Scolari’nin eski yardımcısı, Nurullah Sağlam’ın mirasçısı Portekizli teknik adam genç futbolcularının üzerine titriyor, amatör scout’lara tüyolar veriyor. Jose Couceiro’yla Gaziantepspor, Portekiz futbolu, Porto, Kaunas, Woody Allen ve Rolling Stones üzerine konuştuk…
Jose Julio de Carvalho Peyroteo Martins Couceiro. Altı kelimeden oluşan bir isme sahip olmak zor olmuyor mu? Bu Türkiye’de alışkın olmadığımız bir durum…
Hepsini birden söylemek durumunda pek kalmıyorum. Jose Julio benim aldığım isimler. Portekiz’de anne ve babaların isimlerini de aldığımızdan diğer isimlerimi onlardan aldım.
Ailenizde birçok futbolcu olduğunu duyduk. Yeni kuşaktan da futbolcular var mı?
Benim ailemde hemen herkes spor yapıyor. Gelecek nesilde de ismimizi yürütecek futbolcu adayları var.
Ailenizdeki birçok kişi gibi siz de Sporting Lizbon taraftarı mısınız? Maçları izlerken heyecanlanıyor musunuz?
Pek heyecanlandığımı söyleyemem ama aynı şey ailem için geçerli değil. Çünkü herkes Sporting taraftarı. Hatta kulübün kuruluşunda da yine benim ailemden kişilerin emeği var. Büyükbabam Fernando Peyroteo, Sporting’in gelmiş geçmiş en iyi forvet oyuncusu ve beş kurucusundan biri. Gönlüm onlarla birlikte ama Gaziantepspor’la o kadar meşgulüm ki Sporting için heyecanlanmaya gücüm kalmıyor.
Portekiz’in en iyi teknik direktörü ödülünü kazanmanız nasıl gerçekleşti?
Bu şekilde değerlendirmelerin yapılmasını çok doğru bulmuyorum. Ödüllendirilmek elbette güzeldir, kazanan kişiye güç verir ama çok da önemli değil. Portekiz Antrenörler Birliği beni seçtiğinde Vitoria Setubal’i çalıştırıyordum. Orta seviyede bir takımdı ve tepeye oynayıp Portekiz Kupası’nı aldık. Devre arasında Porto’dan teklif almam da bu sıfatı kazanmamda etkili oldu.
Porto kulübünde neler yaşadınız?
Porto’ya gidişim esasında benim için riskli bir durumdu. Şubat ayında gitmiştim ve Porto ligde dördüncü sıradaydı. Takımın başındaki üçüncü hoca olmuştum. Sezonu ikinci bitirdik ve son maçta şampiyonluğu kaçırdık. Porto o senenin sonunda bana beş yıllık bir kontrat teklif etti. Ancak istedikleri getirecekleri teknik direktöre yardımcılık yapmamdı. Belki daha sonra teknik direktörlüğü üstlenebileceğimi söylediler. Ben de teklifi reddettim. Çünkü Porto’ya gittiğimde takım çok zor bir durumdaydı. Verilen görevi layıkıyla yerine getirdim ama teklif ettikleri pozisyon bunun karşılığı değildi. Porto’ya ikinci hoca olarak gitseydim kariyerim açısından sorun olmazdı ama birincilikten ikinciliğe düşmeyi hak edecek bir durum yoktu ortada. Pişman değilim.
Portekiz ve Litvanya milli takımları ile ilgili planlarınız nedir?
Litvanya Milli Takımı ile yaptığım sözleşme ocak ayında bitiyor. 2006-2007 sezonunda Portekiz U-21 takımını çalıştırdım. Şu an Portekiz’e dönmekle ilgili en ufak bir düşüncem yok. Portekiz’den çıkmak benim tercihimdi. Portekiz, futbol pazarı küçük bir ülke. Hocalar olarak orada çok kişiyiz. Porto’dan ayrıldığımda birçok insan bana karşı çıktı. Litvanya Milli Takımı’nı çalıştırmak da riskli bir durumdu. Litvanya futbol ülkesi değil, daha çok basketbol konusunda iyiler. Ne mutlu ki benim açımdan orada da işler iyi gitti. Litvanya’yı çalıştırırken Belenenses takımını da çalıştırdım. Yine şansım yanımdaydı. Ancak artık her hafta oyuncularımın yanında olabileceğim şekilde çalışmak istiyorum. Milli takımda çok zamana ve çok sabra ihtiyacınız var.
Portekiz’in futbol pazarını dar buluyorsunuz. Türkiye’nin futbol pazarı sizce ne durumda?
İki pazarı karşılaştırdığımda Portekiz, İstanbul’un içine girer, hatta İstanbul’un içinde küçük kalır! Portekiz’de yaptığınız işlerin değerini bulması için mucizelere ihtiyacınız var. Bu ülkenin büyüklüğüyle orantılı bir durum değil. Türkiye ve Portekiz futbolu en çok kendilerini acımasızca kritik etmeleri konusunda benziyor.
“Türkiye’de iyi bir ekip oluşturmanın sırrı Türk futbolcularda” diye bir açıklama yapmıştınız. Türkiye’de Türk futbolculara yeterince önem verildiğini düşünüyor musunuz?
Öncelikle yabancı-yerli ayrımının yapılmaması gerekiyor. Bu dünyanın başka ülkeleri için de geçerli. Birçok kez de böyle olmadığı görülmesine rağmen yurt dışından gelen her ne olursa olsun daha iyiymiş gibi algılanır. Portekiz genç takımını çalıştırırken, Türk Milli Takımı’na karşı maçlarım olmuştu. O zamandan kafamda bir fikir oluşmuştu: Bence Türkiye çok büyük bir potansiyele sahip bir ülke. Buraya geldiğimde şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Türkiye dünyanın dengesini sağlayan ülkelerden biri. Tek sorun organizasyon eksikliği. Türkiye Avrupa takımlarıyla aynı şartlarda mücadele etse çok daha iyi pozisyonda olurdu. Avrupa’nın birçok yerinde maç izledim ve birçok ülkeden arkadaşlarım var. Gördüğüm kadarıyla Türkiye; İspanya, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya liglerinden sonra altıncı sırada.
Türk futbolcularındaki potansiyeli gördüğüm için A2 takımına özen gösteriyorum; 14-15 yaşındaki çocukların yaptıklarını görmenizi isterim. Türkiye bildiğim kadarıyla Avrupa’nın en genç nüfusa sahip ülkesi. Genç nüfus iyi bir eğitim ve organizasyonla buluşturulursa olacaklara kimse inanamaz. Ancak şöyle bir yanlış var bu ülkede eğitim ve futbol birbirinden çok ayrı görülüyor.
Çalıştırdığınız takımlarda altyapılara özen gösterdiniz. Gaziantepspor’un geleceği altyapıda mı saklı? Gözünüze kestirdiğiniz isimler var mı?
Benim açımdan ekip, 11 kişiden değil 24 kişiden oluşuyor. Kadrolara baktığınızda üçte ikisi Türk olmak zorunda. İyi Türk futbolcuları Türkiye, Almanya, bazen Belçika ve Hollanda’da bulabilirsiniz, yabancı futbolcuları ise dünyanın her yerinde… Böyle gördüğünüzde yabancı futbolcularla kontrat yapmak Türk futbolculardan daha basit. Gaziantepspor, Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor’la aynı imkânlara sahip değil. Bu da Gaziantepspor’un futbolcu yetiştirmek zorunda olduğunu gösteriyor. Yetiştirdiği oyuncuları kadrosunda da göstermeli. Başarılı olmasının başka bir yolu yok! İsmail’i Beşiktaş’a, Bekir’i de Fenerbahçe’ye vermek benim için gurur duyulacak bir durum. İkisi de takım için hem büyük kayıp, hem büyük kazanç. Tabata da çok iyi bir oyuncuydu ancak onun yerini doldurmak Türk oyunculara nazaran daha kolay oldu.
“Tabata’nın yerine 88 Tabata bulurum!” dediğiniz doğru mu? Transferden sonra böyle bir haber çıkmıştı?
Söylediğim tam olarak bu değildi. Transferin son gününde gitmesi takım için sancılı bir sürecin başlangıcı oldu. Bir oyuncunun bulunduğu kulüpten daha büyük bir kulübe transferi için gerekli şartlar oluşmuşsa onu tutmanız mümkün değildir. Kaldı ki transfer için kapıyı açanlardan biri de bendim. Futbolcunun psikolojisi bütün koşullardan önce gelir. Bu psikolojiyi oyuncuya ve takıma zarar vermeden düzeltmek de teknik direktörün işidir. Büyük takımlara gidebilecek oyuncularımız var. İsim vermek konusunda bazı tereddütlerim var ama bir ismi vermeden de geçemeyeceğim. Çünkü henüz milli takımların hiçbir kademesinde oynamadı ama benim kabiliyetine hayran olduğum bir oyuncum var. İsmi Ferdi Coşkun. Daha birçok isim var. Süper Lig’de 17 yaşında futbolcu oynattım. Cenk, Trabzonspor ve Sivasspor gibi zorlu deplasmanlarda 11’de başladı. Tabii genç oyuncular konusunda çok dikkatli olmak gerek. Teknik direktörün genç oyuncuları koruması gerekiyor. Çok kolay harcanabiliyorlar. Çünkü onların üzerinde kimsenin tahmin edemeyeceği baskılar oluşuyor. Saha dışı da içi kadar önemlidir.
2008’de takımınız Kaunas’la Şampiyonlar Ligi öneleme turunda Glasgow Rangers’ı, elediniz. Maçın hikâyesini anlatabilir misiniz?
Mucizeler her gün olmuyor (gülüyor)! Bir ay önce UEFA finali oynamış bir takıma karşı oynayacaktık. İlk maç Glasgow’daydı. Bir haftalığına ekibi Almanya’da kampa aldım. Yaptığımız planlar Litvanya’da oynayacağımız ikinci maç üzerineydi. Geri çekilmeyi değil, rakibin üzerine gitmeyi düşündük. Maçta fırsatlarımız oldu. Oyunumuz Rangers’ı şaşırttı ve çok büyük şansla da gol yemedik. Litvanya’da oynadığımız maçta ilk golü biz yedik. Sonra beraberliği bulduk. Rangers’ın yaptığı stratejik bir hata vardı. Beraberlik onlara tur atlatıyordu. İkinci golü atmaya çalışmadılar ve beraberliğe yattılar. Maçta yardımcıma “Golü son dakikada atmamız lazım” dedim. Golü erken bulursak karşılığının geleceğini biliyordum. Maçın bitimine üç dakika kala golü attık ve gelen ataklara direnerek galip geldik. Bu fantastik bir maçtı! Bu kadar büyük bir ekibe yine bu kadar küçük bir ekiple üstün gelmek… Zaten futbolun bu kadar sevilmesi de bundan!
Afrika’da büyüdüğünüz doğru mu? Dünya Kupası organizasyonunun Afrika’da yapılacak olması sizi heyecanlandırdı mı?
Lizbon’da doğdum ve hemen sonra Afrika’ya gittim. Büyükbabam ve büyükannem Angolalı. Angola benim ikinci vatanım. Güney Afrika, Afrika’nın bütününü ele aldığınızda daha farklı bir ülke. Özellikle Dünya Kupası’nın Güney Afrika’da yapılmasına çok sevindim. Çünkü futbolu sosyal hayattan ayıramazsınız. Umarım Mandela da o zamana kadar yaşar ve o günleri görür. Bu işte onun emeği yadsınamaz. Güney Afrika için önemli bir test olacak. Altından kalkabilirlerse çok mutlu olacağım. Önyargılar bu organizasyondan sonra kırılacak.
Scolari ile çalışmak nasıldı?
Scolari ile aramız her zaman çok iyidir. Onunla çalışmak benim için onurdur. Benim çalışma ortamım onunkinden bağımsızdı. Scolari beni özgür bırakmıştı. Scolari her şeye olumlu bakan bir insandır. İmkânsız denilebilecek bir konuya “Neden olmasın?” diyerek yaklaşır. Aynı zamanda da olabildiğince gerçekçidir. Yaptıkları da bunun kanıtıdır.
Fenerbahçe’nin galibiyet serisini bozdunuz…
Biz her maçı kazanmak için oynuyoruz. Bütün rakiplerimize aynı derecede hazırlanıyoruz.
Esasında şu anki durumumuzdan memnun değilim. Takımım çok daha iyi yerlerde olabilecek kapasitede. Fenerbahçe maçında biraz da şansımız yaver gitti. Oyuncularım maçın galibiyete dönebileceğine inandılar.
2002’den bu yana takım çalıştırıyorsunuz ve Gaziantepspor sekizinci durağınız. Buna şanssızlık mı diyelim?
Futbolda her şey çok çabuk değişiyor ve en ufak sıkıntıda kafası istenen teknik direktör oluyor. Benim ilk deneyimim yaklaşık altı yıl sürdü. Victorya Setubal’dan ayrılma sebebim Porto’dan gelen teklifti. Milli takımla da kontratım bitince yollarımızı ayırdık. Avrupa ve dünya şampiyonalarında milli takımımız belli yerlere geldi. Medyanın baskısı o kadar fazlaydı ki, kaybetmek olağanüstü bir durum gibi gösterildi ve ayrıldım. Benim ayrıldığım 2007 yılından bu yana Portekiz U-21’in hiçbir başarısı yok! Ben bir sene içinde takımı iki şampiyonada oynattım. İki maçla yargılanmam Porto’yu çalıştırmamın bedeliydi. Ben de Portekiz’den uzaklaşmamın doğru olacağını düşündüm. Kaunas’a üç aylığına yardım etmeye gittim. Litvanya kulüplerinin Avrupa’da elde ettiği en büyük başarıyı benim takımım elde etti. Kulüplerden ayrılma sebebim prensiplerimden ödün vermememdi. Paraya çok önem vermemem de rahat hareket etmemi sağlıyor.
Gaziantep’e ilk geldiğinizde neler hissettiniz. Aklınızdan neler geçti?
İtiraf ediyorum, geldiğimde “Kalayım mı, gideyim mi?” diye sordum kendime. Üç tane kızım var. Ailemi buraya getirmedim. Onlarla ilgilenmem gerekmediği için adapte olmam daha kolay oldu. Sokaktaki herhangi bir insan, bana kim olduğumu bilmeden çok iyi davranıyor. Kendimi bu insanların arasında güvende hissediyorum. Baklavalara ve kebaplara bayıldığımı söyleyemem ama yerim. İlk geldiğim günlerde fiziğimden ötürü beni Türk zannedip, bana Türkçe bir şey soruldu. İngilizce karşılık verdim. “Hadi ordan şaka mı yapıyorsun?” dediler. Türklere benzemem de avantaj sayılabilir (gülüyor). Deplasman maçları için Antep dışına da çıktığımızda fırsat buldukça geziyorum. Tabii İstanbul farklı, Antep farklı; İzmir ikisinden de güzel! Kendimi orada Portekiz’de gibi hissettim. İstanbul fantastik bir şehir, her telden çalıyor!
Futbol dışında nasıl bir Jose var?
Antep’teki Jose ile Lizbon’daki Jose arasında fark var. Burada daha çok kendimle başbaşayım. Sosyal hayatımın olmadığını söyleyebilirim. İstanbul’da olsam geceleri şehri keşfederek geçirirdim. Tarihe çok ilgim var. Geçmişe dair filmler çok hoşuma gidiyor.
En sevdiğiniz film hangisi?
Kazablanka beni en çok etkileyen filmdir. Vietnam ile ilgili filmleri de izlemekten bıkmam. Woody Allen’ın her filmi benim için vazgeçilmezdir. Müzik de başka bir eğlencem. Pop ve rock müzik dinlemeyi seviyorum. Pink Floyd, The Doors, Rolling Stones ve Beatles’ı dinlemeyen bence eksiktir.
FourFourTwo Dergisi Ocak 2010 sayısında yayımlanmıştır...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder