KÜÇÜK DEV ADAM
“Küçükken Littbarski benim yedeğimdi! Oynamadığı için ağlardı!”
Kısacık
boyuyla yaptığı büyük işlerle dönemin unutulmaz filmlerinden birinden lakabını
aldı: Küçük Dev Adam. Fenerbahçe’yle Bordeaux zaferini, Galatasaray’la 14
yıllık suskunluğun bitişini yaşadı. Şimdi milli takım için dev işler yapıyor
Almanya’da futbola başlamanız ve
Türklerin henüz kabullenilmediği bir dönemde kendinizi Almanlara kabul
ettirmeniz nasıl oldu?
Almanya’da
ilkokulda okurken spor hocamın dikkatini çekmiştim. Çünkü çam ağaçlarından
dökülen kozalaklarla bile çok güzel goller atıyordum. Berlin’de 11 yaşımdayken
amatör bir kulübün minik takımında oynamaya başladım. Çok zayıf ve çelimsiz
olduğum için annem futbol oynamamı istemiyordu. Kısa zamanda takımın en iyi oyuncusu
olunca Alman antrenörüm her pazar evimize gelip anneme yalvararak beni maçlara
götürmeye başladı. Bu arada tek kelime Almanca bilmiyordum. Berlin adına
Almanya 14 yaş şampiyonasına giden takıma seçildim. Daha sonra bütün dünyanın
tanıdığı Pierre Littbarski o turnuvada benim yedeğimdi. Oynayamadığı için çok
ağlamıştı. O yıllarda Almanya’da Türk düşmanlığı had safhadaydı. Stuttgartlılar
artık beni benimsemişlerdi ama deplasmana gittiğimizde bütün rakip bana
bağırıyordu. O zamanlar bir Türk olarak maç izlemek bile zordu çünkü “Türkler
dışarı!” diye bağırıyorlardı.
Profesyonel futbolcu olduğunuzda
neler oldu? Bundesliga’daki ilk maçınız nasıl geçti?
15 yaşımda
Hertha Berlin genç takımında oynamaya başladım, 17 yaşımda profesyonel mukavele
yaptım. Oyunumu bilmeyenler görüntüme bakıp “Bu fizikle Bundesliga’da
oynayamaz” diyordu. Bunlardan biri de A takım teknik direktörüydü. Ben de
sadece futbol oynamak istediğim için Stuttgart’a transfer oldum. O zaman
Stuttgart’ta Andre Müller, Fosler, Alguer gibi yıldızlar vardı. İki sene orada
oynadım ve takımın en fazla gol atan oyuncusu oldum. Başta
takım arkadaşlarım bana “Küçük Türk” diyorlardı bana ve beni önemsemiyorlardı.
Birkaç ay sonra hırsıma ve enerjime saygı duymaya başladılar. Golleri atmaya
başlayınca da onlardan biri oldum. Bundesliga’da o dönem özellikle üst düzey
fizikli kişiler tercih edilirdi. Ben onların yanında çok çelimsiz kalıyordum.
Bundesliga’daki ilk maçım Dortmund – Stuttgart karşılaşmasıydı. 3–1 mağlup
durumdaydık ve 10 kişi kalmıştık. Oyuna girdiğim ilk dakikada gol attım. Bir de
asist yapınca beraberliği yakaladık. Dortmund’lu 60 bin seyirci ben oyuna
girerken “Pis Türk” diye bağırıyordu. Dortmund Stadı, Almanya’nın ilk tel
örgüsüz stadıydı. Maça çok tedirgin çıkmıştım. Isınırken tükürükleri üzerime
geliyordu. Maç bittiğindeyse kimsenin gıkı çıkmıyordu.
Türkiye’ye gelişiniz nasıl
gerçekleşmişti? Almanya’da kalmanızın futbol kariyeriniz açısından daha olumlu
olacağını düşündüğünüz zamanlar oldu mu?
Ummadığım
bir anda Ali Şen’den bir telefon aldım. Stuttgart’ta oynarken Galatasaray ve
Fenerbahçe beni sürekli istiyorlardı ama Türkiye’ye gelmeyi pek düşünmüyordum.
Kulübüm çok büyük paralar istiyordu ve Fenerbahçe beni rekor bir ücretle
transfer etti. Pişman oldum diyemem ama çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
Türkiye’ye geleli 20 sene oldu ama hâlâ çoğu şeyi benimseyemedim. Futbol
anlayışımız ve futbol kültürümüz hâlâ çok yavan.
Almanya’dan
Türkiye’ye transfer olduğunuzda nasıl bir futbol ortamıyla karşılaştınız?
Türkiye’ye
geldiğimde futbolu umduğumdan çok daha geride buldum. Fenerbahçe gibi bir
kulübe gelmeme rağmen tesislerin ve antrenman tekniklerinin sıfır olduğunu
söyleyebilirim. Tek çim antrenman sahası Fenerbahçe’nindi ama genel anlamda
durum beni tedirgin etmişti.
Oyuncular,
teknik direktörler ve yöneticiler Almanya’ya göre ne durumdaydı? Mantaliteleri
nasıldı?
Benim takım
arkadaşlarımı yadırgadığımdan çok takım arkadaşlarım beni yadırgadı. Onlar
antrenmanlardan sonra grup halinde hareket ediyorlardı ve benim özel
antrenmanlarımla çok dalga geçiyorlardı. O dönem Türkiye’de kondisyonu en iyi
olan oyuncu olmama rağmen özel antrenmanlar yapıyordum ama o zaman Türkiye’de
hiçbir futbolcunun böyle bir derdi yoktu.
1980’li
yıllarda sizin gibi Türkiye’ye gelen gurbetçi futbolcular (Erdal Keser, Uğur
Tütüneker, Erhan Önal, Savaş Koç) Türk futboluna beraberlerinde neleri
getirdiler?
Bugün Türk
futbolunun patlama yapmasının en önemli etkenlerinden biri de gurbetçi
futbolculardır. Çünkü bizimle birlikte Türk futboluna Avrupa kapısı açılmış
oldu. Bugün Süper Lig’de ve 1. Lig’de Avrupa kökenli onlarca oyuncu var. Bu
milli takımımız için de bir iyiye gidiş oldu. Spor kültürü ve kalite, gurbetçi
futbolcularla birlikte yükseldi. Derwall’in Galatasaray’a gelmesiyle beraber
gurbetçi futbolcular olarak aynı çatı altında toplandık ve başımızda bizi
anlayan bir hoca vardı. Türk futbolunun değişimindeki temel taşlardan biri biz
olduk. Fenerbahçe’deki yalnızlığımdan sadece birkaç sene sonra durum tam
tersine döndü. Biz beş gurbetçi özel çalışmalar yaparken takımdaki diğer
arkadaşlar da bize ayak uydurmak durumunda kaldı. Çalışırken yemek saatlerini
bile unuttuğumuzdan Mustafa Denizli’nin “Yeter artık!” diyerek bizi defalarca
sahadan kovaladığını bilirim.
Almanya’da dünya yıldızlarıyla aynı
takımdaydınız. Onlarla neler yaşadınız?
Andre
Müller hem dünya yıldızı hem de dünyanın en yakışıklı futbolcusuydu. Ben onunla
oynamadan iki yıl önce fotoğraflarını koleksiyon yapıyordum. O zamanlar dünyanın
en iyi stoperlerinden olan Forster de takım arkadaşımdı. 80’den fazla kez
Almanya A milli oldu. Onlarla arkadaş olmak benim için gurur verici.
A milli takımımızda şu anda oynayan
futbolcular arasında da gurbetçi futbolcular var. Onlarda ne gibi farklılıklar
görüyorsunuz?
Vuruşları,
pasları ve duruşlarıyla bu oyuncular kendilerini belli ediyor. Almanya’da bize
ayak içi tekniği için bir top verip onu saatlerce duvara vurdururlardı.
Türkiye’de üst düzey kulüplerde bile maalesef teknik geliştirmenin topu sektirmek,
saydırmak olduğu düşünülüyor. Teknik geliştirme topa istediğiniz gibi yön verme
ve en yüksek tempoda kullanabilmektir. Teknik, rakiple mücadele ederken de tek
başınayken de topa ve rakibine hükmetmektir.
Bugün hâlâ Türkiye’ye gelmekten
çekinen gurbetçi futbolcular var. Onların çekincelerinde haklılık payının
olduğunu düşünüyor musunuz?
Gurbetçi
futbolcular gelmeden önce buradaki ortamı bizden çok daha iyi araştırıyorlar.
Özellikle büyük kulüplerden birine gelenler kendilerini neyin beklediğini, kötü
performans sergiledikleri ilk maçta ayaklar altına alınacaklarını, taraftarların
Avrupa’dakiler kadar sabırlı olmadığını biliyorlar. Bu riski göze almamaları
anlayışla karşılanabilir.
Şimdiki göreviniz Türkiye Futbol
Federasyonu’nda A Milli Takım için futbolcu izlemek. İşinizi yaparken bir
futbolcuya “Tamam” demeniz için ilk olarak ne yapması gerekiyor?
Futbolcunun
sadece günü kurtarmak için takımda oynaması değil, uluslararası yeterliliğinin
olmasıdır. Çünkü söz konusu olan A Milli Takım. Fiziki yeterlilik, çabukluk,
oyun zekâsı futbolcunun bir hareketiyle kendisini gösterir. Oyuna adaptasyonu
ve ikili mücadelede yaptıkları da çok önemli.
Dünya çapında oynayabilir dediğiniz
oyuncuda ilk ne görüyorsunuz?
O kendisini
belli eder zaten. Bu bir ışık gibidir. Bir hareketinden bir şey yakalarsınız.
Değerlendirme yaparken kendi oynadığım dönemleri ve yıllardan beri izlediğim
yıldız futbolcular üzerinden yola çıkıyorum.
Son dönemde izlediğiniz maçlarda
bahsettiğiniz ışığı aldığınız isimler var mı?
Türkiye’de
oynayan üstün yetenekli futbolcuların başında benim için Arda gelir. Arda’yı
görmemek için kör olmak lazım. Yaşı da çok genç. Ben ondan çok ümitliyim. Emre
Belözoğlu ve Kazım’ın da yetenekli olduğunu düşünüyorum. Emre’yi 14 yaşından
beri tanıyorum. Ben 1994–95 sezonunda Zeytinburnu’nu çalıştırırken o genç
takımında oynuyordu. 14 yaşındayken 18 yaşındaki futbolcularla baş ediyordu. O
zamanda söylüyordum, şimdi de söylüyorum: Emre dünya yıldızı olabilecek
kapasitede bir futbolcu. Çok genç yaşta UEFA Kupası şampiyonu olan takımda
oynaması boşuna değil. Bursasporlu Sercan’ın inanılmaz bir patlama gücü var.
Çok da sempatik bir oyuncu. Bu onun için büyük avantaj.
Almanya’daki yetenekli gurbetçileri
de yakından izliyor musunuz?
Tabii ki.
Serdar Taşçı’yı 18 yaşındayken Galatasaray’a getirmek için Adnan Sezgin’e
söylemiştim. Olmadı. Şimdi Almanya Milli Takımı’nın oyuncusu.
Gurbetçi futbolcular arasından milli
takıma çağırılan ilk isimlerden biriydiniz. Milli takımda neler yaşadınız?
Almanya
Milli Takımı’na defalarca çağırılmama rağmen gitmedim. Bu günkü şartlar olsaydı
ne yapardım bilmiyorum ama bana sürekli “Pis Türk” diyen insanlar için oynamak
istemedim ve Dünya Kupası şampiyonu olan takımda oynamayı reddettim. Türkiye
Milli Takımı’nda, dünyanın en zor liginde oynamama rağmen Avrupa standartlarına
göre geri kalmış bir takımın oyuncusuydum. Milli takımımızın tarihi boyunca gol
bile atamadığı Avusturya’ya ilk golü atmıştım ve maçı kazanmıştık. 1982 Dünya
Kupası şampiyonu İtalya Milli Takımı’na attığım gol de benim için unutulmazdı. Alman
efsane Lothar Matthaus ile Bundesliga’dan arkadaştım. Onunla centilmence baş
edip maç sonunda forma değiştirmiştim.
1985–1986
sezonu Şampiyon
Kulüpler Kupası 1. tur ilk maçında Bordeaux’yu elediğiniz
günden aklınızda neler kaldı?
Hayatım
boyunca oynadığım bütün maçlar o maçın yanında hikâye kalır! 90. dakikada
üçüncü golü atarken topu ceza sahasından çıkarıp atağı başlatan benim, birkaç
saniye içinde rakip ceza sahasına gidip asisti yapan da benim. Karşımızda Euro
1984 şampiyonu Fransa’da oynayan birçok yıldız oyuncu vardı. Tigana, Giresse ve
diğerleri… Maç Fransa’daydı, biz otobüsle stada giderken bütün Fransızlar bize
beş atacaklarını söylüyordu. Bizim takımsa 2-0’a razıydı. Maç sonunda skor
3-1’di. Taraftarlar da futbolcular da öyle bir şok yaşadılar ki bize tepki bile
gösteremediler. Bugünün koşullarıyla değerlendirirseniz abarttığımı
düşünebilirsiniz ama o şartlarda mucize bir skordu.
Fenerbahçe’den Galatasaray’a
gidişiniz o dönemin büyük olaylarından biri olmuştu. Fenerbahçe’den
bonservisinizi almak için epey mücadele etmişsiniz…
Fenerbahçe’de
oynadığım dönemde orta saha oyuncusu olarak iki yıl üst üste takımın en fazla
gol atan futbolcusu oldum. Şampiyonluk yolundaki emeğimi kimse inkâr edemez.
Takımım bana verdiği sözleri yerine getirmemişti. Galatasaray’dan teklif
almıştım ama Fenerbahçe gitmeme izin vermiyordu. Benim zor durumda kaldığımı
bilen Schalke kulübü yetkilileri gelip beni takımlarına transfer eder gibi
aldılar. Beni çok seviyorlardı çünkü zamanında Shalke formasının da hakkını
vermiştim. Yoksa öyle bir işe girmezlerdi. Transferden sonra taraftarlardan
ölüm tehditleri bile aldım. Şimdi bunları anlatırken gülebiliyorum ama o dönemi
atlatmak hiç de kolay değildi. En yakınımdaki insanlardan bile bana küsenler olmuştu.
Ezeli rekabetin ağırlığını tek başıma göğüsledim. Asıl ilginç olan o dönem
dünyada olmayan gençlerin bile bugün benim için “hain” demeleri. Oysa hakkım
yenilmeseydi Fenerbahçe için oynamaya seve seve devam ederdim.
Sizin teknik direktörü olduğunuz
2002–03 sezonunda son maçın son saniyesinde Süper Lig’den düşen Karabükspor
şimdi yeniden Süper Lig’e çıktı. Karabüklüler şampiyonluk kupasını alırken bile
o dramatik düşüşü anlatıyorlardı. Sizin için de unutmak kolay olmasa gerek…
Mümkün
değil! Ben göreve başladığımda takım altı puanla ligin sonuncusuydu.
Üzerimizdeki ilk takım 16 puandaydı. Ben transfer yapmadan devam ettim ve
durumumuzu epey düzelttik. Üst üste maçları kazanınca herkes düşmeyeceğimize
inanmıştı. O maçta ben herkesin kolayca söylediği bir deyimi deneyimledim:
Kanımın çekildiğini hissettim. Çok hareketli bir insan olmama rağmen put gibi
kaldığımı hatırlıyorum. Tam o günlerde dönemin başbakanı Tansu Çiller
Kardemir’i kapatma kararı almıştı. Tüm şehrin tutunduğu tek dal Karabükspor’du.
Ben de televizyon programlarına çıkıp onlara destek verdiğim için beni hiçbir
zaman takımın düşüşünden sorumlu tutmadılar. Buna gerek de yoktu çünkü ben de
en az onlar kadar ezilmiştim. Yediğimiz golle birlikte stattaki binlerce kişi
donup kaldı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Futbolcular hakeme saldırdı. Ben cezalı
olduğum için tribündeki kuleden maçı izliyordum. Oradan sahaya atlayıp
oyuncularımı hakemden ayırmaya çalışıyordum. Yardımcı hakem bana ters bir
şeyler söyleyince kan beynime sıçradı ve hiç yapmayacağım şeyleri yaptım. Ben
ki futbol hayatım boyunca bir tane bile kırmızı kart görmemiştim! Mahkemede
görüntüleri izleyince şok oldum ve bir yıl men cezası aldım. Karabükspor şu
anda en sorunsuz takımlardan biri. Onlarla gurur duyuyorum.
“Küçük dev adam”ın futbol kariyeri
boyunca unutamadığı anlar neler?
Ben
Fenerbahçe’de oynarken takımda Repçiç adında Yugoslav bir arkadaşım vardı.
Repçiç bir pozisyonda hakem Sadık Deda’ya itiraz ediyordu. Sadık Deda, Repçiç’e
okkalı bir küfür etti ama Repçiç aynen derdini anlatıyor. Sadık Deda bir baktı
ben de ordayım. Ellerini kaldırdı. Nasıl özür diliyor! Çok gülmüştük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder