2 Kasım 2012 Cuma

Marcus Merk


ÜSTÜN ALMAN TEKNOLOJİSİ

“Burada her şey ya siyah, ya beyaz. Gri rengi göremiyorum”

Onun hakemliğini zaten biliyorduk, şimdi Lig TV sayesinde hakem yorumculuğunu tanımaya başladık. Markus Merk daha ilk günden başka bir hakem eleştirisi yapılabileceğini göstermeye başladı

Hakem olmaya nasıl karar verdiniz?
Kaiserslautern’de doğdum. Şehirde 100.000 kişilik nüfusun tamamı futbol sevdalısıdır. 1954’te Almanya Dünya Kupası’nı kazandığında Almanya’nın bu küçük şehri milli takımda beş kişi ile temsil ediliyordu. Doğduğum ev stadyumdan sadece 300 adım uzaklıktaydı. Eğer bu şehirde doğduysanız Kırmızı Şeytanlar’ın formasını giymek istersiniz. Ben de öyle yaptım. Beş yaşımda futbol oynamaya başladım. O zaman için bu enteresandı çünkü normalde sekiz yaşında başlanıyordu. Özel izinle oynamaya başladım ve adidas benim için özel bir ayakkabı tasarladı. “Büyük Cehennem”de üç kişiden çok etkilenirdim: Hakem ve yardımcı hakemler. Hakemliğe 12 yaşımda başladım. Bu da bir ilkti. Normali 15’ti ama Alman Futbol Federasyonu’ndan özel izinle başladım. 12 yaşında bir çocuğun yetiştirilmesinin ne kadar önemli olduğunu tahmin edersiniz. Bundan 14 yıl sonra ben de Bundesliga’da maç yönetmeye başladım. Almanya’nın en büyük gazeteleri beni bir reklâm şakası gibi sundu. 1984 yılıydı. Digitürk ve Lig TV yoktu! Bir Alman kanalı bu maç için kamera göndermişti. Bundesliga’da maç yönetmeye başladığımda o görüntüler televizyonda dönüyordu.

Futbolculuktan gelen bir hakem olarak yönettiğiniz maçlarda futbolcuları girdikleri pozisyonlarda eleştirir miydiniz? Topa vurmak istiyor muydunuz?
Bir oyuncu da kendini sürekli hakem gibi hissetmiyor mu? Bu hakem için de oyuncu için de büyük avantajdır. En üst seviyeye çıkmak ve orada kalmak istiyorsanız bunu yapmak zorundasınız. Üst düzey bir hakem kendisini teknik direktörün, taraftarın ve futbolcunun yerine kendisini koyabilmeli. Bu saydıklarım futbol dünyasının parçaları. Hakem ise bunları kapsayan bütündür.

Ben ilk yönettiğim maçta heyecandan kronometreyi çalıştırmayı unutmuştum. Sizin de böyle bir hikâyeniz var mı?
Düdüğünüzden çıkardığınız ses sizin imzanızdır. 10 yıllık hakemlik kariyerim vardı ve ilk günden beri aynı düdüğü kullanıyordum. Bu benim için bir totemdi. Almanya üçüncü liginde bir maç yönetecektim ve kıran kırana bir maç olacaktı. Maçtan birkaç gün önce düdüğüm kırıldı. Kötü şans! Aynısından iki tane sipariş verdim. Sinirden ölecektim. Son dakikada düdük geldi. Hakem odasında çocuk gibi dakikalarca öttürdüm. Eski sesimin aynısıydı. Maça çıktım. Düdüğümü kullandığım ilk pozisyonda herkes bana bakıp gülmeye başladı. Anaokulundaki bir çocuk da aynı sesi çıkarırdı! Ne yapacağımı şaşırdım. Oyuncular sağ olsun az faul yaparak beni bu komik duruma düşürmediler. Ben de devre arasında düdüğümü değiştirdim.

Aynı zamanda diş doktorusunuz. Hastalarınız arasında maçlarda canınızı sıkan futbolcular da oluyor muydu? Kararlarınıza itiraz eden futbolcuları dişçi koltuğuna oturtmakla tehdit ediyor muydunuz?
Kliniğim Kaiserslautern’de olduğundan bütün futbolcuları tanıyordum. Bir adamın hem hakemi hem diş doktoru olmak son derece aşırı (gülüyor). Benden uzak durmaya çalışıyorlardı (gülüyor). Toplam 350 Bundesliga maçı yönettim. Her biri ayrı hikâye. Stefan Kuntz benim dostumdur. Almanya’da herkes dost olduğumuzu bildiğinden onunla ilgili verdiğim kararlara dikkat etmem gerekiyordu. Leverkusen’le oynadıkları bir maçta büyük bir tartışma çıktı. Kuntz hiç susmuyordu. Beni çıldırttı. Maçta atmadım ama sonra dişçi koltuğunda görüştük!  

Türk hakemlerinin en büyük sorunu ne?
Almanya’da Türk ligleriyle ilgili haber almak çok zor. Aldığınız haberlerde büyük takımlarla ilgili küçük haberlerdir. Ancak Türk futbolunu ve anlayışını her zaman beğenmişimdir. Futbol eleştirisi dünyanın her yerindedir. Özellikle Türkiye’de! Bu Türkiye’de çalışmayı tercih etmemin sebeplerinden biri. Sadece hakemler için değil, Türk futbolu için bir şeyler yapabileceğimi düşündüm. Zamanla değişime katkıda bulunacağımı umuyorum. Türk hakemlerinin işleri gerçekten çok zor. Karar vermek zor bir işken, baskı altında karar vermek korkunç bir şey!

Süper Lig’in dünya liglerinde üst sıralara yükselmesi için sizce yapılması gereken üç şey ne? 
Burada her şey ya siyah, ya beyaz. Gri rengi göremiyorum. İnsanlar benden de bunu bekliyor. O pozisyon kırmızı kart gerektirir desem herkesin hoşuna gider. Bu işin kolayı ama ben hiçbir zaman kolay olanı seçmedim. Türkiye’de bir bakış açısı geliştirmek istiyorum. Bu hakemleri korumak adına yanlış kararları destekleyeceğim anlamına gelmez. Benim de yapmadığım hata kalmamıştır. Seyirci azlığı ve statların durumu da ayrıca sorunlardan bazıları.

Biz çok heyecanlı ve sıcakkanlı bir toplumuz. Futbola ilgimiz de malum. İstanbul sokaklarında yürürken sizi herhangi bir pozisyonu sormak için durduranlar oluyor mu?
Bunu seviyorum! İstanbul’a ilk geldiğimde çekincelerim olduğunu itiraf etmeliyim. İki adım atıp, “Hey Markus!” sesi duyuyorum. Ve herkes bunu gülümseyerek söylüyor. Bir gün Maraton’dan çıkıp, gecenin ortasında otele geldim. Oteldekiler beni bekliyormuş. Lig TV’yi izlememişler. Hata yapmışlar. Herkes hata yapar (gülüyor)! Bana üç pozisyon sordular. Ben de onlara kendi fikrini sordum. Beşiktaşlılar ve takımın lehine hataları bile saymaya başladılar. Adamlar hakem konuşmayı seviyor, ne yapalım.

Dünyanın üç kez, Almanya’nın yedi kez en iyi hakemi seçildiniz. Hakemlik kariyerinizin size bıraktığı en iyi hediye ne oldu? 
Ne Dünya Kupası, ne Avrupa Şampiyonası. ne derbiler… Benim için başarı en iyi performansla en iyi ligde 20 yıl maç yönetmektir.

Markus Merk’in Unutamadığı Dört Maç
Birçokları Markus Merk’in yorumlarında hakemleri “kolladığı”nı öne sürüyor. Bunun nedeni, eski hakemin kariyerinin kritik maçları olmasın!

  • 2006 Dünya Kupası’nda Marcus Merk üç maç yönetti. Avusturalya – Brezilya maçından sonra Herry Kewell ile Merk arasında sözlü bir tartışma oldu. İddialara göre bu tartışmadan zararlı çıkan Markus’un annesi oldu!

  • 26 Haziran 2003 Konfederasyonlar Kupası Kamerun – Kolombiya maçında Marc Viven Foe öldüğünde düdük Merk’in elindeydi. O, oyunu durdurduğunda Foe yerde hareketsiz yatıyordu. Kameralar Foe’yi gösterdiğinde gözleri bilinç kaybının etkisiyle korkunç bir haldeydi.

  • Bundesliga’da 2000–01 sezonu son haftasına Bayern Münih, Schalke’nin üç puan önünde girmişti ama Hamburg karşısında 1-0 yenik oynuyordu. Ayrıca Schalke’nin averajı daha iyiydi. Markus Merk 90+4’de Bayern Münih lehine en direkt vuruş verdi. Top ağlara gidince Bavyeralılar şampiyonluklarını ilan etti. Şampiyonluğu son anda kaybeden Schalke’li taraftarlar çılgına döndü. Bu, Merk’in son Schalke maçı oldu.  

  • 1 Mart 2008’de Werder Bremen’li oyuncu Markus Rosenberg bariz ofsayttan Borussia Dortmund kalesine topu gönderdi. Markus Merk golü verdi ve verdiği anda kararından pişmanlık duydu. Ancak yapacak bir şey yoktu! Olan oldu. Marcus o anı “Hakemlik kariyerinin en acı anı” olarak anıyor.

“Güney Kutbu’na da gidersem tamamdır!”
Büyük maçlar yönetmiş olsa da, bir düdükle 22 futbolcuya hükmetse de Markus Merk’in hayallerinin süsleyen şeyler bambaşka…

Herkesin hayalleri vardır. Çocukken yüksek dağların ve iki kutbun hayalini kurardım. Kuzey Kutbu’na bu yıl gittim, şimdi sıra güneyde. Hayallerimden biri Bundesliga maçı yönetmekti. O da fazlasıyla oldu. Küçükken kiliseye gittiğimde üçüncü dünya ülkeleri için yapılan projeleri gördüğümde çok heyecanlanırdım. 1990 kışında yine hayallerimin peşine düştüm. Büyük bir Alman organizasyonu ile Hindistan’a gittim. 2500 çocuk için diş taraması yapacak bir doktora ihtiyaç vardı. O ben oldum. 1993’te kendi projemi hayata geçirdim. 17.000 metrekarelik bir alandaki ailelerle ilgilendim. Bu alanda okul ve çocuklara ayrılmış hiçbir alan yoktu. 20 köy halkının ulaşabileceği bir yer inşa ettik. Burada evsiz çocuklar için kalacak yer, bütün çocuklar için okullar ve oyun parkları bulunuyor. Şu anda bu oluşum üç bölgeye dağılmış durumda. Şu anda 1050 çocuğa kalacak yer, yemek ve eğitim veriyoruz. Kimsesiz yaşlılar için de çalışmalarımız var.

FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Altan Erkekli


“Totem yapmam ama ‘Alacağız bu maçı’ dediğim maçı da alırız”

Yerden Yüksek’in futbol gönüllüsü Ziya Yüksek Tamyol’u ile Şen Yuva’nın top katili Kalender Şenyuva’yı ancak onun gibi bir futbol aşığı. Kadıköy’de bir Beşiktaşlı olmak da bir ona yakışırdı!

Kadıköy doğumlusunuz, Kadıköy Maarif Koleji’nden mezunusunuz ama Beşiktaşlısınız. Beşiktaşlı olma yolunda aile büyükleri ve mahalle ağabeyleri ile mücadele ettiniz mi?
Yer siyah, gök beyaz! En büyük Beşiktaş! Evet, annem ve babam Fenerbahçe taraftarıydı. Okulumdaki hemen herkes Fenerbahçeliydi. Kadıköy’de Beşiktaşlı olmak o zaman bugün olduğu kadar zor değildi. Beşiktaş’tan vapurla karşıya geçerdik. Bir gün önceden Kadıköy’e gelen, stat çevresinde sabahlayan taraftarlar olurdu. Gazete kâğıtlarından kafamıza amele şapkaları yapardık. Maçlardan sonra Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarı bir arada Beşiktaş’a geçerdi. Biz birbirimizi kabul etmiştik. Ağabeyim Beşiktaşlıydı. Ben de ondan etkilenmiştim. Babam beni Fenerbahçe’ye transfer etmek için çok uğraşmıştı, çok büyük paralar vermişti (gülüyor). Koskoca adamcağızın bana çok yalvardığını bilirim ama Beşiktaş’tan vazgeçmedim. Yaşlandığında hâlâ inatla bir Fenerbahçe maçını birlikte izlemek istediğini, benim de Fenerbahçe’yi desteklememi istedi ama yapamadım. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde turnelerde uzun zamanlar geçirdim ve Beşiktaş’a olan sevgimi hiç eksiltmedim.

Her yere göğsünüzün üzerinde bir BJK rozeti ile birlikte gidiyorsunuz. Göz önünde olan biri olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?
O rozeti takmak benim için çok önemli. Bütün takım elbiselerimde BJK rozeti vardır. Bir gün beni FB TV’ye davet ettiler. “Rozetimi çıkartmam” dedim. Kabul ettiler ve gittim. Rozet bana eski bir yaşam biçimini çağrıştırıyor. Beşiktaş’la yaşadığım anıları da unutmuyorum. Gordon Milne’le beraber üç yıl üst üste şampiyon olduğumuz, estetik futbol oynadığımız, Fenerbahçelileri “Arkayı dörtleyelim beyler” diye kızdırdığımız yılları; Amokachi’yi, Metin-Ali-Feyyaz’ı özlüyorum. Rahmetli Vedat Okyar’ı, Yusuf Tunaoğlu’nu, Süleyman Seba’yı özlüyorum. Mezarının yerini bile bilemediğimiz Sabri Dino’yu özlüyorum.

Beşiktaş için sevinçten ya da üzüntüden ağladığınız ya da kendinizi kaybettiğiniz bir an oldu mu?
Hüngür hüngür ağladığım maçlar o kadar çok ki, hangi birini sayayım! Rıza Çalımbay’la beraber Fenerbahçe’yi Kadıköy’de 4–3 yendiğimiz maçta eşim ve küçük oğlum beni izleyip “Babam bu kadar nasıl yükseğe zıplayabiliyor” demişlerdi. Bir ara rol yaptığımı bile düşünmüşler; hem ağlıyordum, hem havalara uçuyordum. Bir de Sabri Sarıalioğlu’nun Romanya’daki Steagul Roşu maçında son üç dakikada üç gol yememize sebep olarak bizi Avrupa yolundan ettiği günü unutamıyorum. Takım kaptanıydı. Maçın bitmesine iki dakika var. Koşa koşa topu santraya getiriyor. Gol yiyoruz. Yine koşup, topu santraya getiriyor, bir gol daha yiyoruz (Altan ağabeyin maçı ilk izlediği anda da aynı tepkileri verdiğine eminim). Bu kadar işgüzarlık olamaz! Hepimiz çıldırmıştık.

Beşiktaş maçlarını nerede ve nasıl izlersiniz? Büyüsü bozulur diye yıkamadığınız bir formanız var mı? 
Beş yıl önce Çarşı grubuyla üç maç izledim. Her maçtan sonra günlerce kendime gelemedim. Oradaki müthiş heyecanı kaldıramadım. O vücut dili, o ses… Maçlardan sonra ringden inmiş gibi oluyordum. Sonra Çarşı’dan ayrı kaldığıma üzülerek numaralıya geçtim. Çünkü maçlardan sonra sesim kısıldığından ve yorgunluktan çalışamıyordum. Maçı izleyemediğimde kahroluyorum ama skoru bir şekilde dakika dakika takip ediyorum. Totem yapmam ama “Alacağız bu maçı” dediğim maçı da alırız.

Mahallenin boş alanlarında futbol oynarken siz hangi futbolcu olurdunuz?
Çok oynadım ama ne yazık ki çok genç yaşta belimdeki disk kayması nedeniyle oyundan vazgeçmem gerekti. Ben de beton zeminin üzerine kale kurmak için taş arayanlardanım. Yalnızca para kazanmak için değil, bu işin emek vererek estetiğini yakalamak için peşinden koşanlara sonsuz saygı duyuyorum. Mahalledeki arkadaşlarımla o zamanın modası minicik şortlarımız ve lastik ayakkabılarımız vardı. Profesyonel maçları izleyebilmek için büyük mücadeleler vermemiz gerekirdi. Beşiktaş’ta oynayan Güven Ağabey vardı. Necmi, Yavuz, Fehmi, Süreyya, Kaya, Küçük Ahmet… Onlar gibi olmak isterdim.

Bir yandan Şen Yuva dizisinde futbola karşı bir babayı canlandırırken bir yandan Yerden Yüksek’te eski bir futbolcuyu oynuyorsunuz. Setler arası gidip gelmek zor olmuyor mu?
Şen Yuva’da “Keseyim mi topunuzu!” diye torunlarının peşinden koşarak futbol düşmanlığı yapan bir dededen; futbol aşkıyla mahalledeki gençleri futbolun estetiğine, dayanışmasına getirmeye çalışan Ziya Fikret Tamyol arasında gidip geliyorum. Ziya hoca tam olarak benim karakterim. Yüreği açık, cebi açık bir adam. Sevdiği işi sonuna kadar yapmaya çalışan, idealist bir baba. Kalender Şenyuva’yı daha çok eleştirerek oynuyorum. Kalender de kötü bir adam değil aslında, eşini erken yaşta kaybetmiş, kendisini müziğe vermiş ve başka hiçbir şeye tahammülü kalmamış bir adam.

Dizinin senaryosunu gördüğünüzde heyecanlandınız mı?
Örnek olmak açısından bu projeyi çok olumlu buldum. 12 saattir setteyim ve mutluyum. Bugün sete konuk oyuncu olarak Metin Tekin geldi. Pascal Nouma’yı, Güvenç Kurtar ağabeyimizi burada misafir ettik. Eksiklerimiz elbette vardır ama biz “mış” yapmıyoruz. 

Beşiktaş’ı canlı olarak izlediğiniz ilk günü hatırlıyor musunuz?
İlk gittiğim maçta dayak yemekten son anda kurtulmuştum. Emniyet güçleri Beşiktaşlı bir arkadaşımızı dövmüştü. Arkadaşımız da dayak yedikten sonra yanımıza gelip, “Şahit var mı?” demişti. Ben de o zaman daha lise öğrencisiyim. “Ben varım!” dedim. Polisler tam beni alıp götürecekken yanımda oturan yaşlı bir amca “Yok yok şahit değil, o benim yanımda oturuyor” dedi. Böylece kurtuldum.

FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Yekta Kurtuluş


HER MEVKİNİN ADAMI

Transfer mevsiminde adı neredeyse her büyük takımla anıldı ama o kulübünde kaldı. Futbola kalede başladı; bütün mevkileri dolaşıp yerini buldu. Sahadaki sakinliğiyle tanınan Yekta’yı heyecanlandıran tek şey, bu röportaj! 

Kasımpaşaspor’daki ilk sezonunda küme düştünüz. Büyük beklentilerle buraya gelmişken bu durum sende nasıl bir etki yarattı?
Kendimi berbat hissettim. Yerimden dakikalarca kalkamadım. Bir senenin emeğinin boşa gittiğini düşündüm. Sokaklarda cam çerçeve kırıp futbol oynarken bile Süper Lig’i hayal eden ben bir daha Süper Lig’de oynayamamaktan korktum.

Ertesi sezon yeniden Süper Lig oyuncusu oldun… Yıpranmış takımı onarmak bir yılda nasıl mümkün oldu?
Düştüğümüz maçtan sonra soyunma odasına gittiğimizde yeniden Süper Lig’e çıkmak için birbirimize söz vermiştik. Düşen takıma bazı takviyeler yapıldı. Birbirimizi iyi tanıyor ve bütün kaygılarımızı çok iyi anlıyorduk. Bank Asya 1. Lig’de çok kötü gittiğimiz zamanlarda bile gülebiliyorduk. Yeniden Süper Lig’e çıkacağımıza inanmıştık.

Sahada gezmek futbolcu için daha mı kârlı? Senin sahada gezmediğin yer kalmamış…
Şu anda sahanın her yerinde kimin ne yaptığını görebiliyorum. Demek ki her hoca bende farklı bir şey görmüş. Futbola başladığımda koşmayı sevmiyordum ve kiloluydum. Bu yüzden kalecilikle başladım. İzmirspor’da uzun süre kalecilik yaptım. Bir gün idmanda maç yaparken canım sıkıldı. Topu alıp karşı kaleye kadar sürdüm ve güzel bir gol attım. Kaleden çıkış o çıkış. Orta sahada, sağ bekte, santrforda oynadım. Hâlâ her sene başka bir yerde oynuyorum.

Futboldaki ve gündemdeki gelişmeleri nasıl takip edersin?
Genelde interneti kullanırım. Hemen her gün futbol federasyonunun internet sayfasındaki haberleri okurum. Yılmaz Özdil’in hiçbir yazısını kaçırmam. Son dönemde bloglar popüler; benim de çok hoşuma gidiyor. Her konudaki tartışmaları takip ediyorum. Yaşadığımız ülkelerde belli sorunlar var ve bunlara yabancı kalmak mümkün değil. Kaldı ki benim annem ve babam gazeteci. Annem Güneş Gazetesi’nin eski köşe yazarlarından, babamın Marmaris’te gazete bayii var.

Sen de annen ve baban gibi gazeteci olmayı düşünmedin mi?
Ege Üniversitesi Spor Akademisi’nde hâlâ öğrenciyim ama her yıl devamsızlıktan kalıyorum! Artık devamsızlıktan dolayı hiçbir öğrenci okuldan atılmadığı için rahatım. Futbolu bıraktığımda eğitimimi tamamlayıp öğretim görevlisi olarak üniversitede kalmak istiyorum.

Onayladığımdan söylemiyorum ama neden sen de herkes gibi antrenör ya da yorumcu olmayı neden düşünmüyorsun?
Türkiye’de elini sallasan antrenöre çarpıyor! Türkiye’de antrenörlük yapmak çok zor. Ali Sami Yen, Şükrü Saraçoğlu tribünlerinde binlerce antrenör var. Bütün kahvehaneler antrenör dolu. Bana bu alanda ihtiyaç yok ama Türkiye’nin bilim adamına her zaman ihtiyacı var.

Hayatın boyunca en çok neyin olması için dua ettin?
Şu an bulunduğum yer. Şimdi de milli takım forması giymek için dua ediyorum.

Birçok kulüp taraftarı senin peşinde. Bütün taraftarlar senin kendi kulüplerine daha yakın olduğunu iddia ediyor. Tartışma sayfalarında senin adının olduğu başlıkların altı hemen doluyor. Sana ulaşan taraftarlar oluyor mu?
Facebook’tan sıkça bu tarz mesajlar alıyorum. Yolda yürürken de yanıma gelip bu konuları açanlar oluyor. Çünkü bir ara gazeteler beni her kulübe transfer etti. Bir gün yolda adamın biri önümü kesip “Sen kulüplerle dansöz gibi oynuyorsun” demişti. Ben hiçbiriyle de görüşmedim aslında. Gazetenin bir tanesi “Yekta Kurtuluş abisi Gökhan Kurtuluş aracılığıyla Fenerbahçe Kulübü’ne 1 milyon euroluk imza attı” yazdı. Benim abim yok! Sülalemde Gökhan adında kimse yok! 

İkinci ligde, birinci ligde ve Süper Lig’de futbol oynadın. Bu liglerin kendilerine göre zorlukları ve kolaylıkları neler?
İkinci ligde çok yetenekli oyuncu yok ve insanlar bunu güçle kapatmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda futbol oynamak hiç kolay değil. Kademe kademe çıktığımdan Süper Lig’in hepsinden kolay olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ikinci ve birinci ligde acı eşiğim yükseldi (gülüyor). Artık acı hissetmiyorum.

İstanbul’da, üç tane büyük kulübün taraftarının kuşattığı bir şehirde olmasının Kasımpaşaspor’u arafta bıraktığını düşünüyor musun?
Futbolseverin gözü İstanbul’da ve bizim maçlarımız genelde büyüklerin maçlarından önce oluyor. Büyük kulübün maçına gitmeden önce bizim maçımıza gelenler de çok oluyor. Son iki yılda taraftarımızda gözle görülür bir değişim var. Az sayıda ama kaliteli bir topluluğa hitap ediyoruz.

Sen İstanbul’daki büyük takımların maçlarına gidiyor musun?
Gittiğimde kalabalık bir arkadaş grubuyla görünmeyeceğim, dikkat çekmeyeceğim bir yerde izlemeyi tercih ediyorum. Çünkü hemen yakıştırma yapılıyor. Özellikle derbilere gidiyorum ama çok da rahat edemediğimi söylemem gerek.

Sahadaki sakinliğin hayatının her alanı için geçerli mi? Taraftarlardan bu konuda tepkiler alıyor musun?
Ben sahada heyecanlanmam. Bu röportajı yaparken Fenerbahçe, Galatasaray maçlarından daha heyecanlıyım. Hatta Diyarbakır maçlarında taş yediğimde bile bu kadar heyecanlanmadım! Galatasaray maçında attığım bir gole sevinmediğim için eleştiri almıştım. Maçın sonu 4-1’di. Ben o gole sevinsem ne olacak? Hatta o golden sonra Galatasaraylı olduğumu iddia edenler bile olmuştu. Oysa ben Göztepe taraftarıyım. İzmir’de yaşarken Göztepe’nin deplasman maçlarını dahi kaçırmazdım. İstanbul’daki Fenerbahçe – Galatasaray çekişmesi Karşıyaka – Göztepe çekişmesinin yanında sönük kalır.

Futbol dışında keyif aldığın başka uğraşların var mı?
Babam arabalardan anlar. Benim de araba merakım oradan geliyor. Babamla birlikte en büyük keyfim araba tamir etmek. Evlenmeden önce hız yapmayı da severdim ama artık eşim fren vazifesi görüyor. Beyoğlu’nda, Jolly Joker Balans’ta Kolpa diye bir grup var. Onları izlerken her şeyi unutuyorum. Duman konserleri de benim için vazgeçilmezlerden biri.


YEKTA’YI BİR DE ONLARDAN DİNLEYİN
Yekta kendini 442’ye anlattı. Ne kadar doğru söyleyip söylemediğini anlamak için onu kendisini çok iyi tanıyanlara sorduk!

İsmail Hamarat – İzmirspor’da Onu Keşfeden Hocası
Yekta’yı ilk gördüğümde oyunundan çok etkilendim. Küçük yaşına rağmen tekniği, sürati ve zekâsı üst düzeydeydi. Ne istersem kolayca kavradığından onu her mevkide  denedik. Yekta’ya bir yer belirlemekte çok zorlandım çünkü nereye koysam orada iyiydi. Kendi yaş grubu ona yeterli gelmeyince kendisinden 4–5 yaş büyük oyuncularla oynatmaya başladım. Onların arasında da kendisini kanıtladı. Kaybetmeyi o zaman da sevmezdi. Umarım hep kazanacak ve daha iyi yerlerde olacak.

Tayfun Taşkıran – Kasımpaşaspor Tribün lideri
Bu sezon takımda daha çok sorumluluk alıyor. Takımımız gençleşti ve Yekta genç yaşına rağmen ağabey olmak durumunda kaldı. Geçen yıl savaşçımızdı. Bu yıl hem savaşçı hem lider. Bunu kaldıracağına inanıyorum. Sahada sakin duruşu bana güven veriyor.

Alper Akpak –Kasımpaşaspor Taraftarı
Yekta, Şahin ile birlikte takımımızın omurgası. Geleceğin yıldız adaylarından bir tanesi. Sürpriz pasların adamı. Asla bencillik yapmaz. Deniz kenarında büyüyen çocuklar sakin olur. Yekta’nın sakinliği de İzmirli olmasından.

 FourFourTwo Dergisi Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Billy Mehmet


ANKARA’DA BİR İRLANDALI

Defoe, Ferdinand, Cole ve Lampard ile ilk futbol heyecanlarını paylaşmak çok güzeldi”


Nasıl Colin Kazım Richards ismi sayesinde dünyada tekse, aynı şey Gençlerbirliği’nin yeni transferi için de söylenebilir! Yine de İrlandalı, Türkiye’ye çok kısa zamanda uyum sağlayacak görünüyor. Arabasının bagajına mangalı attığı gün her şey tamam olacak!

Baban Türk, annen İrlandalı. Görünüşünle seni Ankaralılardan ayırmak mümkün değil ama tek kelime Türkçe bilmiyorsun. Bu sokakta başına hiç iş açtı mı?
Babam beş yaşındayken Kuzey Kıbrıs’tan İrlanda’ya gelmiş. Annem Türkçe bilmiyor. Ailemde hiç Türkçe konuşulmadığı için İngilizceden başka dil öğrenemedim. İrlanda’da Türk kökenli akrabalarımla görüşmelerimizi hiç aksatmadık ama hep İngilizce konuştuk. Ankara sokaklarında kimse yabancı olduğumu anlamıyor. Ben de zorda kalmadıkça konuşmuyorum, eğlenceli oluyor.

Akrabalarınla İrlanda’da da Türk kültürünü yaşattınız mı?
Babam ve babaannem pişire pişire anneme Türk yemeklerini öğretti. İrlandalı olmasına rağmen benim annem de Türk kadınları kadar yemek yapabiliyor. Hatta çok sevdiğim için baklava bile yapıyor. Baklavaya bayılıyorum ve burada kendimi frenleyemiyorum. O yüzden bu aralar kendimi meyveye verdim.

Ailenle birlikte hangi bayramları kutluyorsunuz? Annen Hıristiyan, baban Müslüman. Çok renkli bir ailen olmalı…
Anne ve baba tarafından akrabalarım birbirlerine saygıda asla kusur etmezler. Herkesin özel ve kutsal günleri itinayla kutlanır. Bu yüzden benim için bayramın biri bitmeden diğeri başlıyor.

Kurban kesiyor musun? El öpüp, para alıyor musun?
Kurban kesildiğine hiç şahit olmadım, olmak da istemem. Köfte benim vazgeçilmez yemeğim. Kurbanın kanını alnıma sürerlerse bir daha et yemem. Bayramlarda el öpmeyi biliyorum. Babaannemin ve dedemin bayram hediyeleri güzeldir.

West Ham altyapısında uzun süre oynayıp kaptanlık yapmışsın. West Ham yolunu nasıl açtın?
Beckenham Town takımında oynarken West Ham scout’ları uzun süre beni izlemiş. Beğenince antrenmanlarına çağırdılar ve bırakmadılar. West Ham’ın 19 yaş altı birçok kademesinde bulundum. Elbette üzerine koymalıyım ama orada öğrendiklerim bana ömür boyu yetecek kadar çok. Jermain Defoe, Glen Johnson, Joe Cole, Rio Ferdinand, Frank Lampard, Paolo Di Canio benim o günlerden arkadaşlarım. Onlarla ilk heyecanları yaşamak benim için hoş bir ayrıcalık. Gerek rakip olarak, gerek aynı takımda birbirimizden çok şey öğrendik. Joe Cole’un neler yapabileceğini çocukluk döneminde bile anlamak çok kolaydı. Paolo Di Canio’nun bana yaptığı büyüklükleri asla inkâr edemem. Özel hayatımda da sahada da onun söylediklerini her an hatırlarım.

Uzun idmanlarda, kamplarda şakalar olmazsa olmazlardandır. Unutamadığın şakalar var mı?
Evet, doğru söylüyorsun ama bizim yaptığımız şakaların hiçbiri anlatılacak türden değil. Anlatırsam bu röportajı okuyanların arkadaşlarımdan da benden de soğumasını istemem (gülüyor).

Ankara’ya geldiğinde seni şaşırtan bir şey oldu mu?
Ankara çılgın araç sürücüleriyle dolu! Burada son altı haftada gördüğüm trafik kazasını İngiltere’de ömrüm boyunca görmedim. Hatta bu kadar kısa zamanda bir kaza da benim başıma geldi. Bir gün takım arkadaşım Michael Stewart’la kulüpten çıkarken hızla gelen bir araç sinek gibi arabamıza yapıştı. Biz kazanın şokuyla arabadan inmiş bulunduk. Bize çarpan arabanın sürücüsü üzerimize yürüdü. Adam Michael’la ikimizin toplamı kadar iriydi. Türkçe küfürleri bilmiyorum ama bize çok çeşitli küfürler ettiğine eminim. Şimdi bir kaza yapsam, mecbur kalmadıkça arabamın kapısını açmam. Çünkü o adamı henüz unutamadım (gülüyor). Bir de Ankara’nın her yeşil alanında görebileceğin mangalcılara çok özeniyorum. Başta garip gelmişti ama güzel keyif. Ben de arabamın bagajına ilk fırsatta bir mangal atmalıyım. 

Eski takımın St Mirren’ı kupa finaline taşıyan golü sen atmıştın. Kariyerindeki en önemli gol bu muydu?
Golü penaltıdan atmıştım ve hayatımın en gergin birkaç dakikasını yaşadım. Çünkü golü atmak ve kaçırmak arasındaki ince çizgi çok keskindi. Kaleciyi terse yatırdığımı görünce anlık bir rahatlama yaşadım ama maçın bitimine daha 30 dakika vardı. O dakikalar bitmek bilmedi ama sonucu her şeye değerdi. Geçen sene Michael Stewart’ın takımı Hearts’a attığım golle takımımı yine finale taşıdım. Finalde Rangers’a 1–0 yenilmiştik.  İki sezon önce yine bir golle takımımı kümede tutmayı başarmıştım.

Seni hayatta en çok korkutan şey ne?
Söylerken tüylerim diken diken oluyor ama ceset görürsem kaçacak delik ararım. Annem bana kilisedeki tören esnasında kaybettiğim teyzemi öptürmüştü. Çok küçüktüm ve ölen insanların soğuk olduğunu bilmiyordum. Daha fazla anlatmayayım!

Bunu unutman için senden bir hayal kurmanı isteyeyim o zaman. Hesabını bilmediğin kadar paran olsa ne alırdın?
Aileme büyük bir ev, kendime de devasa bir yat alırdım. İçini sevdiğim insanlarla doldurup, dünyayı gezerdim.  

İrlanda Ümit Milli Takımı’nda forma giydin ama A takıma yükselemedin. Türkiye’de başarılı olursan Türk Milli Takımı’nı tercih eder misin?
Genç milli takımda her şey yolunda giderken bir anda takım kadrosunda yer bulamamaya başladım. “Sana ihtiyacımız kalmadı” dedikleri gün yıkımımdı. O günden beri milli takımlarla ilgili hiçbir şey düşünmek istemiyorum.

2010 Dünya Kupası elemelerinde Henry’nin elini görünce ne hissettin?
Bir şey hissetmedim. Belki de futbolcu olduğumdan Henry’nin heyecanını anlamaya çalıştım.

Küçükken idollerin arasında Türk var mıydı?
Babam koyu bir Galatasaray taraftarıdır ve Türkiye’de oynanan maçları kaçırmaz. Hakan Şükür’ü her zaman örnek aldığım isim olmuştur.  

“Bana küfür etseler de tabii ki Celtic!”

Celtic mi, Rangers mı?
Sorduğun en kolay soru bu. Tabii ki Celtic! Büyüleyici bir taraftara ve stada sahip. Benim evim statlarına yakın olduğundan oynanan her maçın sesini duyabiliyordum. Celtic çılgın insanların altında toplandığı bir çatı. Celtic takımına karşı oynadığımda taraftarın baskısından çekindiğimi itiraf etmeliyim çünkü onlara karşı oynadığım ilk maçta bir gol atmıştım. 90 dakika bana küfür ettiler!

FourFourTwo Dergisi Eylül 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Sarp Apak & İbrahim Kendirci


Onlar sadece setlerde değil, İnönü kapalısında da arkadaşlar. Her ikisi de önce futbolu, sonra Beşiktaş’ı seviyor, takımları gol attığında ne yapacaklarını bilemiyor. Kavak Yelleri dizisinin iki delikanlısı futbol aşklarını anlatıyor

Futbolla ve Beşiktaş’la aşkınız ne zaman başladı?
İbrahim: Antalya’da amatör bir takımlarda yıllarca sağ açık oynadım ve o zamanlar gözüm ne okulu ne de oyunculuğu görüyordu. Tek hayalim futbolcu olmaktı. Futbolcu olamadım ama bir yardım maçında Hakan Şükür’le birlikte oynamışlığım bile var. Kendimi bunlarla avutuyorum (gülüyor).
Sarp: Kendimi bildim bileli golcüydüm. Mahalle maçları yapa yapa perişan olurdum ama hiç bıkmaz bir dondurmasına her şartta bir maç daha yapardım. Hatta mahalle takımlarının birinden diğerine yine bir dondurmaya transfer olmuştum. Tekmelik bulamazdık, antrenörümüz bize mukavvalardan tekmelik yapardı. Bir defasında bir pozisyonda üç kişinin sakatlandığını görmüştüm çünkü top neredeyse bütün futbolcular oradaydı. Toprak sahalarda yağmur yağdığında nerede çukur, nerede taş olduğunu göremezdik. Çamura bulanmayan bir gözlerimiz kalırdı. O oyundan aldığım keyfi hiçbir zaman bulamadım. Bursaspor’un seçmelerine gitmiştim. O dönem herkesin gözü Nejat Biyediç’li Bursaspor’un üzerindeydi. Böyle olunca seçmelere katılanlar da çok olmuştu. Beni daha düz koşuda kolumda saat olduğu için kovmuşlardı. O günden beri saat takmıyorum (gülüyor). Futbolcu olamadım ama gözümü yeşil sahadan da ayırmadım, yerel kanallardaki halı saha turnuvalarını bile izlerim.

Beşiktaşlılar için bu sezon oldukça heyecanlı geçecek gibi. Siz de transferleri karşılamaya gittiniz mi?
İbrahim: Eğer çekimimiz olmasaydı biz de Guti’nin konvoyunda korna çalmak istiyorduk. Karşılamaya gidemedik ama geç kalırsak bulamayız diye düşünerek aynı gün kombinelerimizi aldık. Getirilen isimlere hâlâ inanamıyorum. Schuster bence üç maç üst üste kaybetmez. Uzun zamandır “Bu maçı da kesin alırız” demeye, farklı galibiyetler almaya hasret kaldık.
Sarp: Guti benim sadece Beşiktaş’a değil, Türkiye sınırlarında hangi takıma gelirse gelsin koşa koşa izlemeye gideceğim bir adamdı. Beşiktaş’ta yıllarca da oynasa her maç aynı heyecanı duyacağıma eminim. O Beşiktaş’ın yaptığı gelmiş geçmiş en büyük transfer. Bizim bir Alex’imiz, bir Hagi’miz olmadı. Tek dileğim bizde de ekol yaratacak bir yabancıydı. Umarım bu Guti olacak.

Sarp, Avrupa Yakası dizisindeki Tanrıverdi karakteri için başka bir takım düşünülemezdi ama senaryoyu yazdıran sen miydin?
Gülse Birsel’in beni Fenerbahçeli yazacağını duyunca sete Beşiktaş formasıyla gitmeye başladım ve Beşiktaşlı olduğumu gözüne soka soka senaryoyu düzelttim. Bazen çekim esnasında da eklediğim şeyler oluyordu. Dizi devam ederken bir gün özel bir kargo aldım. Ali Gültiken bütün takıma forma imzalatıp göndermiş. “Beşiktaşlılık duruşunu böyle popüler bir dizide çekinmeden gösterdiğin için seninle gurur duyuyorum. Beni aşağıdaki numaradan istediğin zaman arayabilirsin” yazmış. Kredimi doğru zamanda kullanmak için beş ay Ali ağabeyi teşekkür etmek dışında aramadım. En sonunda bilet bulamadığım bir maç için aradım. “Ağabey ben Sarp” dedim. “Sen kimsin ya!” diye başlayıp bana bir fırça attı. Şok oldum! Sonra televizyonu bir açtım. “Ali Gültiken kovuldu!” yazıyor. Daha sonra karşılaştığımızda “Oğlum başka gün bulamadın mı?” dedi. Şimdi arayı düzelttik.

Sizin için en unutulmaz Beşiktaş maçı hangisiydi?
İbrahim: Pancu’nun kaleye geçtiği maçı asla unutamam. Kadıköy’de arkadaşlarımla bir evde kalıyordum ve maça gidememiştim. Stattan gelen sesleri duydukça coşuyorduk. Maç bittiğinde hepimiz çıldırmıştık. Elimi tavana nasıl vurup incittim bilmiyorum.
Sarp: O maçı beni Beşiktaşlı yapan dayımla birlikte izlemiştim. İlk yarı bittiğinde bir büyük rakının dibini görmüştük ama o kadar heyecanlıydık ki hiç içmemiş gibiydik. Dördüncü golden sonra yumak olup yerlerde yuvarlanmamızdan başka bir şey hatırlamıyorum. Bir de 2005–06 sezonunda, İnönü’de Anelka attı 1–0 oldu. 84. dakikada Kleberson mükemmel bir gol attı. Tam gole sevinmek için ağzımızı açmıştık ki Tuncay da bir tane atmaz mı! Olamaz böyle bir şey! O maçta Anelka golü o kadar erken atmıştı ki bence sayılmamalıydı (gülüyor). İşte o golleri hâlâ hazmedemedim. Fenerbahçe, Galatasaray’ı her halükarda yendiği için artık tadı kalmamıştır ama Beşiktaş’la ne olacağı hiçbir zaman belli değil.

Beşiktaşlılık sizin için ne ifade ediyor?
Sarp: Türkiye’nin en sabırlı taraftarının Beşiktaş taraftarı olduğunu düşünüyorum. Kendini büyük gören kulüplerin dibi görmeleri çok daha kolay oluyor. Özellikle Fenerbahçeliler mağlubiyetlerden sonra “Neden yenildik?” diye sormak yerine “Biz nasıl yeniliriz?” dedikleri için acıları daha büyük oluyor.
İbrahim: Biz galip takımı alkışlayabilen insanların oluşturduğu bir topluluğuz. Bu yüzden Fenerbahçeli ve Galatasaraylılardan nefret etmiyoruz. Avrupa maçlarında delicesine Türk takımlarını desteklerim.

Beşiktaş için üç şeyi değiştirme şansınız olsaydı bunlar ne olurdu?
İbrahim: Stadın dokusunu koruyarak yenilemek isterdim. Ayda bir gün futbolculara formalar imzalatıp gelirini hayır kurumlarına bağışlardım.
Sarp: İbrahim Üzülmez’den bir DNA örneği alıp korumak isterdim. Serdar Özkan gönderildiği için çok mutluyum. Belki beklentilerimiz büyük olduğundan bizi büyük hayal kırıklığına uğrattı. Darısı Nobre’nin başına! Zaten bir sezon daha kalırsa kanser olacağım kesin.

Bu sezon nasıl bir Süper Lig izlemeyi hayal ediyorsunuz?
İbrahim: Bursa’nın şampiyonluğuyla birlikte Anadolu kulüpleri kendilerine daha da güvenir oldu. Gaziantep bizi yendiğinde “Aman be, onlara da yenilinir mi?” demiyoruz artık. Bu sezon Süper Lig tadından yenmez! Geçen yıl da hem Anadolu’dan bir şampiyon çıktığını görerek, hem de Barcelona ve Messi’yi izleyerek tarihe tanıklık ettik. Bu sezon da unutulmaz olacak.
Sarp: Ben Beşiktaş’ın ilk defa iki oyuncuyla defans yaptığını görüyorum. Schuster’den önce kalenin önüne beş kişi dizilirdi. Bu ne korkudur yahu! Transferler müthiş ama benim istediğim sezonluk bir başarı değil, yeni bir kuşak. Gerekirse birkaç yıl daha şampiyon olamayalım ama oyundan zevk alalım. Artık 2-0’dan maç kaybetmeyelim. Ben Beşiktaş’ın efendi bir takım olmasını istiyorum ama basiretsiz ve ezik olmasını istemiyorum.

 FourFourTwo Dergisi Eylül 2010 sayısında yayımlanmıştır...

Hürriyet Gücer


Sahada değil babasını, kendisini bile tanımaz. Ayağından kramponunu alın, yine de topun peşinden koşmadan duramaz. Onunla maç yapmak istiyorsanız önüne bir top atmanız yeterlidir. Ancak iyi düşünün!

Ankaraspor’da birlikte çalıştığınız zamanlarda Aykut Kocaman sana çok güveniyordu ve adrese teslim paslarını sürekli övüyordu...
Aykut hocanın bende çok büyük emeği var. Daha önce önlibero oynadığımda topu oyuna sokmakta sıkıntı çekiyordum. Aykut hocamın bana bu konuda önemli katkıları oldu. Onun verdiği öğütlerle kendimi her gün biraz daha geliştirdim. Oynadığım maçların görüntülerini dakika dakika izleyip yaptığım pas hatalarını incelemeye başladım. Kendime tepeden bakmayı öğrendikçe hatalarım azalmaya başladı.

Seni sahada hep hırçın gördüğüm için röportaja başlayana kadar senden çok çekindiğimi itiraf etmeliyim. Bunu söyleyen ilk kişi ben değilimdir herhalde. Sahada sana ne oluyor Hürriyet?
Hayatım boyunca kaybetmeyi hiç sevmedim. Bir şeyi istiyorsam onu elde etmek için elimden geleni yaptım. Yenilgiyi kabullenemediğim için de hırsımın esiri oluyorum. Sahada hep daha fazlasını yapmaya çalışırken etrafımdakileri korkutuyorum. Hatta yapabileceklerimden kendim de korkuyorum. Maçlardan sonra yaptıklarıma bakıp “Bu ben miyim?” diye kendime soruyorum. Eskiden hakemlere daha fazla itiraz ederdim. Onca yıldır hiçbir sonucu değiştiremediğimi görünce susmaya karar verdim (gülüyor). Yıllardır Süper Lig’de oynuyorum. Bir tane kırmızı kart görmedim. Yüz ifademden midir bilemiyorum ama sahada selam versem borçlu çıkıyorum. Mesela artık Cüneyt Çakır’a iki üç metreden fazla yaklaşmıyorum!

Kendinin de farkındasın yani?
Mehmet Topuz, Kayserispor’da oynarken bir mücadelemizde yerde kaldı. Elimi uzattım. “Ya sen de bana vuruyorsun!” dedi. “İyi sen de bana vur!” dedim. Benim de her tarafım yara bere içinde sadece kafamda 45 tane dikiş var! Futbol oynarken acı hissetmediğimden belki bu kadar sertim. Bilerek ve isteyerek kimseye zarar vermedim. Hiçbir rakibimi sakatlamadım. Yoksa vicdanım beni rahat bırakmazdı.


Futbolcuların çok büyük bir kısmı futboldan maddi manevi tatmin olup, başka işleri boşluyor. Sense futbol oynarken üniversite bitirdin…
Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi bölümünü bitirdim. Şimdi master yapmak için çalışıyorum. Okumayı bırakmak bana hayattan kopmak gibi geliyor. Sekizde sınava gidip, dokuzda antrenmana yetişmek için delicesine koştuğum günleri saymadım ama hepsine değdiğini düşünüyorum. Futbolculuğuma noktayı koyduktan sonra antrenör ya da menajer olarak çalışmaya devam etmek istiyorum. Master programımda da bu yönde bilgi birikimi sağlamak için çalışacağım. Her şeyin kuru kuruya sahada öğrenilmediğini öğrendim.

Maçlardan önce rakiplerin için plan yapar mısın?
Gözüme kestirdiğim adamı mutlaka yakın markaja alırım. Her maçını durdurarak ileri geri sardırarak izlerim. Her oyuncunun özelliğini artık biliyorum. Alex’in ayağıyla top buluşursa şansın çok az ama top önündeyse koşamaz. Alex çok değişik bir futbolcu. Oyunda yokmuş gibi görünüp, bir anda sizi dumura uğratabiliyor. Bir karşılaşmamızda sol ayağının kuvvetli olduğunu bildiğimden solunu kapattım. Sağ ayağıyla harika bir gol attı!

Her seferinde canından bezdiriyorsun ama adamı…
Fenerbahçe’den arkadaşlarımla Semih ve Uğur Boral’la konuşunca çok gülüyorum. Onlara şakayla karışık beni şikâyet ediyormuş (gülüyor). Lincoln’ü, Yattara’yı da çözmüştüm. Şimdi sıra Guti’de! Maçlarını izlemeye şimdiden başladım.  

Ankaraspor’dan Ankaragücü’ne geldiğinde kendini kargaşanın içinde buldun ama ilk haftalarda kaptanlık pazı bandını takmayı başardın…
Ankaraspor’da 17 yıl boyunca oynadım ve son dört yılımda da kaptanlık yaptım. Ankaragücü’ne geldiğimde takımın kaptanı Ceyhun ağabeydi. Bana da ikinci kaptanlığı verdiler. Ceyhun ağabey kırmızı kart gördüğü için takımla çıktığım ilk maçta takım kaptanı oldum.100 yıllık bir kulüpte kaptan olmak benim için büyük gurur.

Diğer takımlardan gelen teklifleri neden ısrarla reddediyorsun?
Ben bu güne kadar Ankara’dan ve ailemden hiç ayrı kalmadım. Ankaraspor’dayken büyük takımlardan gelen teklifleri reddetmemin tek sebebi de buydu. Ankaragücü’ne imza atmadan önce çok daha fazla kazanacağım teklifler aldım ve yine reddettim. Pişman değilim. Mutluyum. Her şey para demek değil.

Ankaraspor taraftar konusunda sıkıntı yaşayan bir takımdı. Ankaragücü’ne geldiğinde taraftarı görünce ilk tepkin ne oldu?
Ankaraspor’da 300–400 kişilik bir taraftar vardı. Kendi sahamızda oynadığımız ilk maçımda ayaklarım yere basmıyordu. Gol gelmeyince taraftar bize “Oynasana lan!” diye bağırmaya başladı. Korkmuştum. Ankaraspor’dan gelen bütün futbolcular birbirine bakakaldı. Galatasaray’ı 3–0 yendiğimiz maçtan sonra futbolcu olduğumu anladım. Kemikleşmiş taraftarı olan bir kulüpte oynamak bambaşka bir şeymiş. 100 yıldır şampiyonluk beklediklerinden ne söyleseler haklılar.

Futbolla ilgili en güzel anların hangileri?
Bir gün koşarak okulda sınava giderken çocuklar önümü kesip “Sen Hürriyet ağabey misin?” dedi. “Maç yapalım” diye etrafımı sardılar. Söz verip ellerinden kurtuldum. Sınavım bitene kadar yedi kişi olmuşlar. Yanıma verdikleri çömezlerle beni 10–9 yendiler. Betonda beni mahvettiler. Her tarafımı çürük içinde bıraktılar. Bir de “Ağabey sana bir şey olmaz!” diyor keratalar. Onlar bile mimlemiş beni! Bir de geçen sezon 3–0 önde olduğumuz Eskişehirspor maçında kramponumun teki ayağımdan çıkmıştı. Topa girmem gerekiyordu ve sekerek 50 metre koşmuştum. Bu düşünülerek yapılmış bir şey değildi. Maçtan sonra kendimi izlediğimde yaptığım “Hep böyle kalmalıyım” dedim.

“Futbol tek sığınağım. Lisedeyken ya simit ya da bilet alacak param vardı!”

Profesyonel oluncaya dek nasıl bir hayat yaşadın?
Babam Ankara’da belediye işçisiydi. Lisansımı elime alıncaya kadar çok yoksulluk çektim. Okula giderken cebimdeki parayla ya simit alabiliyordum ya otobüs bileti. Her gün elime bir simit alıp kilometrelerce yol yürürdüm. Futbol benim tek sığınağımdı. Bir kere arkadaşlarımla harçlığımızı çıkartmak için karpuz taşımıştık. Patlattığım karpuzların parası yevmiyemden kesilince elime azıcık bir para kalmıştı. Yedi saatte, bir kamyon karpuzu boşalttık ama bitmiştik.

FourFourTwo Eylül 2010 sayısında yayımlanmıştır...  

Recep Niyaz



"Büyüdükçe küçülmem gerektiği benim için en anlamlı tavsiyedir"

Futbol yaşantın?
Futbola ayrı bir sevgim vardı. Babam İhsan Niyaz da eski bir futbolcuydu. Sağ açık mevkiinde oynuyormuş. Benim futbola olan isteğimi fark ettikten sonra ilgimi doğru şekilde yönlendirdi ve Denizli Belediyespor’da futbol oynamaya başladım. Oynadığım mevkii hiç değişmedi fakat milli takımda kimi zaman sol bek olarak da görev yaptım.

Güçlü yanların?
Topu iyi oyuna sokabiliyorum. Orta sahada oynamama rağmen fazla sayıda gol atabiliyorum. Bireysel özelliklerim ve top sürmem de iyidir.

Zayıf yönlerin?
Yeteri kadar kuvvetli değilim. Defansif açıdan çok eksiğim var. Genel olarak ikili mücadelelerde kuvvet açısından zayıf olduğumdan çoğu zaman rakiplerime yenik düşüyorum.

Küçüklük kahramanın?
Şu ana kadar kendime kahraman seçmedim. Koyu Fenerbahçeli olduğum için Tuncay Şanlı’yı çok beğenirim. Onun sahip olduğu hırs, Fenerbahçe’ye ayrı bir güç katıyordu.

Dinlediğin müzik?
Slow müzikler dinlemeyi seviyorum. Bu aralar en çok beğendiğim şarkı, Sertab Erener’in “Koparılan Çiçekler” adlı parçası.

TV’de neler izliyorsun?
Televizyonu açtığım zaman genelde spor kanallarını izlerim. Eskide dizi izlerdim ama artık izlemiyorum. Filmlerden bahsedersek, Jackie Chan’in çok büyük hayranıyım. Onun filmleri haricinde başka film izlemem.

5 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?
Avrupa’da büyük bir takımda forma görmek istiyorum. İngiltere ve İspanya ligleri bana çok sempatik geliyor. Arsenal veya Real Madrid’de oynamak isterim.

Seni keşfeden antrenör?
Beni ilk olarak babam keşfetti. Denizli Belediyespor’dan sonra Denizlispor’a geçtim oradan da Fenerbahçe’ye geldim.

Aldığın en anlamlı tavsiye?
Bütün hocalarımdan aynı tavsiyeyi alıyorum. Bu kadar fazla duyduğuma göre benim için hayırlı bir tavsiyedir. Büyüdükçe küçülmem gerektiği benim için en anlamlı tavsiyedir.

Futbolcu olmasaydın ne olmak isterdin?
Futbolcu olmasaydım başka bir şey yapamazdım gibime geliyor. Ders çalışmaya pek meyilli biri değilimdir.

Beğendiğin kadın?
Petek Dinçöz’ü çok beğenirim.

Lakabın var mı?
Milli takımda ve kulübümdeki arkadaşlarım beni Messi diye çağırıyor. Dünya çapında bir oyuncuya benzetilmek gurur verici.

FourFourTwo Ekim 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

İlyas Tüfekçi


KÜÇÜK DEV ADAM

“Küçükken Littbarski benim yedeğimdi! Oynamadığı için ağlardı!”


Kısacık boyuyla yaptığı büyük işlerle dönemin unutulmaz filmlerinden birinden lakabını aldı: Küçük Dev Adam. Fenerbahçe’yle Bordeaux zaferini, Galatasaray’la 14 yıllık suskunluğun bitişini yaşadı. Şimdi milli takım için dev işler yapıyor

Almanya’da futbola başlamanız ve Türklerin henüz kabullenilmediği bir dönemde kendinizi Almanlara kabul ettirmeniz nasıl oldu?
Almanya’da ilkokulda okurken spor hocamın dikkatini çekmiştim. Çünkü çam ağaçlarından dökülen kozalaklarla bile çok güzel goller atıyordum. Berlin’de 11 yaşımdayken amatör bir kulübün minik takımında oynamaya başladım. Çok zayıf ve çelimsiz olduğum için annem futbol oynamamı istemiyordu. Kısa zamanda takımın en iyi oyuncusu olunca Alman antrenörüm her pazar evimize gelip anneme yalvararak beni maçlara götürmeye başladı. Bu arada tek kelime Almanca bilmiyordum. Berlin adına Almanya 14 yaş şampiyonasına giden takıma seçildim. Daha sonra bütün dünyanın tanıdığı Pierre Littbarski o turnuvada benim yedeğimdi. Oynayamadığı için çok ağlamıştı. O yıllarda Almanya’da Türk düşmanlığı had safhadaydı. Stuttgartlılar artık beni benimsemişlerdi ama deplasmana gittiğimizde bütün rakip bana bağırıyordu. O zamanlar bir Türk olarak maç izlemek bile zordu çünkü “Türkler dışarı!” diye bağırıyorlardı.

Profesyonel futbolcu olduğunuzda neler oldu? Bundesliga’daki ilk maçınız nasıl geçti?
15 yaşımda Hertha Berlin genç takımında oynamaya başladım, 17 yaşımda profesyonel mukavele yaptım. Oyunumu bilmeyenler görüntüme bakıp “Bu fizikle Bundesliga’da oynayamaz” diyordu. Bunlardan biri de A takım teknik direktörüydü. Ben de sadece futbol oynamak istediğim için Stuttgart’a transfer oldum. O zaman Stuttgart’ta Andre Müller, Fosler, Alguer gibi yıldızlar vardı. İki sene orada oynadım ve takımın en fazla gol atan oyuncusu oldum. Başta takım arkadaşlarım bana “Küçük Türk” diyorlardı bana ve beni önemsemiyorlardı. Birkaç ay sonra hırsıma ve enerjime saygı duymaya başladılar. Golleri atmaya başlayınca da onlardan biri oldum. Bundesliga’da o dönem özellikle üst düzey fizikli kişiler tercih edilirdi. Ben onların yanında çok çelimsiz kalıyordum. Bundesliga’daki ilk maçım Dortmund – Stuttgart karşılaşmasıydı. 3–1 mağlup durumdaydık ve 10 kişi kalmıştık. Oyuna girdiğim ilk dakikada gol attım. Bir de asist yapınca beraberliği yakaladık. Dortmund’lu 60 bin seyirci ben oyuna girerken “Pis Türk” diye bağırıyordu. Dortmund Stadı, Almanya’nın ilk tel örgüsüz stadıydı. Maça çok tedirgin çıkmıştım. Isınırken tükürükleri üzerime geliyordu. Maç bittiğindeyse kimsenin gıkı çıkmıyordu.

Türkiye’ye gelişiniz nasıl gerçekleşmişti? Almanya’da kalmanızın futbol kariyeriniz açısından daha olumlu olacağını düşündüğünüz zamanlar oldu mu?
Ummadığım bir anda Ali Şen’den bir telefon aldım. Stuttgart’ta oynarken Galatasaray ve Fenerbahçe beni sürekli istiyorlardı ama Türkiye’ye gelmeyi pek düşünmüyordum. Kulübüm çok büyük paralar istiyordu ve Fenerbahçe beni rekor bir ücretle transfer etti. Pişman oldum diyemem ama çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Türkiye’ye geleli 20 sene oldu ama hâlâ çoğu şeyi benimseyemedim. Futbol anlayışımız ve futbol kültürümüz hâlâ çok yavan.

Almanya’dan Türkiye’ye transfer olduğunuzda nasıl bir futbol ortamıyla karşılaştınız?
Türkiye’ye geldiğimde futbolu umduğumdan çok daha geride buldum. Fenerbahçe gibi bir kulübe gelmeme rağmen tesislerin ve antrenman tekniklerinin sıfır olduğunu söyleyebilirim. Tek çim antrenman sahası Fenerbahçe’nindi ama genel anlamda durum beni tedirgin etmişti.

Oyuncular, teknik direktörler ve yöneticiler Almanya’ya göre ne durumdaydı? Mantaliteleri nasıldı?
Benim takım arkadaşlarımı yadırgadığımdan çok takım arkadaşlarım beni yadırgadı. Onlar antrenmanlardan sonra grup halinde hareket ediyorlardı ve benim özel antrenmanlarımla çok dalga geçiyorlardı. O dönem Türkiye’de kondisyonu en iyi olan oyuncu olmama rağmen özel antrenmanlar yapıyordum ama o zaman Türkiye’de hiçbir futbolcunun böyle bir derdi yoktu.

1980’li yıllarda sizin gibi Türkiye’ye gelen gurbetçi futbolcular (Erdal Keser, Uğur Tütüneker, Erhan Önal, Savaş Koç) Türk futboluna beraberlerinde neleri getirdiler?
Bugün Türk futbolunun patlama yapmasının en önemli etkenlerinden biri de gurbetçi futbolculardır. Çünkü bizimle birlikte Türk futboluna Avrupa kapısı açılmış oldu. Bugün Süper Lig’de ve 1. Lig’de Avrupa kökenli onlarca oyuncu var. Bu milli takımımız için de bir iyiye gidiş oldu. Spor kültürü ve kalite, gurbetçi futbolcularla birlikte yükseldi. Derwall’in Galatasaray’a gelmesiyle beraber gurbetçi futbolcular olarak aynı çatı altında toplandık ve başımızda bizi anlayan bir hoca vardı. Türk futbolunun değişimindeki temel taşlardan biri biz olduk. Fenerbahçe’deki yalnızlığımdan sadece birkaç sene sonra durum tam tersine döndü. Biz beş gurbetçi özel çalışmalar yaparken takımdaki diğer arkadaşlar da bize ayak uydurmak durumunda kaldı. Çalışırken yemek saatlerini bile unuttuğumuzdan Mustafa Denizli’nin “Yeter artık!” diyerek bizi defalarca sahadan kovaladığını bilirim.

Almanya’da dünya yıldızlarıyla aynı takımdaydınız. Onlarla neler yaşadınız?
Andre Müller hem dünya yıldızı hem de dünyanın en yakışıklı futbolcusuydu. Ben onunla oynamadan iki yıl önce fotoğraflarını koleksiyon yapıyordum. O zamanlar dünyanın en iyi stoperlerinden olan Forster de takım arkadaşımdı. 80’den fazla kez Almanya A milli oldu. Onlarla arkadaş olmak benim için gurur verici.

A milli takımımızda şu anda oynayan futbolcular arasında da gurbetçi futbolcular var. Onlarda ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?
Vuruşları, pasları ve duruşlarıyla bu oyuncular kendilerini belli ediyor. Almanya’da bize ayak içi tekniği için bir top verip onu saatlerce duvara vurdururlardı. Türkiye’de üst düzey kulüplerde bile maalesef teknik geliştirmenin topu sektirmek, saydırmak olduğu düşünülüyor. Teknik geliştirme topa istediğiniz gibi yön verme ve en yüksek tempoda kullanabilmektir. Teknik, rakiple mücadele ederken de tek başınayken de topa ve rakibine hükmetmektir.

Bugün hâlâ Türkiye’ye gelmekten çekinen gurbetçi futbolcular var. Onların çekincelerinde haklılık payının olduğunu düşünüyor musunuz?
Gurbetçi futbolcular gelmeden önce buradaki ortamı bizden çok daha iyi araştırıyorlar. Özellikle büyük kulüplerden birine gelenler kendilerini neyin beklediğini, kötü performans sergiledikleri ilk maçta ayaklar altına alınacaklarını, taraftarların Avrupa’dakiler kadar sabırlı olmadığını biliyorlar. Bu riski göze almamaları anlayışla karşılanabilir.

Şimdiki göreviniz Türkiye Futbol Federasyonu’nda A Milli Takım için futbolcu izlemek. İşinizi yaparken bir futbolcuya “Tamam” demeniz için ilk olarak ne yapması gerekiyor?
Futbolcunun sadece günü kurtarmak için takımda oynaması değil, uluslararası yeterliliğinin olmasıdır. Çünkü söz konusu olan A Milli Takım. Fiziki yeterlilik, çabukluk, oyun zekâsı futbolcunun bir hareketiyle kendisini gösterir. Oyuna adaptasyonu ve ikili mücadelede yaptıkları da çok önemli.

Dünya çapında oynayabilir dediğiniz oyuncuda ilk ne görüyorsunuz?
O kendisini belli eder zaten. Bu bir ışık gibidir. Bir hareketinden bir şey yakalarsınız. Değerlendirme yaparken kendi oynadığım dönemleri ve yıllardan beri izlediğim yıldız futbolcular üzerinden yola çıkıyorum.

Son dönemde izlediğiniz maçlarda bahsettiğiniz ışığı aldığınız isimler var mı?
Türkiye’de oynayan üstün yetenekli futbolcuların başında benim için Arda gelir. Arda’yı görmemek için kör olmak lazım. Yaşı da çok genç. Ben ondan çok ümitliyim. Emre Belözoğlu ve Kazım’ın da yetenekli olduğunu düşünüyorum. Emre’yi 14 yaşından beri tanıyorum. Ben 1994–95 sezonunda Zeytinburnu’nu çalıştırırken o genç takımında oynuyordu. 14 yaşındayken 18 yaşındaki futbolcularla baş ediyordu. O zamanda söylüyordum, şimdi de söylüyorum: Emre dünya yıldızı olabilecek kapasitede bir futbolcu. Çok genç yaşta UEFA Kupası şampiyonu olan takımda oynaması boşuna değil. Bursasporlu Sercan’ın inanılmaz bir patlama gücü var. Çok da sempatik bir oyuncu. Bu onun için büyük avantaj.

Almanya’daki yetenekli gurbetçileri de yakından izliyor musunuz?
Tabii ki. Serdar Taşçı’yı 18 yaşındayken Galatasaray’a getirmek için Adnan Sezgin’e söylemiştim. Olmadı. Şimdi Almanya Milli Takımı’nın oyuncusu.

Gurbetçi futbolcular arasından milli takıma çağırılan ilk isimlerden biriydiniz. Milli takımda neler yaşadınız?
Almanya Milli Takımı’na defalarca çağırılmama rağmen gitmedim. Bu günkü şartlar olsaydı ne yapardım bilmiyorum ama bana sürekli “Pis Türk” diyen insanlar için oynamak istemedim ve Dünya Kupası şampiyonu olan takımda oynamayı reddettim. Türkiye Milli Takımı’nda, dünyanın en zor liginde oynamama rağmen Avrupa standartlarına göre geri kalmış bir takımın oyuncusuydum. Milli takımımızın tarihi boyunca gol bile atamadığı Avusturya’ya ilk golü atmıştım ve maçı kazanmıştık. 1982 Dünya Kupası şampiyonu İtalya Milli Takımı’na attığım gol de benim için unutulmazdı. Alman efsane Lothar Matthaus ile Bundesliga’dan arkadaştım. Onunla centilmence baş edip maç sonunda forma değiştirmiştim.

1985–1986 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası 1. tur ilk maçında Bordeaux’yu elediğiniz günden aklınızda neler kaldı?
Hayatım boyunca oynadığım bütün maçlar o maçın yanında hikâye kalır! 90. dakikada üçüncü golü atarken topu ceza sahasından çıkarıp atağı başlatan benim, birkaç saniye içinde rakip ceza sahasına gidip asisti yapan da benim. Karşımızda Euro 1984 şampiyonu Fransa’da oynayan birçok yıldız oyuncu vardı. Tigana, Giresse ve diğerleri… Maç Fransa’daydı, biz otobüsle stada giderken bütün Fransızlar bize beş atacaklarını söylüyordu. Bizim takımsa 2-0’a razıydı. Maç sonunda skor 3-1’di. Taraftarlar da futbolcular da öyle bir şok yaşadılar ki bize tepki bile gösteremediler. Bugünün koşullarıyla değerlendirirseniz abarttığımı düşünebilirsiniz ama o şartlarda mucize bir skordu.

Fenerbahçe’den Galatasaray’a gidişiniz o dönemin büyük olaylarından biri olmuştu. Fenerbahçe’den bonservisinizi almak için epey mücadele etmişsiniz…
Fenerbahçe’de oynadığım dönemde orta saha oyuncusu olarak iki yıl üst üste takımın en fazla gol atan futbolcusu oldum. Şampiyonluk yolundaki emeğimi kimse inkâr edemez. Takımım bana verdiği sözleri yerine getirmemişti. Galatasaray’dan teklif almıştım ama Fenerbahçe gitmeme izin vermiyordu. Benim zor durumda kaldığımı bilen Schalke kulübü yetkilileri gelip beni takımlarına transfer eder gibi aldılar. Beni çok seviyorlardı çünkü zamanında Shalke formasının da hakkını vermiştim. Yoksa öyle bir işe girmezlerdi. Transferden sonra taraftarlardan ölüm tehditleri bile aldım. Şimdi bunları anlatırken gülebiliyorum ama o dönemi atlatmak hiç de kolay değildi. En yakınımdaki insanlardan bile bana küsenler olmuştu. Ezeli rekabetin ağırlığını tek başıma göğüsledim. Asıl ilginç olan o dönem dünyada olmayan gençlerin bile bugün benim için “hain” demeleri. Oysa hakkım yenilmeseydi Fenerbahçe için oynamaya seve seve devam ederdim.

Sizin teknik direktörü olduğunuz 2002–03 sezonunda son maçın son saniyesinde Süper Lig’den düşen Karabükspor şimdi yeniden Süper Lig’e çıktı. Karabüklüler şampiyonluk kupasını alırken bile o dramatik düşüşü anlatıyorlardı. Sizin için de unutmak kolay olmasa gerek…
Mümkün değil! Ben göreve başladığımda takım altı puanla ligin sonuncusuydu. Üzerimizdeki ilk takım 16 puandaydı. Ben transfer yapmadan devam ettim ve durumumuzu epey düzelttik. Üst üste maçları kazanınca herkes düşmeyeceğimize inanmıştı. O maçta ben herkesin kolayca söylediği bir deyimi deneyimledim: Kanımın çekildiğini hissettim. Çok hareketli bir insan olmama rağmen put gibi kaldığımı hatırlıyorum. Tam o günlerde dönemin başbakanı Tansu Çiller Kardemir’i kapatma kararı almıştı. Tüm şehrin tutunduğu tek dal Karabükspor’du. Ben de televizyon programlarına çıkıp onlara destek verdiğim için beni hiçbir zaman takımın düşüşünden sorumlu tutmadılar. Buna gerek de yoktu çünkü ben de en az onlar kadar ezilmiştim. Yediğimiz golle birlikte stattaki binlerce kişi donup kaldı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Futbolcular hakeme saldırdı. Ben cezalı olduğum için tribündeki kuleden maçı izliyordum. Oradan sahaya atlayıp oyuncularımı hakemden ayırmaya çalışıyordum. Yardımcı hakem bana ters bir şeyler söyleyince kan beynime sıçradı ve hiç yapmayacağım şeyleri yaptım. Ben ki futbol hayatım boyunca bir tane bile kırmızı kart görmemiştim! Mahkemede görüntüleri izleyince şok oldum ve bir yıl men cezası aldım. Karabükspor şu anda en sorunsuz takımlardan biri. Onlarla gurur duyuyorum.

“Küçük dev adam”ın futbol kariyeri boyunca unutamadığı anlar neler?
Ben Fenerbahçe’de oynarken takımda Repçiç adında Yugoslav bir arkadaşım vardı. Repçiç bir pozisyonda hakem Sadık Deda’ya itiraz ediyordu. Sadık Deda, Repçiç’e okkalı bir küfür etti ama Repçiç aynen derdini anlatıyor. Sadık Deda bir baktı ben de ordayım. Ellerini kaldırdı. Nasıl özür diliyor! Çok gülmüştük.

FourFourTwo Dergisi Temmuz 2010 sayısında yayımlanmıştır... 

Saffet Sancaklı


Oyuncusunu kaçıran uçak korsanlarını nasıl yola getirdi? Hangi teknik direktöre Türkçe küfürler öğretti? Nasıl milli binici oldu?

Futbol oynadığınız dönemde kampları en ağır geçen hocanız hangisiydi? Çalıştığınız birçok teknik adamdan hangisi aklınızda katı disipliniyle kaldı?
Galatasaray’a Souness geldiğinde ben fıtık ameliyatı olmuştum. Takımın en az on gün gerisinden gidiyordum. Souness ısrarla beni yetiştirmeye çalışıyordu ve yardımcısı yanımdan ayrılmıyordu. Kampta takım normal hazırlanırken ben günde üç idman yapıyordum. Sabah altıda kalkıp kilometrelerce koşuyorum, öğlen vakti içi kurşun dolu yelekle saatlerce yüzüp, litrelerce havuz suyu yutuyorum, akşam yine beni dağlara vuruyorlardı! Birkaç gün sonra yürüyemez hale gelmiştim. Ben de adam Türkçe bilmiyor diye “Nasılsın?” dedikçe Türkçe ana avrat küfür ediyordum. Rahatlamanın başka yolu yoktu! Alp Yalman o zaman kulüp başkanı, kampa ziyarete geldi. Başkan hocaya beni sordu. O da başladı beni methetmeye. “Adamı öldürüyorum, gıkı çıkmıyor” dedi. Gece gündüz beraber olduğumuzdan hocaya “Saffet sana Türkçe öğretsin” deyince o da benim küfürleri saymaya başlamasın mı! Başkan bana bakınca “Kusura bakma başkanım bu p.zevenkten başka türlü hıncımı alamıyorum” dedim. O turnuvanın sonunda Köln’deki turnuvada gol kralı olmuştum.

Futbolculuğunuzda teknik direktörlerinizden soyunma odasında duyduğunuz en garip taktik, istek hangisiydi?
Mustafa Denizli, istersen “Messi’yle nasıl baş edebilirim?” de “Ne Messi’si ya!” der. Kocaelispor’da Mustafa Denizli teknik direktörken bir cuma günü, ligin sonlarına doğru ondan üç günlük izin istedim. “Bu hafta Galatasaray’a gol atarsan gidersin” dedi. İlk yarı Galatasaray’ı 1–0 yeniyoruz ve hiç pozisyon vermiyoruz. Soyunma odasında attığım golü kutlarken Mustafa Hoca geldi. Her zamanki ağırlığıyla “Neyi kutluyorsunuz ulan, çıkın dört beş tane atın bunlara canımı sıkmayın!” diye bir bağırdı. Maç 4–0 bitti. Tatilin her günü için bir gol attım.

15 yıl profesyonel futbol oynayan birisi için aynı odayı paylaştığı arkadaşlarının sayısı hesaplanmaz ama kimlerle oda arkadaşlığı yaptınız? Unutulmaz bir anınız var mı?
Ben odamı başkasıyla paylaşmaktan nefret ederdim. Yahu adam horluyor, kızlarla sabaha kadar sohbet ediyor. Kocaelispor’da bir Faruk vardı, uyuyunca aslan gibi kükrerdi. Golf sopasıyla dürte dürte uyandırırdım. Fenerbahçe’de Boliç’le kaldım, Galatasaray’da Hakan Şükür. Beşiktaş’ta herkese sataştığımdan beni takımın ağabeyleri yanlarına alırdı. İstanbulspor’da bütün oyuncularıma ayrı oda kiralardım. Çünkü zaten akşama kadar futbolcularla birliktesin, değil yanına takım arkadaşını Claudia Schiffer’ı verseler bıkarsın!

11 kulüp değiştirmiş biri olarak transferlerde sizi en çok şaşırtan şeyler nelerdi? Yeni gelen futbolculara şaka yapmak adettendir. Size de şaka yaptılar mı?
Beşiktaş’a gittiğimde başkan Süleyman Seba’ydı. Altıma BMW’yi çekip, cebime parayı koyunca kendimi çok önemli adam sanmaya başlamıştım. Birkaç gece kulübü dağıtınca başkan beni acilen ligin sonundaki Eskişehirspor’a gönderdi. Baktı isyanım sürüyor bir de Konya seferi yaptım ama adam oldum. Eskiden takımın ağabeyleri idmanlardan sonra sigaralarını yakar, çay içerdi. Çömezler de onlardan önce duşa giremediğinden öyle bir saat beklerdi. Kocaelispor’dan arkadaşım Faruk, devre arasında Fenerbahçe’ye transfer oldu, ilk antrenmana çıktık. Hoca da Otto Bariç. Onun da bir huyu var. Canım derken bile adamı döver gibi konuşur. Bir baktım Faruk’a Hırvatça bağırıyor. Hoca Faruk’a “Çok iyi yaptın gelmekle, seni çok beğeniyorum” diyor. Bana da gel çevir dediler. Faruk’a dedim ki “Ne diye geldin buraya? Yarın saç sakal kazınacak! Hadi defol git!” Faruk bitti (gülüyor)! Eğer Bariç uyanıp tercümanı aracılığıyla Faruk’a “Yüzün neden asıldı?” demese, şaka tamam olacak, saçları kazıyınca Faruk’un bütün havası bitecekti. Hocanın beni “Saffet!” diye çağırmasını duymalıydın! Ben de “Hırvatçam bu kadar” diyerek kaçmıştım.

Bunca kulüp değiştirip, taraftardan tepki almamayı nasıl başardınız?
Benim hiçbir büyük kulübe ait olma gibi bir derdim olmadı. Kocaelispor’dan Galatasaray’a transfer olduğumda Adnan Polat Galatasaray’ın Futbol Şube Sorumlusu’ydu. “Kaç para istiyorsun?” dedi. Ben de ona “Yusuf, Papen Mustafa ve Cengiz’i istiyorum, bir de Kocaelispor’a şu kadar para istiyorum” dediğimde “Sen kendi parana baksana!” demişti. Anlaşamadık. Daha sonra Alp Yalman’a “Siz geçmişini satan adam mı arıyorsunuz?” dediğimde istediğim oldu. Ben kimseyi satmadığım için transferlerimin hiçbirinde taraftardan küfür yemedim.

Pivot santrfor dönemi bitti mi?
Hangi sistemle oynanırsa oynansın sahada mutlaka bir pivot santrfor olmasından yanayım. Türkiye’de pivot santrfor dönemi Hakan Şükür’le bitti. Pivot santrforun uzun boylu ve hafif olması lazım, gol vuruşunun mükemmel olması lazım, birebirde adam geçmesi lazım… Bu adamlardan dünyada az sayıda var.

Menejerlik işine girdiğinizde kimse ne yaptığınızı anlayamamıştı. Bu işe girmeniz nasıl oldu?
Benim başladığım dönemde menejerlere “futbolcu simsarı” deniliyordu. Ben menejerlik lisansı aldığımda arkadaşlarım “Yakışıyor mu Saffet sana!” demişlerdi. Lisansa bakılmadığından şimdi herkes menejer oldu. Çünkü kulüplerin işine geliyor. Kulüpler federasyona futbolcu ücretlerini eksik gösteriyor. Oysa menejerler de sözleşmelere imza atsa bütün sorun çözülecek. Biz Türk halkı olarak sorunları seviyoruz. Her şey nizami olduğunda canımız sıkılıyor.

Menejeri olduğunuz futbolcuların sizden garip istekleri oluyor mu?
Menejerlik sadece kulüp ve futbolcuya aracılık etmekle olmuyor. Yılın her günü futbolcu ile ilgilenmek gerekiyor. Ben menejeri olduğum futbolcuların aynı zamanda ağabeyleriyim. Onları her konuda uyarırım. Çünkü futbolun her yerinde var oldum ve bir futbol tesisinin içine girdiğimde beş dakikada orada ne dönüyorsa çıkartacak kadar deneyimim var. Örneğin İlhan Mansız’a “Transparan tişört giyip, gece kulüplerine gitme; burası Türkiye” diye defalarca söyledim. Küstü beyefendi! Şimdi yok. Ben söyleyince onları kıskandığımı bile düşünenler oluyor. Öbür taraftan bu futbolcuların etrafında dolaşan gençlerden biri “Ağabey tişörtün ne güzel olmuş” deyince hoşuna gidiyor, onunla gezip tozuyor, “Menejerim sen ol!” diyor. Çünkü yalandan güzel dost yoktur. Ben oyuncuma “Kazandığın parayla arabadan önce ev alacaksın” diyorum. Maddi durumu iyi olan adamın üst düzey futbolcu olma ihtimali yok. Maddi durumu iyi olmayan adam da parayı görünce sapıtıyor.

Kocaelispor’un Güvenç Kurtar’la şampiyonluğa oynadığı dönemde siz de oradaydınız. Neler yaşadınız? Şampiyonluk için eksik olan neydi?
O zaman Anadolu takımları şampiyon olmayı bilmiyordu. Bir Anadolu takımı iyi gidiyorsa büyük takımlar ona hemen tuzaklar hazırlar. En iyi oyuncularına adam gönderir. Bursaspor’lu Sercan’a teklif gittiğinde Sercan idmana çıktığında bir bakıyor yanında Ali, Veli; diyor ki “Şimdi ben Galatasaray’da oynasam yanımda Kewell, Baros, Arda…” Bursa’da bunu yapamadılar. Çünkü İbrahim Yazıcı yılların kurdu! Ertuğrul Sağlam bu filmi daha önce defalarca gördü. Bizim zamanımızda Kocaeli şampiyonluğun bir numaralı adayıyken Bülent Uygun’un Adnan Polat’ın ofisinden çıkarken fotoğrafları çekilip gazetelere verilmişti. Çünkü Adnan Polat onu “kabak gibi” Mecidiyeköy’deki ofisine çağırmıştı. Bülent de o zaman daha toy, geliyor gazeteleri dolabına asıyor. Doğal olarak bizim takımda kadro dışı kalıyor, takım sarsılıyor. Bir de sağ olsun Beşiktaşlı Alpay maçta benim bileğimi koparınca şampiyonluk suya düştü!

Jenerasyonunuzdan Tolunay Kafkas, Bülent Uygun gibi siz de teknik direktörlük yapmayı hiç düşündünüz mü? Şenes Erzik’in teklifini neden kabul etmediniz?
Futbolcunun hayatı o magazin programlarındaki gibi geçmiyor. Futbolcu dediğin kazandığı parayı harcayamayan adamlar. Ben artık çok sıkılmıştım. Özellikle büyük takımların maçları, idmanları hiç bitmiyordu. Futbolu bırakacağımı söyleyince Şenes Erzik bana “Seni Avrupa’ya eğitime gönderelim, milli takımın senin gibi adamlara ihtiyacı var” demişti. Kabul etmeyince menejerlik fikrini verdi. Teknik direktör olmadığıma da çok seviniyorum çünkü gittiğim her takımdan kovulurdum!

Attığınız gollere hiç aşırı sevindiğinizi görmemiştik…
Zaten maçta kilometrelerce koşuyorsun. Bir de golden sonra millete 70 metre depar attırmanın hiç âlemi yok! Sen röportaj yaptıktan sonra kutlama yapıyor musun? Ayda yılda bir gol atsam beni de tutamazlardı ama benim için gol atmak bir yerden sonra sıradandı.

Hakan Şükür ile beraber Galatasaray'da çift santrfor oynadığınız zamanlarda Hakan Şükür gol attığı her maç sonrası “Saffet ağabey yandan çok güzel ortaladı, bana sadece dokunmak kaldı” derdi…
Hazır sen bunu söylemişken bir yanlışlığı düzelteyim. Birçok insan benim Hakan’la tartıştığım için Galatasaray’dan ayrıldığımı sanıyor. Öyle bir şey yok! Ben Hakan’la hiçbir zaman tartışmadım. Biz Hakan’la Galatasaray’da da milli takımda da ayrılmazdık, ayrılamazdık. Hakan topları toplar getirirdi, ben golü atardım. Biz birbirimizle var oluyorken rakip olamazdık. Herkes benden gol beklerken ben topu Hakan’ın ayağına indirirdim. Bir bakışlarımızla anlaşırdık.

İstanbulspor’un menajerliğini yaptığınız dönemde futbolcunuz Kenan Özer’in korsanlar tarafından kaçırılma hikâyesi doğru mu?
Beşiktaş’tan Kenan’ı aldığımda büyük miktarda bir para ödemiştim. Sezon açılışından üç gün önce “Başkanım ailem Kıbrıs’ta onları görüp gelmek istiyorum” diye izin istemişti. Ben de vermiştim. Sabah saat sekizde haberlere bakarken uçak kaçırıldığını duydum ama Kenan’ın o uçakta olduğunu bilmiyordum. Ofisime geldiğimde beni Kenan’ın dayısı aradı. “Uçakta Kenan da var” deyince “Eyvah” dedim, “Gitti bizim paralar!” Korsanlar uçağı Antalya’ya indirdi. Ofiste haberleri izlerken yolcuları bıraktıklarını gördüm. Ben tam sevinirken, haberlerde “İçeride sadece beş kişi kaldı” dedi. “Bu adam futbolcu, bir takla atmış, kaçmıştır” diyorum. Sonra bir baktım o beş kişiden biri bizim Kenan! “Biz bu salağa boşuna para vermişiz, 150 kişi kaçtı bu kaldı” dedim. Şeytan dürttü, Kenan’ın cebini aradım. “Başkanım korsan ağabeyler beni bırakmıyorlar” dedi. “Nasıl anlaşıyorsun onlarla?” diye sordum. “Biri Türk” deyince, telefona onu istedim. “Kolay gelsin, ben Saffet Sancaklı” dedim. “Sağ ol ağabey, buyur!” deyince baktım genç biri. “Ne yapıyorsunuz oğlum siz? Bula bula benim futbolcumu mu buldunuz?” dedim. “Bilmiyorduk ağabey” dedi. “Çocuğu beş dakika sonra bırakın!” dedim. “Ben bilmem patronuma sorayım, sizi ararım” dedi. Bu arada Antalya emniyeti özel harekâta hazırlanıyor. Biz de kulüpteki hocalarla toplantı yapıyoruz. Telefonum çaldı dedim “Beyler bir dakika, korsan arıyor.” “Tamam, bırakıyoruz” dedi. “Kenan’a bu sezon 20 gol atmazsa seni yeniden kaçırırız de; eylemi de bırakın artık, pilotunuz bile kaçmış” dedim. Emniyeti arayıp, “Beş dakika sonra biri çıkacak, sakın vurmayın, birazdan korsanlar da teslim olacak” dedim. Gerçekten de öyle oldu. Bana kalsa kimse inanmaz diye bu hikâyeyi anlatmayacaktım ama polis korsanların telefon dokümanlarını çıkarınca gazeteler çarşaf çarşaf bu olayı yazdı. Dünyada korsanla konuşan ilk sivil ben olmuşum.

İstanbulspor’a başkan olmanız nasıl oldu? Bugün olsa yine alır mısınız? Sattığınıza pişman mısınız?
Valla hayalimde hep bir kulübün başkanı olmak vardı (gülüyor). İstanbulspor’a talip olmam, başkan olmaktan daha önceydi. Öncelikle tesisleşme ve altyapı için çalıştım. Aldım ama istediklerimi yapamadım. Şimdi olsa yine alırım; satmam gerekiyordu, yine satarım. İstanbulspor maddi olarak bana pahalıya patladı ama manevi olarak kesinlikle istediğimi aldım.

Kulüplerin kişiler tarafından satın alınmasının artıları ve eksileri nelerdir?
Türkiye’de, profesyonel kulüplerde ve Futbol Federasyonu’nda yönetimde görevli bir tane eski futbolcu görebiliyor musun? Tamam, benden kültür bakanı olmaz ama eski futbolcudan neden spor bakanı olmasın? Kulüp başkanları aynı zamanda kulüplerin sahibi olsa böyle hoyratça transfer yapamazlar. Ben başkanken kılı kırk yarıyordum. Şimdi kulüp başkanlarına bir bakın. Kendi şirketlerini o kadar zarar ettiriyorlar mı?

Can Bartu’dan sonra iki dalda milli olan futbolcu siz oldunuz. Milli binicilik hikâyeniz nasıl başladı?
Atları her zaman çok severdim. Kızım ve oğlum lisanslı binici. Ben bir gün onları izlerken hocalarından biri benim binemeyeceğimi düşünerek “Sen de binsene” dedi. Hoca uzun uzun ne yapacağımı anlatırken “Yahu sen bana şunun gazını ve frenini göster” dedim. Deli bir atla dağlara çıktım çünkü frenini tutturamadım, iki saat sonra kendiliğinden durdu. En deli atlara bindim, tek becerdiğim düşmemekti. Sonra bu iş beni oldukça sardı, yarışları kazandım, milli takıma seçildim. 60 km yarışına dokuz kişi katıldı, 50. km’sinde herkes döküldü, bir ben kaldım. Bitiş çizgisini elimde puroyla geçmiştim. Nasıl geçtiğimi sorarsan, ben de bilmiyorum (gülüyor). Geçtiğimiz nisan ayında 50 km yarışında yine rekor kırdım. Can Bartu’yu geçmek için milli olabileceğim üçüncü bir dal arıyorum.

Türkiye’de büyük kulüpler Balkanlarda oynayan oyuncuları dönem dönem yakın takibe alıyor. Balkan kökenli oyuncuları başarılı buluyor musunuz?
Türkiye’ye gelip de uyum sorunu yaşayan Balkan kökenli bir oyuncu göremezsiniz çünkü birbirimize çok benzeriz. Yugoslavya’yı yediye böldüler, beşi Dünya Kupası’nda var oldu. Balkanlardan çıkan futbolcular ve basketbolcular dünyanın her yerinde en değerli oyunculardır. Türkiye’ye gelip saçma sapan işler yapan oyuncular olduğundan onlara karşı önyargı oluşmuş olabilir ama yüzdeye vurduğunuzda çok başarılılar.

FourFourTwo Dergisi Ağustos 2010 sayısında yayımlanmıştır...