almışsınız demektir. Hakemliğe başlarken taraftarımın olmayacağını, her kararımın yargılanacağını biliyordum. Gerçekler evet, zor. Ancak futbolun içinde yer alan herkes belli zorluklar yaşıyor. Futbolun neresinden tutarsanız tutun, farklı farklı sorunlar var. Hakemlerin yaşadıkları futbolcuların ya da teknik direktörlerin yaşadıklarından çok daha fazlası değil.

Yönettiğiniz maçlardaki pozisyonların tartışılmasından nasıl etkileniyorsunuz?
Deneyimlerim yorum yaparken hangi niyette olduklarını daha çabuk anlayabilmeyi öğretti. Eleştiri yapan kişiye göre bu yorumların etkisi değişir. Beni yerden yere vuran hiçbir eleştiriyi günlerce kafama taktığım olmamıştır.

Bana, benim yönetimime karşı her zaman saygılıdır diyebileceğiniz oyuncular var mı?
Var mı (gülüyor)? Varsa da ben farkına varamamışım demek. O kadar saygılı ve kanaatkâr ki ben görmemişim (gülüyor). İtiraz eden her futbolcu hakeme saygısızlık ediyor diyemeyiz. Haksızlığa uğradığını düşünen her futbolcunun kendisini savunma hakkı var. Benim de böyle oyunculara saygım sonsuz. Önemli olan bu savunmayı saygısızca yapmaması.

Saha içinde ilginç gözlemleriniz var mı?
Maçı televizyondan izlemek başka bir şey, tribünden izlemek başka, sahanın içinde olmak paha biçilemez (gülüyor). Oyuncuların yakınında olmak bazı detayları yakalamanızı sağlıyor. Topun gelmesini bekleyen futbolcunun topu atacağı yer konusunda bir karar verip vermediğini gözlerinden anlayabilmek gibi.

Maçtaki güzel pozisyonlara, mesela bir röveşata vuruşla atılan gole dışarıya yansıtmasanız da içinizde kayıtsız kalabiliyor musunuz? 
Onu yaşayacaksınız zaten. Nasıl kendinizi soyutlarsınız! Her şeyinizi yitirirsiniz o anda. Siz de o maçın bir parçasısınız. Seyirci nasıl coşuyorsa siz de coşuyorsunuz. Sahadaki rakipler bile kayıtsız kalamazken, siz kendinizi nasıl frenleyeceksiniz. Futbolun güzellikleri muhakkak sizde de haz uyandırmalı. Dikkat ettiyseniz dünyanın başka yerlerinde stattaki koltuklar maç oynanırken kullanılırken bizde devre arasında kullanılır. Bu bizim seyircimizin kanında var. Bizim taraftarımız da tribünden röveşata atıyor, ofsayta düşüyor!  

Futbolcularla saha dışında da karşılaştığınız oluyor mu?
İstanbul’da yaşadığım için arada bir karşılaşıyoruz. Panellerde, seminerlerde karşılaştığımız oluyor. Bir gün bir panelde İbrahim Üzülmez’le karşılaştık. Yakın zaman önce de ona bir kırmızı kart göstermiştim. Beni görünce gülerek “Hocam sayenizde futbolu unuttum” demişti. Bunlar işin esprisi tabi.

Oyuncular o kadar iyi niyetliydi ki bana da hiç iş düşmedi dediğiniz maçlar oldu mu?
Evet, izlediğim maçlar (gülüyor)! Bunu futbolcuların cevaplaması daha doğru olur.

Unutamadığınız, aklınıza geldikçe güldüğünüz bir maç hikâyesi var mı?
Eşimle evliliğimizin ilk yıllarında birbirimize minik sürprizler yapardık. Maçlara giderken eşim bana küçük küçük notlar yazar, çantamın, cebimin bir köşesine sıkıştırırdı. “İyi yolculuklar hayatım”, “Başarılar dilerim canım” gibi notlardı bunlar. Bir gün maç yönetirken bir pozisyon oldu, futbolcuya sarı kart göstermek için elimi cebime attım. Futbolcunun yanına gittim. Sarı kartı bir çıkarttım ( Bu sırada Fırat Hoca bize canlandırmasını da yapıyor), o sırada beyaz bir kâğıt da döne döne yere düşmeye başladı. Futbolcuyla kâğıdın ağır çekimde düşüşüne kilitlendik ve kâğıt yere düşüp, yazılı taraf üste gelecek şekilde durduğu an benim bittiğim andı (gülüyor). “Seni seviyorum”! Futbolcuyla uzun süre bakıştıktan sonra “Hocam ben de seni” dedi. Eşim hâlâ bu notlardan yazıyor ama içeriği biraz değişti (gülüyor). “Hayatım gelirken bana parfüm alır mısın?” ( Bu sefer itirazlar eşi Teyyübe hanımdan geliyor!)

FourFourTwo Dergisi Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder