2 Kasım 2012 Cuma

Hürriyet Gücer


Sahada değil babasını, kendisini bile tanımaz. Ayağından kramponunu alın, yine de topun peşinden koşmadan duramaz. Onunla maç yapmak istiyorsanız önüne bir top atmanız yeterlidir. Ancak iyi düşünün!

Ankaraspor’da birlikte çalıştığınız zamanlarda Aykut Kocaman sana çok güveniyordu ve adrese teslim paslarını sürekli övüyordu...
Aykut hocanın bende çok büyük emeği var. Daha önce önlibero oynadığımda topu oyuna sokmakta sıkıntı çekiyordum. Aykut hocamın bana bu konuda önemli katkıları oldu. Onun verdiği öğütlerle kendimi her gün biraz daha geliştirdim. Oynadığım maçların görüntülerini dakika dakika izleyip yaptığım pas hatalarını incelemeye başladım. Kendime tepeden bakmayı öğrendikçe hatalarım azalmaya başladı.

Seni sahada hep hırçın gördüğüm için röportaja başlayana kadar senden çok çekindiğimi itiraf etmeliyim. Bunu söyleyen ilk kişi ben değilimdir herhalde. Sahada sana ne oluyor Hürriyet?
Hayatım boyunca kaybetmeyi hiç sevmedim. Bir şeyi istiyorsam onu elde etmek için elimden geleni yaptım. Yenilgiyi kabullenemediğim için de hırsımın esiri oluyorum. Sahada hep daha fazlasını yapmaya çalışırken etrafımdakileri korkutuyorum. Hatta yapabileceklerimden kendim de korkuyorum. Maçlardan sonra yaptıklarıma bakıp “Bu ben miyim?” diye kendime soruyorum. Eskiden hakemlere daha fazla itiraz ederdim. Onca yıldır hiçbir sonucu değiştiremediğimi görünce susmaya karar verdim (gülüyor). Yıllardır Süper Lig’de oynuyorum. Bir tane kırmızı kart görmedim. Yüz ifademden midir bilemiyorum ama sahada selam versem borçlu çıkıyorum. Mesela artık Cüneyt Çakır’a iki üç metreden fazla yaklaşmıyorum!

Kendinin de farkındasın yani?
Mehmet Topuz, Kayserispor’da oynarken bir mücadelemizde yerde kaldı. Elimi uzattım. “Ya sen de bana vuruyorsun!” dedi. “İyi sen de bana vur!” dedim. Benim de her tarafım yara bere içinde sadece kafamda 45 tane dikiş var! Futbol oynarken acı hissetmediğimden belki bu kadar sertim. Bilerek ve isteyerek kimseye zarar vermedim. Hiçbir rakibimi sakatlamadım. Yoksa vicdanım beni rahat bırakmazdı.


Futbolcuların çok büyük bir kısmı futboldan maddi manevi tatmin olup, başka işleri boşluyor. Sense futbol oynarken üniversite bitirdin…
Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi bölümünü bitirdim. Şimdi master yapmak için çalışıyorum. Okumayı bırakmak bana hayattan kopmak gibi geliyor. Sekizde sınava gidip, dokuzda antrenmana yetişmek için delicesine koştuğum günleri saymadım ama hepsine değdiğini düşünüyorum. Futbolculuğuma noktayı koyduktan sonra antrenör ya da menajer olarak çalışmaya devam etmek istiyorum. Master programımda da bu yönde bilgi birikimi sağlamak için çalışacağım. Her şeyin kuru kuruya sahada öğrenilmediğini öğrendim.

Maçlardan önce rakiplerin için plan yapar mısın?
Gözüme kestirdiğim adamı mutlaka yakın markaja alırım. Her maçını durdurarak ileri geri sardırarak izlerim. Her oyuncunun özelliğini artık biliyorum. Alex’in ayağıyla top buluşursa şansın çok az ama top önündeyse koşamaz. Alex çok değişik bir futbolcu. Oyunda yokmuş gibi görünüp, bir anda sizi dumura uğratabiliyor. Bir karşılaşmamızda sol ayağının kuvvetli olduğunu bildiğimden solunu kapattım. Sağ ayağıyla harika bir gol attı!

Her seferinde canından bezdiriyorsun ama adamı…
Fenerbahçe’den arkadaşlarımla Semih ve Uğur Boral’la konuşunca çok gülüyorum. Onlara şakayla karışık beni şikâyet ediyormuş (gülüyor). Lincoln’ü, Yattara’yı da çözmüştüm. Şimdi sıra Guti’de! Maçlarını izlemeye şimdiden başladım.  

Ankaraspor’dan Ankaragücü’ne geldiğinde kendini kargaşanın içinde buldun ama ilk haftalarda kaptanlık pazı bandını takmayı başardın…
Ankaraspor’da 17 yıl boyunca oynadım ve son dört yılımda da kaptanlık yaptım. Ankaragücü’ne geldiğimde takımın kaptanı Ceyhun ağabeydi. Bana da ikinci kaptanlığı verdiler. Ceyhun ağabey kırmızı kart gördüğü için takımla çıktığım ilk maçta takım kaptanı oldum.100 yıllık bir kulüpte kaptan olmak benim için büyük gurur.

Diğer takımlardan gelen teklifleri neden ısrarla reddediyorsun?
Ben bu güne kadar Ankara’dan ve ailemden hiç ayrı kalmadım. Ankaraspor’dayken büyük takımlardan gelen teklifleri reddetmemin tek sebebi de buydu. Ankaragücü’ne imza atmadan önce çok daha fazla kazanacağım teklifler aldım ve yine reddettim. Pişman değilim. Mutluyum. Her şey para demek değil.

Ankaraspor taraftar konusunda sıkıntı yaşayan bir takımdı. Ankaragücü’ne geldiğinde taraftarı görünce ilk tepkin ne oldu?
Ankaraspor’da 300–400 kişilik bir taraftar vardı. Kendi sahamızda oynadığımız ilk maçımda ayaklarım yere basmıyordu. Gol gelmeyince taraftar bize “Oynasana lan!” diye bağırmaya başladı. Korkmuştum. Ankaraspor’dan gelen bütün futbolcular birbirine bakakaldı. Galatasaray’ı 3–0 yendiğimiz maçtan sonra futbolcu olduğumu anladım. Kemikleşmiş taraftarı olan bir kulüpte oynamak bambaşka bir şeymiş. 100 yıldır şampiyonluk beklediklerinden ne söyleseler haklılar.

Futbolla ilgili en güzel anların hangileri?
Bir gün koşarak okulda sınava giderken çocuklar önümü kesip “Sen Hürriyet ağabey misin?” dedi. “Maç yapalım” diye etrafımı sardılar. Söz verip ellerinden kurtuldum. Sınavım bitene kadar yedi kişi olmuşlar. Yanıma verdikleri çömezlerle beni 10–9 yendiler. Betonda beni mahvettiler. Her tarafımı çürük içinde bıraktılar. Bir de “Ağabey sana bir şey olmaz!” diyor keratalar. Onlar bile mimlemiş beni! Bir de geçen sezon 3–0 önde olduğumuz Eskişehirspor maçında kramponumun teki ayağımdan çıkmıştı. Topa girmem gerekiyordu ve sekerek 50 metre koşmuştum. Bu düşünülerek yapılmış bir şey değildi. Maçtan sonra kendimi izlediğimde yaptığım “Hep böyle kalmalıyım” dedim.

“Futbol tek sığınağım. Lisedeyken ya simit ya da bilet alacak param vardı!”

Profesyonel oluncaya dek nasıl bir hayat yaşadın?
Babam Ankara’da belediye işçisiydi. Lisansımı elime alıncaya kadar çok yoksulluk çektim. Okula giderken cebimdeki parayla ya simit alabiliyordum ya otobüs bileti. Her gün elime bir simit alıp kilometrelerce yol yürürdüm. Futbol benim tek sığınağımdı. Bir kere arkadaşlarımla harçlığımızı çıkartmak için karpuz taşımıştık. Patlattığım karpuzların parası yevmiyemden kesilince elime azıcık bir para kalmıştı. Yedi saatte, bir kamyon karpuzu boşalttık ama bitmiştik.

FourFourTwo Eylül 2010 sayısında yayımlanmıştır...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder