2 Kasım 2012 Cuma

Rigobert Song


Onu, rastalı saçlarıyla diğerlerinden rahatlıkla ayırt edebilirsiniz. Sadece bu değil: Trabzonspor yeni kaptanı, dört büyük ligde oluşturduğu kariyeri, tatlı-sert oyunu ve gülen yüzüyle de benzersiz…


Fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelip babanı hiç tanıyamamışsın. Futbolcu olmasaydın nasıl bir hayat yaşayacaktın?
Babam öldüğünde çok gençtim. Futbolcu olmam için beni annem destekledi. Hiçbir şeyi yoktu ama bana sıfırdan başlayan bir hayatı ve bir annenin çocuğuna verebileceği her şeyi verdi. Futboldan kazandıklarımla evi geçindirmem onun için büyük sürpriz oldu. Futbol oynamaya herkes gibi sokaklarda başladım. Birileri beni gördü ve hayatım değişme başladı. “İleride iyi bir futbolcu olacaksın” diyenlerin sayısı artmaya başladıkça oyunu daha ciddiye almaya başladım. Bu şans olmanın ötesinde belki de tanrının bana gösterdiği bir yoldu. Futbolcu olmasaydım hayatım çok zor olurdu. Ailemin hiçbir şeyi yoktu. Beni okula gönderemezlerdi.

Tonnerre takımından senin dışında Milla, Weah gibi tüm dünyanın tanıdığı futbolcular çıktı. Yetiştiğin takımı takip ediyor musun?
Babamın eksikliğini Tonnerre takımı ile doldurdum. Bu hâlâ geçerlidir. Avrupa’ya açılmamı sağlayan Tonnerre takımı oldu. Ben de vefa borcumu kulübe yardım ederek ödemeye çalışıyorum. Kamerun’a her seferinde bir sürü futbol malzemeleri yüklenip gidiyorum. Tonnerre başkent Yaounde’deki en iyi takımlardan bir tanesidir. Bütün dünyanın bildiği gibi referansı çok iyidir. Oradan çok fazla yetenek de benim aracılığımla Avrupa’nın çeşitli yerlerine gitti. Bunların başında da yeğenim Alexander Song gelir. Marsilya’da oynayan Stephane M’Bia da bunlardan biridir. Onlara katkıda bulunabiliyorsam ne mutlu bana. Çünkü onlar da gelecekte futbola önemli katkılarda bulunacaklar.

Arsenal’de Arsene Wenger’in prenslerinden olan Alexander Song hakkında neler söyleyebilirsin? Ona nasıl tavsiyelerde bulunuyorsun?
Ailemden birisi hakkında konuşmak zor tabii. İnsanlar söylediklerimi taraflı algılayabilirler. Hoşuma giden başkalarının onun hakkında iyi şeyler söylemesi. Kamerun Milli Takımı’nda ve Arsenal’de yaptıklarıyla herkese kendini kanıtlamış durumda. Afrika Kupası’nın en iyi 11’inde yer aldı. Onunla aynı takımda oynamak büyük keyif! Ne yapması gerektiğini bilen, saygılı bir çocuk. Onun ailesinin durumu da benimkinden farklı değil. Futbol sayesinde eline geçen şansını kaybetme gibi bir lüksü yok ve o da bunun farkında. Her zaman destekçisiyim ve onunla gurur duyuyorum. Hayatta en önemli şey bir şeylerin peşinden koşmak için istek ve iradenizin olması. Ona “Uzun süre en iyi olmak istiyorsan gençliğinin değerini bil ve aptalca abartılara kaçma!” diyorum.

Bir zamanlar sen de yeğenin Alexander gibi çok genç yaşta Avrupa’da kendini ispatlama savaşı verdin. 1994-98 yılları arasında Pires ve senin de yıldızları olduğunuz Metz, Fransa’ya damgasını vurmuştu…
Metz günlerini asla unutamam… Pires de ben de o zamanlar çok gençtik. İşin aslı sadece ikimiz değil, takımın iskeleti kendisini ispatlamaya çalışan genç yeteneklerden kuruluydu. Ben ilk kez Metz’de profesyonel oldum, bizim zamanımızda Metz adını önce Fransa sonra da tüm dünyaya futbol takımıyla duyuran küçük bir yerdi. Pires hâlâ en yakın dostlarımdan birisi… Metz’de oynarken o çok gençti, ben ondan da gençtim; profesyonel futbol için çocuk sayılabilecek bir yaştaydım. Pires’le ben uzun süre aynı apartmanda oturduk… her gece beraber yemek yer, her şeyi beraber yapardık; benle Pires, Metz’in en mutlu ailelerinden biriydik! Onunla beraber büyüdük, profesyonellik başta olmak üzere her şeyi beraber öğrendik, ortaklaşa hayaller kurduk ve sonra yollarımız ayrılmak zorunda kalsa da birbirimizden hiçbir zaman kopmadık.
 
Galatasaray’da taraftarla aran çok iyiydi ama yönetimle sorunlar yaşadın. Ayrıldıktan sonra taraftardan nasıl tepkiler aldın? Sana “Afrika Aslanı” demeleri hoşuna gidiyor muydu?
Onlar hâlâ benimle birlikte. İstanbul’a her geldiğimde bana sahip çıkıyorlar. “Rigo sen her zaman kalbimizdesin” diyorlar. Galatasaray’dan ayrılmak benim için de şaşırtıcı bir gelişmeydi. Kulüple aramda büyük bir problem yoktu. Sadece zamanında yapılmayan ödemeler can sıkıyordu, o kadar. Ne takımı ne de bana sürekli destek veren taraftarı unuttum. Galatasaray benim için her zaman saygı duyduğum bir takım olarak kalacak. Savunma oyuncusu olduğum için sahada beni çok sevmeyebilirsiniz ama saha dışında çok daha sakinim. Maçların tekrarını izlediğimde kendimi agresif bulduğum oluyor. Günlük hayatta herkes gibi benim de bir kalbim var.

Liverpool’dan takım arkadaşın Jamie Carragher da yazdığı kitapta senin için “Song aslında göründüğü kadar sert değildir” diyor…
Beni hatırlıyor demek ha (gülüyor)! Carragher gerçekten sıra dışı bir insan! Liverpool’da çok güzel günler geçirdim. Benim soyadım aynı zamanda şarkı anlamına geldiğinden “Bizim söylediğimiz tek şarkı sensin” diye tezahürat yaparlardı bana. Çok büyük oyuncularla oynadım: Robbie Fowler, Michael Owen... Yirmili yaşlarımın başında Liverpool gibi büyük bir kulüpte oynamak benim için önemli bir başarıydı.

Liverpool’a transfer olduğunda kulüp Fransız Gerard Houllier yönetiminde sancılı bir geçiş süreci yaşıyordu. Owen, Fowler, McManaman, Ince gibi yerli yıldızların damgasını vurduğu bir takıma adapte olmakta zorlandın mı?
Houllier geldiğinde Liverpool, altyapıdan yetişen yerli oyuncuların yanı sıra başta Fransa Ligi’nden gelen oyuncular olmak üzere yabancı oyuncuları üst üste kadrosuna katmaya başladı. Fransa Ligi’nden gelen ilk oyuncu ben oldum ama hiçbir adaptasyon sorunu yaşamadım. Saha dışında herkes çok sıcakkanlıydı. Paul Ince sonradan Houllier ile sorunlar yaşasa da çok iyi bir kaptandı. McManaman, Fowler gibi altyapıdan çıkmış olan yıldızlar sürekli şakalaşmayı seven, takım içinde herkesi kaynaştıran figürlerdi. Taraftarlar da beni çok sevdiler. Özellikle o zamanlar Leeds’in en büyük yıldızı olan Harry Kewell’a top göstermediğim maçtan sonra bana özel olarak yazdıkları şarkıyı her maçta söylemeye başladılar. Daha sonra Galatasaray formasıyla Liverpool’a karşı oynarken de Liverpool’lu taraftarlar o şarkıyı, “Bizim söylediğimiz tek şarkı sensin”i söylediler. (Bir dakika kadar şarkıyı söylüyor!) Hayatımın sonuna kadar unutamayacağım çok büyülü bir andı.

Liverpool’dan sonra da İngiltere’nin bir başka köklü kulübü olan West Ham’a transfer oldun ve orada şimdilerde Premier Lig’e damgasını vuran Frank Lampard, Joe Cole, Michael Carrick gibi isimlerle beraber oynadın…
Lampard, Cole ve Carrick o zamanlar çok gençlerdi ve herkes tarafından önümüzdeki 10 yıla damgasını vuracak yıldızlar olarak gösteriliyorlardı. Lampard daha o zamanlardan muhteşem bir oyuncuydu. Cole da çok yetenekli ve özel bir oyuncuydu. Tabii teknik direktörümüz Harry Redknapp da bu genç yeteneklerden iyi bir takım yarattı. West Ham’da beraber çalıştığım bu dörtlü hâlâ İngiltere Premier Ligi’ne damga vuran isimlerin başında geliyorlar.
 
Hakan Şükür, Owen, Kanoute gibi dünya çapında forvetlerle oynadın. Hangisi daha zorluydu?
Her futbolcunun ayrı bir özelliği var. Ronaldo’nun, Beckham’ın karşısında da oynadım. Hepsinin farklı özellikleri, zorlukları var. Ancak sonuçta ben bir savunma oyuncusuyum ve benim de onlara karşı hazırladığım zorluklarım var. Bazen ben zordayım, bazen de onlar. İçlerinden birini seçmem gerekirse fazla düşünmeden Hakan Şükür derim. Özellikle hava toplarında herhangi bir savunmacının kolay kolay baş edebileceği bir isim değil. Owen tam tersine yerde baş edilmesi zor bir oyuncu çünkü ışık hızında! Kanoute onlara göre topa daha fazla hâkim. Ondan topu almak herhangi bir uzvunu sökmek gibi bir şey!

Ligue 1’de, Serie A’da, Premier Lig’de, Bundesliga’da ve Süper Lig’de oynama şansını yakalayan nadir futbolculardan birisin. En çok hangi ligde heyecan yaşadın? Hangisinde mutlu oldun?
Başta atmosferi olmak üzere her şeyiyle Premier Lig. Dünyanın başka hiçbir yerinde göremeyeceğiniz bir şey görürsünüz orada: Maçı kaybetseniz bile taraftar takımı alkışlar. “Bugün kaybedebilirsin ama yarın kazanacaksın. Bugün de yarın da yanında olacağız!” mesajını her şartta alırsınız. Futbolcular da insan ve bu desteğe ihtiyacı var. Her olumsuzlukta bağırıp çağıran taraftar hem oyuncuya hem takıma büyük zarar verdiğini bilmeli. Tabii bu bilince ulaşmak için de eğitim gerekiyor.

33 yaşında olmana rağmen 20’lik oyunculara taş çıkartıyorsun. Bunu neye borçlusun?
Teşekkür ederim, bunu duymak çok güzel (gülüyor)! Ne istediğimi iyi biliyorum ve fiziksel formumu korumak için fedakârlıklarda bulunuyorum. Her şeyi yiyemiyorum. Kariyerime başladığım zamanlardaki gibi olduğumu ve hâlâ o günlerdeki gibi çalıştığımı herkese göstermek zorundayım. Hırsımdan bir şey kaybetmediğim için bunu yapmak zor olmuyor.

Türkiye’ye gelen en kariyerli oyunculardan birisin. Galatasaray’dan sonra hangi takıma gitseydin taraftar seni sevinerek karşılardı. Türk futbolu hakkındaki gözlemlerin neler?
Türkiye’de futbol oynamak hiç kolay değil. Türkiye Ligi’ni değerli kılan da bu zorluğu. Tek sorun Türk futbolunun başka ülkelerde yeterince tanınmıyor olması. Süper Lig’de küçük takım-büyük takım ayrımının yapılmasına katılmıyorum. Bence bu takımların arasında çok büyük farklar yok.

Trabzonspor’a geldiğinden beri yanındaki isimlerde sürekli değişiklik oldu. Bu senin oyununu ne kadar etkiledi?
Uzun yıllarda oluşturduğum deneyimimle uyum sağlaması gereken kişinin ben olmam gerektiğini anladım. Bu deneyim bana her şarta uyum sağlamam gerektiğini öğretti. Birçok farklı sistemde oynadım. Yalnızca senin derginin taktiğinde oynamadım (gülüyor). Yanımdaki oyuncu bana değil, ben yanımdaki oyuncuya göre oynuyorum.

2010 FIFA Dünya Kupası maçlarının Güney Afrika’da yapılacağını öğrendiğinde ne düşündün? Bu organizasyon Afrika’yı nasıl etkileyecek?
Bütün Afrika bunu duyduğunda bayram yerine döndü. Bugüne kadar televizyondan hayranlıkla izledikleri futbolcuların dokunma mesafesine geleceğini öğrendiklerine çok sevindiler. Afrika, Avrupa fark etmez, bütün dünya aynı oyunu oynuyor. Umarım bu sefer futbol Afrika’da kalacak (gülüyor)!

Togo Milli Takımı’nın silahlı saldırıya uğraması herkesi tedirgin etti. Sence Afrika bu organizasyona hazır mı?
Afrika kesinlikle bu organizasyona hazır. Togo’da olanı yalnızca bir yol kazası olarak değerlendirmek lazım. Bu dünyanın her yerinde olabilecek bir durum. Afrika’da sürekli böyle şeylerin olduğunu düşünmek doğru değil. Güvenlikle ilgili herhangi bir sorun olacağını sanmıyorum.

Trabzonspor’da ne olursa şampiyonluk gelir? Şenol Güneş anahtar olabilecek mi?
Şenol hoca bizi olumlu yönde etkiliyor. Trabzonlu olması ve takımı çok iyi bilmesi bizim için büyük kazanç. Türkiye Milli Takımı’nın teknik direktörlüğünü de yapmış deneyimli bir hoca. Geldiğinden bu yana kısa bir süre geçmesine rağmen takımı toparlamayı başardı. Sezonun ikinci yarısından çok umutluyuz.

Yeni kramponların hakkında ne düşünüyorsun?
Ülkemin milli renklerini üzerinde taşıyor ve bu bana enerji veriyor. Bunlarla topa her vurduğumda hedefi buluyorum. Benim için hem enerji kaynağı hem enerji tasarrufu. Nike her zaman böyle sosyal projelere girişiyor ve başarıyla sonuçlandırıyor. Bu projelerin toplumsal hayata olumlu dönüşleri oluyor. Sporcular yalnızca spor yapan kişiler değil, topluma faydalı kişiler olmalı. Benim fikrimle Nike’ın projesi ortak bir çatıda buluşuyor. Birçok insanın hayatı bu sayede değişti.
  
Trabzon’da rastalı uzun saçlarınla nasıl tepkiler alıyorsun?
Trabzonluların beni sevdiğini biliyorum. Galatasaray’da oynadığım dönemden beni tanıdıkları için şehirde hiç yabancılık çekmedim. Zaten beni başkalarıyla karıştırmaları mümkün değildi (gülüyor). Bir kilometre öteden ayırt edilebiliyorlar (gülüyor)! Bundan asla rahatsız olmuyorum. On yıldır saçlarım böyle. Saçların benimkinden uzun ama kuaföre senden ve birçok hanımdan daha çok harcama yapıyorum belki de (gülüyor). Özellikle yoğun idman dönemlerinde kuaföre gitmek için fırsat yaratırım. Sadece Trabzonlular değil, İstanbul’da da saçlarımı korkarak elleyenler oluyor.

Trabzon’un kültürüne alışabildin mi? Mısır ekmeği, hamsi, kemençe, horon…
Her gün yeni bir şey öğreniyorum. Güzel kolbastı oynuyorum (gülüyor). Her gün balık yemeyi ilginç bulmuyorum artık. “Türkiye’de futbol oynamaya gidiyorum” dediğimde “Türkiye’de futbol oynanıyor mu?” diye soranlar olmuştu, umursamadım. Trabzonluların futbolla ilgilendiğini duymuştum ama büyükanne ve büyükbabaların bile tribünde olduğunu, yolda bizleri görünce ilgilendiklerini görünce tam anlamıyla şoke oldum. Baskıyla baş etmeyi beceren biri olarak Trabzon’da mutluyum. Taraftarların beklentisinin sadece sahada iyi olmanız gerektiği olmadığını biliyorum.

FourFourTwo Dergisi Mart 2010 sayısında yayımlanmıştır... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder