2 Kasım 2012 Cuma

İlyas Tüfekçi


KÜÇÜK DEV ADAM

“Küçükken Littbarski benim yedeğimdi! Oynamadığı için ağlardı!”


Kısacık boyuyla yaptığı büyük işlerle dönemin unutulmaz filmlerinden birinden lakabını aldı: Küçük Dev Adam. Fenerbahçe’yle Bordeaux zaferini, Galatasaray’la 14 yıllık suskunluğun bitişini yaşadı. Şimdi milli takım için dev işler yapıyor

Almanya’da futbola başlamanız ve Türklerin henüz kabullenilmediği bir dönemde kendinizi Almanlara kabul ettirmeniz nasıl oldu?
Almanya’da ilkokulda okurken spor hocamın dikkatini çekmiştim. Çünkü çam ağaçlarından dökülen kozalaklarla bile çok güzel goller atıyordum. Berlin’de 11 yaşımdayken amatör bir kulübün minik takımında oynamaya başladım. Çok zayıf ve çelimsiz olduğum için annem futbol oynamamı istemiyordu. Kısa zamanda takımın en iyi oyuncusu olunca Alman antrenörüm her pazar evimize gelip anneme yalvararak beni maçlara götürmeye başladı. Bu arada tek kelime Almanca bilmiyordum. Berlin adına Almanya 14 yaş şampiyonasına giden takıma seçildim. Daha sonra bütün dünyanın tanıdığı Pierre Littbarski o turnuvada benim yedeğimdi. Oynayamadığı için çok ağlamıştı. O yıllarda Almanya’da Türk düşmanlığı had safhadaydı. Stuttgartlılar artık beni benimsemişlerdi ama deplasmana gittiğimizde bütün rakip bana bağırıyordu. O zamanlar bir Türk olarak maç izlemek bile zordu çünkü “Türkler dışarı!” diye bağırıyorlardı.

Profesyonel futbolcu olduğunuzda neler oldu? Bundesliga’daki ilk maçınız nasıl geçti?
15 yaşımda Hertha Berlin genç takımında oynamaya başladım, 17 yaşımda profesyonel mukavele yaptım. Oyunumu bilmeyenler görüntüme bakıp “Bu fizikle Bundesliga’da oynayamaz” diyordu. Bunlardan biri de A takım teknik direktörüydü. Ben de sadece futbol oynamak istediğim için Stuttgart’a transfer oldum. O zaman Stuttgart’ta Andre Müller, Fosler, Alguer gibi yıldızlar vardı. İki sene orada oynadım ve takımın en fazla gol atan oyuncusu oldum. Başta takım arkadaşlarım bana “Küçük Türk” diyorlardı bana ve beni önemsemiyorlardı. Birkaç ay sonra hırsıma ve enerjime saygı duymaya başladılar. Golleri atmaya başlayınca da onlardan biri oldum. Bundesliga’da o dönem özellikle üst düzey fizikli kişiler tercih edilirdi. Ben onların yanında çok çelimsiz kalıyordum. Bundesliga’daki ilk maçım Dortmund – Stuttgart karşılaşmasıydı. 3–1 mağlup durumdaydık ve 10 kişi kalmıştık. Oyuna girdiğim ilk dakikada gol attım. Bir de asist yapınca beraberliği yakaladık. Dortmund’lu 60 bin seyirci ben oyuna girerken “Pis Türk” diye bağırıyordu. Dortmund Stadı, Almanya’nın ilk tel örgüsüz stadıydı. Maça çok tedirgin çıkmıştım. Isınırken tükürükleri üzerime geliyordu. Maç bittiğindeyse kimsenin gıkı çıkmıyordu.

Türkiye’ye gelişiniz nasıl gerçekleşmişti? Almanya’da kalmanızın futbol kariyeriniz açısından daha olumlu olacağını düşündüğünüz zamanlar oldu mu?
Ummadığım bir anda Ali Şen’den bir telefon aldım. Stuttgart’ta oynarken Galatasaray ve Fenerbahçe beni sürekli istiyorlardı ama Türkiye’ye gelmeyi pek düşünmüyordum. Kulübüm çok büyük paralar istiyordu ve Fenerbahçe beni rekor bir ücretle transfer etti. Pişman oldum diyemem ama çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Türkiye’ye geleli 20 sene oldu ama hâlâ çoğu şeyi benimseyemedim. Futbol anlayışımız ve futbol kültürümüz hâlâ çok yavan.

Almanya’dan Türkiye’ye transfer olduğunuzda nasıl bir futbol ortamıyla karşılaştınız?
Türkiye’ye geldiğimde futbolu umduğumdan çok daha geride buldum. Fenerbahçe gibi bir kulübe gelmeme rağmen tesislerin ve antrenman tekniklerinin sıfır olduğunu söyleyebilirim. Tek çim antrenman sahası Fenerbahçe’nindi ama genel anlamda durum beni tedirgin etmişti.

Oyuncular, teknik direktörler ve yöneticiler Almanya’ya göre ne durumdaydı? Mantaliteleri nasıldı?
Benim takım arkadaşlarımı yadırgadığımdan çok takım arkadaşlarım beni yadırgadı. Onlar antrenmanlardan sonra grup halinde hareket ediyorlardı ve benim özel antrenmanlarımla çok dalga geçiyorlardı. O dönem Türkiye’de kondisyonu en iyi olan oyuncu olmama rağmen özel antrenmanlar yapıyordum ama o zaman Türkiye’de hiçbir futbolcunun böyle bir derdi yoktu.

1980’li yıllarda sizin gibi Türkiye’ye gelen gurbetçi futbolcular (Erdal Keser, Uğur Tütüneker, Erhan Önal, Savaş Koç) Türk futboluna beraberlerinde neleri getirdiler?
Bugün Türk futbolunun patlama yapmasının en önemli etkenlerinden biri de gurbetçi futbolculardır. Çünkü bizimle birlikte Türk futboluna Avrupa kapısı açılmış oldu. Bugün Süper Lig’de ve 1. Lig’de Avrupa kökenli onlarca oyuncu var. Bu milli takımımız için de bir iyiye gidiş oldu. Spor kültürü ve kalite, gurbetçi futbolcularla birlikte yükseldi. Derwall’in Galatasaray’a gelmesiyle beraber gurbetçi futbolcular olarak aynı çatı altında toplandık ve başımızda bizi anlayan bir hoca vardı. Türk futbolunun değişimindeki temel taşlardan biri biz olduk. Fenerbahçe’deki yalnızlığımdan sadece birkaç sene sonra durum tam tersine döndü. Biz beş gurbetçi özel çalışmalar yaparken takımdaki diğer arkadaşlar da bize ayak uydurmak durumunda kaldı. Çalışırken yemek saatlerini bile unuttuğumuzdan Mustafa Denizli’nin “Yeter artık!” diyerek bizi defalarca sahadan kovaladığını bilirim.

Almanya’da dünya yıldızlarıyla aynı takımdaydınız. Onlarla neler yaşadınız?
Andre Müller hem dünya yıldızı hem de dünyanın en yakışıklı futbolcusuydu. Ben onunla oynamadan iki yıl önce fotoğraflarını koleksiyon yapıyordum. O zamanlar dünyanın en iyi stoperlerinden olan Forster de takım arkadaşımdı. 80’den fazla kez Almanya A milli oldu. Onlarla arkadaş olmak benim için gurur verici.

A milli takımımızda şu anda oynayan futbolcular arasında da gurbetçi futbolcular var. Onlarda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Vuruşları, pasları ve duruşlarıyla bu oyuncular kendilerini belli ediyor. Almanya’da bize ayak içi tekniği için bir top verip onu saatlerce duvara vurdururlardı. Türkiye’de üst düzey kulüplerde bile maalesef teknik geliştirmenin topu sektirmek, saydırmak olduğu düşünülüyor. Teknik geliştirme topa istediğiniz gibi yön verme ve en yüksek tempoda kullanabilmektir. Teknik, rakiple mücadele ederken de tek başınayken de topa ve rakibine hükmetmektir.

Bugün hâlâ Türkiye’ye gelmekten çekinen gurbetçi futbolcular var. Onların çekincelerinde haklılık payının olduğunu düşünüyor musunuz?
Gurbetçi futbolcular gelmeden önce buradaki ortamı bizden çok daha iyi araştırıyorlar. Özellikle büyük kulüplerden birine gelenler kendilerini neyin beklediğini, kötü performans sergiledikleri ilk maçta ayaklar altına alınacaklarını, taraftarların Avrupa’dakiler kadar sabırlı olmadığını biliyorlar. Bu riski göze almamaları anlayışla karşılanabilir.

Şimdiki göreviniz Türkiye Futbol Federasyonu’nda A Milli Takım için futbolcu izlemek. İşinizi yaparken bir futbolcuya “Tamam” demeniz için ilk olarak ne yapması gerekiyor?
Futbolcunun sadece günü kurtarmak için takımda oynaması değil, uluslararası yeterliliğinin olmasıdır. Çünkü söz konusu olan A Milli Takım. Fiziki yeterlilik, çabukluk, oyun zekâsı futbolcunun bir hareketiyle kendisini gösterir. Oyuna adaptasyonu ve ikili mücadelede yaptıkları da çok önemli.

Dünya çapında oynayabilir dediğiniz oyuncuda ilk ne görüyorsunuz?
O kendisini belli eder zaten. Bu bir ışık gibidir. Bir hareketinden bir şey yakalarsınız. Değerlendirme yaparken kendi oynadığım dönemleri ve yıllardan beri izlediğim yıldız futbolcular üzerinden yola çıkıyorum.

Son dönemde izlediğiniz maçlarda bahsettiğiniz ışığı aldığınız isimler var mı?
Türkiye’de oynayan üstün yetenekli futbolcuların başında benim için Arda gelir. Arda’yı görmemek için kör olmak lazım. Yaşı da çok genç. Ben ondan çok ümitliyim. Emre Belözoğlu ve Kazım’ın da yetenekli olduğunu düşünüyorum. Emre’yi 14 yaşından beri tanıyorum. Ben 1994–95 sezonunda Zeytinburnu’nu çalıştırırken o genç takımında oynuyordu. 14 yaşındayken 18 yaşındaki futbolcularla baş ediyordu. O zamanda söylüyordum, şimdi de söylüyorum: Emre dünya yıldızı olabilecek kapasitede bir futbolcu. Çok genç yaşta UEFA Kupası şampiyonu olan takımda oynaması boşuna değil. Bursasporlu Sercan’ın inanılmaz bir patlama gücü var. Çok da sempatik bir oyuncu. Bu onun için büyük avantaj.

Almanya’daki yetenekli gurbetçileri de yakından izliyor musunuz?
Tabii ki. Serdar Taşçı’yı 18 yaşındayken Galatasaray’a getirmek için Adnan Sezgin’e söylemiştim. Olmadı. Şimdi Almanya Milli Takımı’nın oyuncusu.

Gurbetçi futbolcular arasından milli takıma çağırılan ilk isimlerden biriydiniz. Milli takımda neler yaşadınız?
Almanya Milli Takımı’na defalarca çağırılmama rağmen gitmedim. Bu günkü şartlar olsaydı ne yapardım bilmiyorum ama bana sürekli “Pis Türk” diyen insanlar için oynamak istemedim ve Dünya Kupası şampiyonu olan takımda oynamayı reddettim. Türkiye Milli Takımı’nda, dünyanın en zor liginde oynamama rağmen Avrupa standartlarına göre geri kalmış bir takımın oyuncusuydum. Milli takımımızın tarihi boyunca gol bile atamadığı Avusturya’ya ilk golü atmıştım ve maçı kazanmıştık. 1982 Dünya Kupası şampiyonu İtalya Milli Takımı’na attığım gol de benim için unutulmazdı. Alman efsane Lothar Matthaus ile Bundesliga’dan arkadaştım. Onunla centilmence baş edip maç sonunda forma değiştirmiştim.

1985–1986 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası 1. tur ilk maçında Bordeaux’yu elediğiniz günden aklınızda neler kaldı?
Hayatım boyunca oynadığım bütün maçlar o maçın yanında hikâye kalır! 90. dakikada üçüncü golü atarken topu ceza sahasından çıkarıp atağı başlatan benim, birkaç saniye içinde rakip ceza sahasına gidip asisti yapan da benim. Karşımızda Euro 1984 şampiyonu Fransa’da oynayan birçok yıldız oyuncu vardı. Tigana, Giresse ve diğerleri… Maç Fransa’daydı, biz otobüsle stada giderken bütün Fransızlar bize beş atacaklarını söylüyordu. Bizim takımsa 2-0’a razıydı. Maç sonunda skor 3-1’di. Taraftarlar da futbolcular da öyle bir şok yaşadılar ki bize tepki bile gösteremediler. Bugünün koşullarıyla değerlendirirseniz abarttığımı düşünebilirsiniz ama o şartlarda mucize bir skordu.

Fenerbahçe’den Galatasaray’a gidişiniz o dönemin büyük olaylarından biri olmuştu. Fenerbahçe’den bonservisinizi almak için epey mücadele etmişsiniz…
Fenerbahçe’de oynadığım dönemde orta saha oyuncusu olarak iki yıl üst üste takımın en fazla gol atan futbolcusu oldum. Şampiyonluk yolundaki emeğimi kimse inkâr edemez. Takımım bana verdiği sözleri yerine getirmemişti. Galatasaray’dan teklif almıştım ama Fenerbahçe gitmeme izin vermiyordu. Benim zor durumda kaldığımı bilen Schalke kulübü yetkilileri gelip beni takımlarına transfer eder gibi aldılar. Beni çok seviyorlardı çünkü zamanında Shalke formasının da hakkını vermiştim. Yoksa öyle bir işe girmezlerdi. Transferden sonra taraftarlardan ölüm tehditleri bile aldım. Şimdi bunları anlatırken gülebiliyorum ama o dönemi atlatmak hiç de kolay değildi. En yakınımdaki insanlardan bile bana küsenler olmuştu. Ezeli rekabetin ağırlığını tek başıma göğüsledim. Asıl ilginç olan o dönem dünyada olmayan gençlerin bile bugün benim için “hain” demeleri. Oysa hakkım yenilmeseydi Fenerbahçe için oynamaya seve seve devam ederdim.

Sizin teknik direktörü olduğunuz 2002–03 sezonunda son maçın son saniyesinde Süper Lig’den düşen Karabükspor şimdi yeniden Süper Lig’e çıktı. Karabüklüler şampiyonluk kupasını alırken bile o dramatik düşüşü anlatıyorlardı. Sizin için de unutmak kolay olmasa gerek…
Mümkün değil! Ben göreve başladığımda takım altı puanla ligin sonuncusuydu. Üzerimizdeki ilk takım 16 puandaydı. Ben transfer yapmadan devam ettim ve durumumuzu epey düzelttik. Üst üste maçları kazanınca herkes düşmeyeceğimize inanmıştı. O maçta ben herkesin kolayca söylediği bir deyimi deneyimledim: Kanımın çekildiğini hissettim. Çok hareketli bir insan olmama rağmen put gibi kaldığımı hatırlıyorum. Tam o günlerde dönemin başbakanı Tansu Çiller Kardemir’i kapatma kararı almıştı. Tüm şehrin tutunduğu tek dal Karabükspor’du. Ben de televizyon programlarına çıkıp onlara destek verdiğim için beni hiçbir zaman takımın düşüşünden sorumlu tutmadılar. Buna gerek de yoktu çünkü ben de en az onlar kadar ezilmiştim. Yediğimiz golle birlikte stattaki binlerce kişi donup kaldı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Futbolcular hakeme saldırdı. Ben cezalı olduğum için tribündeki kuleden maçı izliyordum. Oradan sahaya atlayıp oyuncularımı hakemden ayırmaya çalışıyordum. Yardımcı hakem bana ters bir şeyler söyleyince kan beynime sıçradı ve hiç yapmayacağım şeyleri yaptım. Ben ki futbol hayatım boyunca bir tane bile kırmızı kart görmemiştim! Mahkemede görüntüleri izleyince şok oldum ve bir yıl men cezası aldım. Karabükspor şu anda en sorunsuz takımlardan biri. Onlarla gurur duyuyorum.

“Küçük dev adam”ın futbol kariyeri boyunca unutamadığı anlar neler?
Ben Fenerbahçe’de oynarken takımda Repçiç adında Yugoslav bir arkadaşım vardı. Repçiç bir pozisyonda hakem Sadık Deda’ya itiraz ediyordu. Sadık Deda, Repçiç’e okkalı bir küfür etti ama Repçiç aynen derdini anlatıyor. Sadık Deda bir baktı ben de ordayım. Ellerini kaldırdı. Nasıl özür diliyor! Çok gülmüştük.

FourFourTwo Dergisi Temmuz 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder